Hasan Hüseyin Korkmazgil’in çok güzel şiirlerinden “Haziranda Ölmek
Zor”, kendiliğinden konu başlığı oldu bu ay.
Bahar pırpırlarının yerini sakinliğe, yaklaşmakta olan sıcakların rehavetine
bırakırken başlıyor hikâye… Hikâyelerimiz.
İki baharın arasındaki ilk ay haziran! Ne çok olup bitenin tanığı, dekoru,
anımsatıcısı Haziran… Kin görmüş, riyakârlık görmüş, çaresizlik görmüş;
bir türlü demokrasi görememiş bahtsız ay.
Mevsim ısınırken tersi olur yaşadığımız coğrafyada; kan, bulunduğu yerden
zorbaca çıkartılınca, buz keser haziran. Dışımız buz olur, içimiz kor!
Araya anneler gününden sonra, tecimsel uyduruk gün babalar gününü
koysak da yumuşatamayız Haziran Travmalarını.
Haziranda değil, 365’ten birinde zordur ölmek…
Adaletsizliğin yüzkarası gölgesi, yılın tam ortasında acının kederin üstü-
ne çöker.
Bir şeyin ortasındaysanız ya geri gidersiniz ya ileri! Ortada sabit durulmaz;
durmak isteseniz de hayat sizi sürükler. Yaşam kendini yineleyerek ve yenileyerek
ileri doğru akar.
Kayıpların verdiği kısa bir kalakalmanın ardından, ölümün, tıpkı doğada
olduğu gibi yeni başlangıçlar vaat ettiğini anlar geride kalanlar: yaprak,
meyve, dalından toprağa düşmüştür dönüşmek üzere, yeni yaşamları tohumlamak
için.
Haziranda ölmek, yaşamı kışkırtır bir anlamda, geride kalanları sonsuzluk
umuduyla besler.
Geride kalanların avuntusu mudur Nietzche’nin ‘seni öldürmeyen acı
güçlendirir’ cümlesi?
Ozan Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dizelerinden bir alıntıyı Kiltablet’in bu
sayısının konu başlığı yaptık. Elbette öykülerin özgürlüğünü kısıtlamadık,
isteyen eylülden veya ocaktan da söz eder, çünkü öykü başına buyruktur.
Öykü yaşamı anlatır, evreni anlatır, kimi zaman da kendini… Her şey
öyküdür; içine çekildiğimiz, kaçtığımız, tutsak edildiğimiz, ama ne olursa
olsun, başkaldırımızdır.
Söz bitmez hayat akarken. Sözü öykülere bırakıyorum.