Pusulara yatıp, pusuya düşürmediler mi sizi daha başlangıçta? Sürmedi mi babanız binlerce kurşununu namlusunun ucuna? Vurup avlamadı mı en hızlısı annenizi? Çıkar çıkmaz pusudan “Yaralıyam ben yaralı!” diye basmadınız mı çığlığı? Gördünüz işte! Daha dünyaya gelemeden bir avın öznesi oldunuz bile! Ne kadar çığlık atsanız da yaşamın size kurduğu tuzağın bir tutsağısınız artık! Her gününüz yeni bir av hikâyesinin öznesi ya da nesnesi olarak geçecek. Sürekli bir sürek avındasınız ömrünüz nihayet bulana dek!

Demem o ki, yaşamınızın ilham kaynağı düpedüz bir av sahnesi. İşte bu sayımızın ilham kaynağı da böyle bir av sahnesinin muhteşem ürünü, kil-tablet ekibimizin mümtaz üyesi, yazar arkadaşımız sevgili Yurdagül Şahin. Şimdi fark ettim ki şu soyada bakar mısınız?! En avcı kuşlardan biri ve ilk kitabının adı da şaka gibi: AV, geçtiğimiz Kasım ayında yayımlanan. Öncelikle kendisini muhteşem Av’ı için gönüllü avları olarak kalpten kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.

İlerleyen sayfalarımızda göreceğiniz üzere, yine ekibimizden mahir, çalışkan ve yakında kitabının çıkmasını umutla beklediğimiz sevgili arkadaşımız Nurdan Atay’ın kendisiyle yaptığı röportajı eminim keyifle okuyacaksınız, illa ki Av’ı da… Kitabı bitirirken aklımdan geçen cümle, “Bu kadını ilk gördüğümde beyninden öpeceğim!” olmuştu. Yapamam zannetmiş olabilirsiniz ama kendime verdiğim sözü, Kitap Fuarı’ndaki imza standında aynıyla yerine getirmiş bulunuyorum.

Ekibimizin diğer üyeleri drama ödüllü Meltem, adı gibi Kamil, değerli kalem Elvan, hayalperest Cemal, kendi kitabını yazmış Yasemin, gözü pek Nezir, tango kraliçesi Yeşim, gizemli Zeki, en gencimiz, en heyecanlımız Serap ve bendeniz çömez Canan’la hepi topu on iki avcıyız bu pusuda. Aramıza katılan değerli avcılarla gittikçe zenginleşmekte pusudaki kil-tablet.

Değerli okurlarımız, gördüğünüz gibi gayet emin ellerdesiniz. Bu ne reklam diyeceksiniz belki amma ayıla bayıla izlediğiniz o reklamların her biri, avlarına, tutsak edilmek üzere kurulmuş tuzaklar değil mi, sanki!? Elbette! Ya insanlık tarihinin varoluşu!?.. Av ve avcılıkla başlamamış mı? Mistik anlamda bile Havva, Adem’i bir kırmızı elmayla avlamadı mı?! Hatta ilk sanat eserleri duvar resimlerinde bile resmedilen av sahneleri değil mi? Aşkı düşünün hele bir! Dünyayı yerinden oynatan, insanoğlunun en gizemli duygusunun temelinde bile kavramsal bir av – avcı hikâyesi yatmıyor mu? Ya şu koca dünya düzenine bakın! Bakmak yetmez görmek lazım. Ortalığı kasıp kavuran kapitalizm de tam bir tuzak – tutsak öyküsü değil mi?

Nereye baksak temelinde metaforik olsa da hep aynı hikâye… av – avcı, tuzak – tutsak… Aynı ikilem hep! O zaman bakıp da görmemiz gereken ne? Avın niteliği… Avın özelliği niteliğinde yatıyor bence… Öykülerimizdeki yaban avı hikâyelerinde kanınız donacak, içiniz acıyacak. Kim insan, kim hayvan şaşıracaksınız.Bunlardan daha fazla bahsetmek istemiyorum. Tam da bu noktada, gelin değerli yazar Bilge Karasu’nun karasularına girelim biraz ve bilgece yazdıklarına kulak verelim. Ne diyor büyük usta, Göçmüş Kediler Bahçesi isimli -okumayan kalmasınlı- öykü kitabında:

