“Şu anda cevap veremiyorum. Sinyal sesinden sonra not bırakırsanız sizi ararım. İyi yıllar!”

Mesajdan sonra kısa bir biiip sesi duyuldu.

– Fikret ben, iyi yıllar dilemek için aramıştık.

– Cemciğim, Murat… Ben de iyi yıllar diliyorum. Ada teklifimiz hâlâ geçerli. Bu akşam bizde küçük bir grup toplanıyoruz. Bekleriz.

Cem ayakta pencereden Boğaz’da giden gemilere boş gözlerle bakıyordu. Elindeki kadehten bir yudum daha aldı. Topkapı karşıda tüm ihtişamıyla ‘ben buradayım’ diyordu. Her baktığında kalbi heyecanla çarparken, bu kez kalbinde tık yoktu.

* * *

Oysa bir yıl önce bugün ne de heyecanlıydı her şey. Yılbaşı için birkaç dostu eve davet etmişlerdi. Günler öncesinden başlamışlardı hazırlıklara. Evde yılbaşı partisi yapacaklardı. Genel temayül dışarıya çıkmayalım. Ne olacağı belli olmaz. Bombalar, terör… Herkesin gözü korkmuştu. Arkadaş çevrelerinde hiç kimse yılbaşını dışarıda kutlamak istemiyordu. Carol telefonda “OK şaraplar sizden o zaman” demişti aradıklarına. Cem bilgisayarın başında hazırladığı projeye çalışırken Carol masanın kenarına hafifçe kalçasını dayamış telefonda konuşmasına devam ediyordu. “OK, OK… Geç kalmayın tamam mı… Çok kalabalık olmayacağız. Londra’dan gelen bir çift arkadaşımız da bizimle olacak.”

* * *

Ev telefonu çaldı ve mesaj yeniden devreye girdi. Bu kez Cem’in ilk evliliğinden olan kızı arıyordu. Cem sesi duyunca birden kulak kesildi. Gözü gayrı ihtiyarî şöminenin üzerinde duran resimlere kaydı. Birkaç çerçevenin içinde kızının hem eşi hem de tek çekilmiş fotoğrafları duruyordu. Fotoğ- raftaki kız telefondaki endişeli sesin aksine hayata umutla ve sonsuz mutlulukla bakıyordu.

– Babacım cebin kapalı, merak ettim. İyi yıllar dilemek için aramıştım. Mesajımı alınca ara beni lütfen.

* * *

Carol mutfakta yabancı arkadaşlarıyla hazırlık yaparken Cem de salonda masaya içkileri koymakla meşguldü. Müzik setinde Diana Krall Christmas şarkıları söylüyordu. Carol arkadaşlarına Diana Krall’ı İstanbul’da Açıkhava Tiyatrosu’nda dinlediklerini anlatıyordu. Bu konuşmaya kulak misafiri olan Cem de “Ama hava soğuk ve bildiğiniz gibi hamileyim deyip programı uzatmamıştı” dedi. Tam bu sırada çalmıştı kapının zili.

-Bakar mısın sweetheart?

-Yes my dear.

Elindeki içki şişelerini masaya bırakan Cem kapıya gitmiş ve “kim o” demeden açmıştı. Karşısında uzun boylu, esmer, otuzlu yaşlarda bir genç vardı. Cem, gayet yukarıdan bakan bir tavır ve defol git buradan diyen bir ses tonuyla “Kimi aradın?” demişti.

Cem’in karşısında önce ezik gibi duran genç gözünün altından Cem’e göz göze gelmekten sakınarak bakmış, “Yanlış oldu” dedikten sonra hızla merdivenlerden aşağıya inmişti. Carol kapıyı hâlâ kapatmamış olan Cem’in yanına gelerek

“Kimmiş?”

“Bilmem. Yanlış oldu” deyip gitti.

Carol’ın yüzünde ani bir endişe belirmiş ve başını uzatarak merdivenlere doğ- ru bakmıştı. Başını çevirdiğinde Cem’in meraklı bakışlarıyla karşılaşınca omuz silkmiş, “kim bilir kim” demişti Cem’e.

