Almanya’da Frankfurt’un büyük bir kitapçısının İngilizce kitaplar bölümünde karşılaştım Ali Smith’in 2016’da Penguin Books tarafından basılmış bu kitabıyla. Katlar dolusu Almanca kitapların yanında epeyce zayıf sayılabilecek bir küçük odacıkta Orhan Pamuk, Elif Şafak, Zülfü Livaneli ve Ahmet Ümit’in kitaplarının az ötesinde duruyordu. Yurt dışı seyahatlerimde hep aynı yazarlarımızı görmenin, bu kadar iyi yazarımız varken niye özellikle ilk üçünün (Ahmet Ümit’i ilk defa görüyordum) İngilizceye çevrildiği konusu gene kafamı meşgul ederken gülümseyiverdi bu tanıdık isim az öteden. Mümkün mertebe yabancı yazarları orijinal dillerinde okumaya çalıştığımdan Ali Smith’in Public Library and Other Stories (Halk Kütüphanesi ve Diğer Öyküler)kitabını hemen aldım. On iki kendi öyküsü, on bir de çeşitli yazarların kütüphaneyle ilgili düşüncelerini, anılarını anlattıkları denemelerden oluşan bir kitap bu. 1962 doğumlu İskoç bir kadın yazar olan Ali Smith kronik yorgunluk sendromuna yakalandığı için üniversitedeki işini bırakıp film yapımcısı hayat arkadaşıyla Cambridge’e yerleşip kendini tamamen yazmaya verir. Özellikle roman ve öykü türünde üretken olan yazar, tiyatro eserleri ve şarkı sözleri de yazıyor. 2015’te Britanya İmparatorluk Nişanı’nı alan yazarın eserleri birçok ödüle layık görülmüş, en son Autumn (Sonbahar) 2017 Man Booker Ödülleri’nde finalistler arasında yer almış.

 

Ali Smith’in sakin, yalın anlatımının içine gizlediği detaylı gözlemleri, satır aralarına soktuğu duygu karmaşasının yarattığı hezeyanlar, hepimizin içinde saklı olan ama sessiz bir kabulleniş içinde dile getirmediğimiz, getirsek bile bunlar için hiçbir şey yapmadığımız duygu durumlarına ışık tutuyor. Bu kitabında da belki de kelimelerle en az oynadığı altı sayfalık kısa bir öykü olan “The Art of Elsewhere” tam da bu yüzden özellikle beni etkiledi. Öykü “hayatım boyunca hep başka bir yere gitmek için çabaladım” cümlesiyle başlıyor. Tek başına duran bu cümle, daha en baştan okuru içine çekiyor. İlk iki sayfa boyunca gittiği, gezdiği şehirleri, bu şehirlerdeki güzellikleri anlatıyor. Ancak tüm bu güzelliklere rağmen “her ne kadar orada olsam da, gene de başka bir yere ulaşmaya çalışıyordum” cümlesiyle bitiriyor bu bölümü.

 

Ayrı bir bölüm olan ikinci bölümde “başka yer” kavramını keşfedişini anlatıyor bir anı üstünden. Babası sürekli hapse girip çıkan bir kız olan Debbie, erkeksi tavırları, sınavlardaki başarısızlığıyla öğretmenlerince ve diğer ebeveynlerce sevilmeyen bir kızdır. Buna rağmen Nesbit’in Demiryolu Çocukları kitabını en sevdiği kitap olarak hikâyenin anlatıcısına hediye etmesi ve anlatıcıyı okul kapısında bekleyen kötü kızların hışmından koruması, okurun Debbie’nin hassas yüzünü görmesini sağlar. Bir gün İngilizce öğretmenleri öğrencilere kitaplarından Rudyard Kipling’in “If” şiirini okumalarını ve şiiri ezberleyip eksiksiz okuyabilen ilk öğrencinin sınıftan erken çıkabileceğini söyler. Öğrenciler, daha şiirin ikinci satırına gelmişken Debbie, arka sıralardan ayağa kalkar ve şiirin tamamını yanlışsız, eksiksiz okur. Şiiri bitirir bitirmez çantasını alıp sıraların arasından kapıya doğru ilerlerken ondan nefret eden İngilizce öğretmeni, “Bunu şimdi sınıfta ezberlemedin herhalde” Debbie’yi sorgular. Debbie “Babam her sabah tıraş olurken aynanın karşısında bu şiiri okur. Ayrıca, önceden bilmememiz gerektiği konusunda herhangi bir şey de söylemediniz” der ve arkasına bakmadan sınıftan çıkar. Anlatıcı “Hepimiz arkada kalmıştık. Debbie başka yere gitmişti” diyerek anıyı bitirir. Debbie’nin şiiri babasının ayna karşısında okuduğunu söylemesi, hem herkesin önyargısına bir isyan, hem de kendi dünyasında babasını görmek istediği bir sahnedir. Debbie, bu davranışıyla toplumun etrafına çizdiği sınırları aşmış, kendi doğrularının izinde “başka yer”e doğru yürümüştür. Sınıfta kalanlar ise toplumdur.

 

1985’te Bülent Ecevit’in “Adam Olmak” adıyla Türkçeye çevirdiği “İf” şiirini okuyunca “başka yer” kavramının neyi kapsadığını daha iyi anlıyor okur. “Başka yer”den kasıt, dünyanın içine kısılıp kaldığı siyasi, ekonomik, dini, teknolojik kalıpların dışında yargısız, adil, özgür bir dünya arayışı… Nitekim, öykünün üçüncü bölümünde “başka yer”i tüm açıklığıyla anlatıyor yazar. “Her seyahate çıktığımda oraya varmak için çıkıyorum. Her eve dönüşümde onu arıyorum” diyerek bitirdiği öyküsünde bu arayışın hep sürdüğünü ifade ediyor.

 

Smith’in bu öyküde tarifini verdiği “başka yer” aslında birçoğumuzun içinden geçen bir ütopya. Hep beraber arayışımızı sürdürür ve kendi “başka yer”lerimize sapıp o yolda ilerleyebilirsek, belki bir gün “başka yer”, “başka yer” olmaktan çıkarak toplumun gerçekliği olur.

 

Henüz Türkçeye çevrilmemiş bu kitapta diğer öyküler de çarpıcı. Türk okurunun yabancı olmadığı Ali Smith’in bu kitabının da Türkçeye çevrilmesi dileğim. Ütopyaların gerçekliğe dönüşmesi de hepimizin dileği değil mi zaten!

 

Ali Smith, Public Library and Other Stories, Penguin Books, 2016, 220 sayfa