“Avcının avına duyması gereken saygı, hanidir unutuldu. Av, avcıya boyun eğer ya da eğmez; ama saygısızca davranır mı? İlişkinin kuralı baştan bozulmuştur; saygısız bir av, bu durumda kendini av değil de avcı görüyordur gerçekte, öyle diyelim. İlişki ters yüz edilmekle mi kalmıştır? Sanmıyorum. Bana kalırsa, ortadan kalkmıştır. Ortalıkta, çalışmaktan, ezişmekten başka şey düşünmeyen iki yaratık kalmıştır.
Bu “av – avcı” ilişkisi de, baştan beri, masalların –ister kapalı ister açık – sürekli konularından biri oldu. Kendini avcı sanarak yaşayıp gidenlerin karşılarında av kalmadığını, kendilerinin de avcı olmaktan çoktan çıktığını ansızın fark etmeleri, beni çok düşündürdü” diyor.

Yine ilerleyen sayfalarımızda, yine ekibimizin değerli üyelerinden, henüz kitabı çıkmamış, lakin birçok yerde öyküsü yayımlanmış sevgili Zeki Paralı’nın, üstadın aynı kitabından temamıza cuk oturan, ilk öyküsü “Avından El Alan”la ilgili harika bir inceleme yazısını bulacaksınız. Okumadan geçmeyin derim, üstadın öyküsünü de tabii!

Son tahlilde av – avcı, tuzak – tutsak hikâyelerinde saygının önemine çıkıyor bütün yollar. Saygı her daim her ilişkinin olmazsa olmaz temeli. En büyük getirisi mutlak sevgi… Tüm ilişkilerimizin ezişmekten çok saygı temelinde gönüllü avlar olması dileğiyle, yazın bize gönlünüzden geldiğince.
Her ay, gönüllü bir tutsaklığın ince titizliğinde, heyecanlı bir av hikâyesinin kör nişancılarıyız biz. Sizleri avlayabilmek için kapı kapı dolaşıp, raf raf kurduğumuz pusularda, tuzağımıza düşenlere teşekkür ediyoruz. Dedik ya ezişmeyelim, sevişelim. Öyleyse duyurun bize sesinizi, iletin yerginizi de, sevginizi de, tabii ki olmazsa olmaz öykülerinizi de… Düşün tuzağına web sitemizin, tutsağı olun, beğenin ki beğenin bizi, avlayalım daha nice okurla-yazarı…

Bu vesileyle kurduğu tuzaklarla, fark ettirmeden bizi tek tek avlayan, öykü yolunda tutsak eden değerli hocamız Nalan Barbarosoğlu’na bizi gönlümüzden vurduğu için şükranlarımızı sunmak istiyorum tüm ekibimiz adına. Böyle avcıya can kurban dostlar; avı olana ne mutlu!

Ne dersiniz hep birlikte avlanmaya devam mı öyküler boyunca bu engin yaşam uzamında…

Haydi, o zaman ne duruyoruz?! Herkes Pusuya! Sürülsün kurşunlar namlulara…

DİKKATTT, NİŞAN ALLL ve ATEŞ!

Dökülsün kurşun kalemlerinizin izi bembeyaz sayfalara. Boğuşun kelimelerle teslim alana dek! Lakin “Klavye çıktı mertlik bozuldu!” artık herkes bir klavye avcısı ya da aslan kesileni diyecekseniz, yakışmaz bize öylesi! Sarılın siz kurşunlarınıza, nişanınız hedefini bulana dek! Bol olsun kurşununuz bu yolda! Selam olsun Sabahattin Ali’ye, esin verdi bize; “Kurşun ata ata biter, öyküler yaza yaza…”

İyi ki varsınız sevgili okurlarımız, hep de var olmanız ümit ve dileğiyle, keyifli okuma – yazmalar…

En içten sevgilerimizle, kalın sağlıcakla…

* Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, Metis Yayınları, İstanbul, On üçüncü basım: Aralık 2017, 233 s. [alıntı: sayfa 226]