Salonda Londra’dan gelen çift, Virginia Woolf’un Orlondo’sunu konuşuyorlar, Osmanlı döneminde geçtiği için burada bir yılbaşı kutlamaktan ne kadar heyecan duyduklarını söylüyorlardı. Carol pencerenin önüne gelip onlara karşıdaki Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet Camisi’ni göstermişti. Kar altında kalmış olan bu hazineler son derece ektileyici görünüyordu. Carol konuşmasına devam ederken kapı yeniden çalmıştı. Carol mutfaktaki Cem’e seslenmişti:

– Ben bakıyorum darling.

Carol hızlı hızlı adımlarla kapıya doğru giderken kalbi de deli gibi atmış olmalıydı. Ya kapıya tahmin ettiği kişi geldiyse. Ona ne diyecekti? Nasıl davranacaktı? Kafasında hiçbir şey yoktu. Kapının önünde derin bir nefes alıp ani bir hareketle açmıştı kapıyı. Yüzlerinde maskeler, ellerinde paketlerle Fikret ve Murat “İyi yıllaaaaarrr” diye bir gürültü kopararak girmişlerdi içeri. Carol garip bir biçimde rahatlamış, endişeli yüzüne zorla gülümsemeye çalışan bir ifade gelip oturmuştu. Bunu fark eden Murat “Aaaa şekerim başkasını mı bekliyordun yoksa” diye sormuştu. Carol “Tabii ki sizi bekliyorduk” demişti.

* * *

Mutfak masasında bardağına içki koyan Cem, ellerini masaya dayayarak salona bakıyor şimdi. Daha bir yıl önce bu evde mutluluk vardı, güven, huzur, gelecek günlerin güzel hayali vardı. Oysa şimdi… Kapının zili çalıyor. Bir yıl önce de kapının zili böyle çalmış ve bir daha hayatları aynı olmayı bırak, tepetaklak olmuştu. Kapının zili art arda tekrar çalmaya devam ediyordu. Cem kendi kendine “evde yokum” diye fısıldadı. Zil bir kez daha çalınca usulca kapıya gidip gözetleme deliğinden baktı. Kapıda elinde torbası, Noel Baba kılıklı biri vardı. Torbadan çıkardığı bir reklam poşetini kapıya asarak gitti. Bu sırada banyoda küvete dolan suyun sesi gittikçe yükseliyordu. Cem mutfaktan Jack Daniels şişesini ve bardağını alıp gelip pencerenin önündeki koltuğa oturdu. İçerisi dışarıdan gelen ışıkla aydınlanmaya başladı. Cem’in yüzü karanlıkta gittikçe görünmez oldu. Telefonda geçen yıl evlerine misafir gelen İngiliz çiftin sesleri duyuldu:

– Hi Cem. This is Chris…

– Hi Cem.This is Katherine.

– We wish you happy new year. Please keep contact with us.

* * *

Murat elindeki torbadan bir numara çekmişti,

-On numara. Ten point.

Cem elindeki numaraların olduğu kartı göstererek “Tombalaaaa” diye sevinçle bağırmış, Katherine de elindeki kartı göstererek “Sadece bir numara bekliyordum” demişti. Yemekler yenmiş, içki su gibi akmış, herkes yeni yıldan beklentilerini anlatmış ve sıra tombala oynamaya gelmişti. Masadaki herkesin keyfi yerindeydi. Yılbaşına da sayılı saatler kalmıştı. Carol, Murat’a “hile yaptınız, ikiniz anlaştınız” diye takılırken kapını zili çalmıştı. Konuşmanın sonunu zor getiren Carol kimseden bir tepki beklemeden masadan kalkmış ve doğru kapıya giderek gözetleme deliğinden bakmıştı. Gördüğüne inanamamış, gözlerini kapatarak kapının arkasına dayanmıştı. Zil yeniden çalmıştı. İçeriden Cem,

– Kimmiş?

– Şimdi bakıyorum darling!

Carol kapıyı hafifçe aralayarak karşısında duran gence bakmıştı. Gencin elinde koca bir buket kokina vardı. Carol genci görmekten hiç hoşlanmadığını belirten bir ifadeyle

– Neden geldin? – İyi yıllar dilemek için…

– Tamam diledin, git şimdi

Genç elindeki buketi uzatmış, Carol kapıyı biraz daha açarak uzanıp çiçek buketini almıştı. O sırada elleri birbirine dokunmuş, Carol refleksle elini çekmişti.

– Neden benden kaçıyorsun? Telefonlarımı hep meşgule atıyorsun. Mesajlarıma dönmüyorsun. Neden? Problem ne?

Kapı aniden ardına kadar açılmış, Cem, Carol’un yanında belirmişti. Carol hafifçe ürküp yana çekilmiş, Cem aynı genci karşısında görmekten hiç mi hiç hoşlanmamıştı.

– Ne istiyorsun?

– Bunu Carol cevaplasın.

Cem hemen yanında duran Carol’a ‘ne demek istiyor’ der gibi bakmış, Carol ağırlaşan adımlarıyla içeriye doğru yürümüştü. Cem şaşırmış, kapıyı gencin   yüzüne kapadığı gibi Carol’ın peşinden giderken,

– Carol, ne demek şimdi bu?

diye sormuştu. Yemek masasının önünde duran Carol şaşkın ve ne diyeceğini bilmez bir halde kalmıştı. Masadakiler sohbeti kesmiş, ne olduğunu anlamaya çalışmışlardı. Fikret, masadaki yabancılara durumu İngilizce anlatırken kapının zili bu kez art arda çalmıştı.

Cem dönüp adeta kafasından buharlar çıkararak sinirle açmıştı kapıyı:

-Kimsin sen?.. Ne istiyorsun?

Genç, kapıyı iterek içeriye girmeye çalışırken Cem, gencin montunun yakalarını tutmuş, içeriye girmesine engel olmaya çalışmıştı ama genç adam Cem’in ellerini silkelercesine yakasından aşağıya indirmişti.

– Bu eve giremezsin!

– Benim girmediğim bir ev değil ki burası… Carol, öyle değil mi?

Carol şaşkın kekeleyerek “Eeevet” demişti. Hiç kimse duyduklarına inanamamış, Cem gidip Carol’ı omuzlarından tutarak sarsmıştı.

– Ne söylediğinin farkında mısın?.. Ne demek bu evet?

Genç gelip Cem’i tutmuş, Carol’dan ayırmıştı.

– Uzak dur Carol’dan!

– Sen kimsin ki, karımdan uzak durmamı söylüyorsun!

Genç cep telefonunu çıkarıp Carol’ın mesajlarını göstermişti Cem’e. Her biri “my love”la başlayan mesajlar sıcak öpücükler ve ikonlarla bitmekte; hatta Carol “men beri tekiriya” gibi Kürtçe sözcüklerle aşkını ilan etmekteydi yazdıklarında. Okuduklarına inanamayan Cem, Carol’a bir tokat attığında (ki, hayatında ilk kez bir kadına eli kalkmıştı) gencin “bırak onu” diyen sesi gümbürdemişti salonda. Cem arkasına dönüp baktığında gencin elinde masadan alınmış bıçağı görmüştü. Masadakiler işte tam da o anda çığlık atmışlardı koro halinde. Carol kendini toplamış, ağlamayı kesmiş, ikisinin arasına girerek onları sakinleştirmeye çalışmıştı. Hatta Cem’in önüne siper olup küçük adımlarla gence yaklaşarak

– Bak seninle her şey güzeldi. Kafam karışıktı çok… Zaman istedim…

– Eee… O yüzden mi telefonlarıma çıkmadın; hani anlatacaktın kocana?!

Cem duydukları karşısında inanılmaz bir şaşkınlık geçirirken Murat gelip Cem’in bir taşkınlık yapmaması için kolundan tutmuş, fısıldayarak “bırak kozlarını paylaşsınlar” demişti kulağına.

Carol gence iyice yaklaşıp elindeki bıçağı yavaşça almış,

– Anladım ki…

– Yollarımız ayrı!

‘Evet’ dercesine başını sallayabilmişti Carol.

* * *

Cem banyodaki küvetin suyunu kapattı. İçerisi sıcak sudan buhar olmuştu. Aynanın buğusunu sildiğinde yüzüyle karşılaştı. İfadesiz bir şekilde bakıyordu tanıyamadığı yüze. Bu sırada telesekretere mesaj bırakan Carol’ın sesi duyuldu. Cem aynadaki bulanık yüze bakarken dinledi mesajı.

– Lütfen beni affet Cem. Üzgünüm. Biliyorsun, böyle bitsin istemezdim. İyi yıllar… Kendine iyi bak. Londra’dan sevgiler.

Carol’ın sesiyle ayna yeniden buğulandı ve Cem’in yüzü yavaş yavaş kayboldu. Uzaklarda bir bebek ağlıyordu.