Ajandasının kapağını açmadan, kısa bir süre daha geçen gemileri seyretti. Derin
bir iç çekti. “İşte yine yıllık muhasebe günü, hadi bakalım tören başlasın.” dedi
kendi kendine. Bunu her yıl yapardı, her yıl yeni yıla girmeden. Yılın başında,
ortasında sonunda alınmış kararlar, yaşanan sarsıntılar, bırakmalar, tutmalar, mutluluklar,
gidilen yerler, yazılan yazılar, kaçırılan fırsatlar, kayıplar…
Yaşamının başrolünü oynadığını fark ettiğinde başlamıştı bunu yapmaya, her şeyi
yazmaya. Otuz yaşından beri beş yıldır aralıksız tutuyordu bu muhasebe defterim
dediği günlükleri. İlk yıl küçük cep ajandası almış, belki yazacak bir şey bulamam
diye endişelenmişti. Sonraki yıllar ajandanın içine resimler, kartlar, küçük notlar,
çizimler, girince boyutları da büyümüştü.
Okumaya başladı. Ocak ayının on biri zamanı geldi. Çocuk yapmayı düşündüğü
geçen yılın o zamanları. Zamanı geldi. Birlikte olmayı köklendirecek düşüncelerini
okumak şimdi tuhaf geliyordu ona. Koca gerçek bir kez daha kalbini titretti.
Gözlerinden süzülen yaşları burnunu silermiş gibi yapıp kimselere fark ettirmeden
sildi. “Hâlâ aynı ben, başkaları ne düşünecek endişesini duyan ben. Bırakmayı öğ-
renmelisin Nurhayat. Burada Boğaz’da tek başına içebiliyor olman bile senin için
kocaman bir adım değil mi? Öyleyse kutla kendini.”
Kadehini boşluğa doğru kaldırıp şerefe diye fısıldadı. “Şerefe.” Kadehinin boşluk
yerine başka kadehle tokuştuğu gecenin notlarına gömüldü. Şubat ayının on ikisi.
Doğum gününden bir hafta önce.
Beni boğuyorsun. Ben hesapsız kitapsız yaşayan biriyim. Sürekli yapılması gerekenleri
söylediğinde nefes alamıyorum. Sen de, ben de çok yorulduk. Ayrılalım.
Onun bunları söylediğine üzerinden bu kadar süre geçtiği halde hâlâ inanamıyordu.
Belki de kelimeler bunlar değildi, okurken o günkü kadar sarsıcı geldi ona.
“Haklıydı aslında, yorgunduk ikimiz de.”
Omuzları düştü. Koca bir yudum aldı rakısından. O günlerde döktüğü gözyaşlarının,
kabartılar oluşturmuş, yer yer mürekkebi dağıtmış sayfalarını hızla geçti.
Nisan bir. Şaka gibiydi dönüşü. Onsuz yapamayacağını anladığını söylediği gün.
Kabullenmeye başlayıp tekrar yaşama dönmeye çabaladığı günlerdi oysa o günler.
Sevgilisiz de yaşanabileceğini anladığı günler. Hemen kabullenmişti geri dönüşü-
nü. Belki de kırılan gururunun tamiriydi bu. Sayfalar gülümsemeyle doluydu geri
dönüşünün ardından. Mutluluk halleri… Çokça yaşamın ne güzel olduğundan söz
etmeler… Neşeyle yazılan şarkı sözleri…
Mayıs’ın yirmi beşiyle yirmi altısı arasında duran kokusu çoktan uçup gitmiş kuru
papatyanın yapraklarını seviyor sevmiyor diye kopardı. Kurumuş yaprakları avucuna
aldı, konfeti gibi havaya fırlatmak istedi yapamadı, yavaşça kül tablasına boşalttı.
“Bunları neden kurutuyorsun çok saçma.” demişti Ada’da dolaşırlarken. “Bir şeyin
ölüsü insana böyle mutluluk verir mi?”
“Kurutulmuş çiçeğe ölü diye bakan bir tek seni gördüm pesimist adam.” diye yumuşatmaya
çalışmıştı bu hançer gibi inen sözleri. “Anı olsun diye…”
“Anı dediğin o güzel beyninin kıvrımlarında saklanır, böyle defter arasında değil.”
O konuşmadan sadece bu kadarı sıkışmış satırlara. Değer verdiği şeyleri bir hamlede
yıkmayı nasıl da başarır, bunları dökememişim kâğıda…
Neden beni eleştiriyor durmadan, beni ben olduğum için kabullenemez mi? dediği
satırları dudak büküşüyle okudu.
Ne çok kızardı ajandalara. “Geçmiş gitmiş şeylere dönmek niye? Bırak anı yaşa.”
Fotoğrafçılığına bile kızardı bu yüzden. “Kaçırıyorsun, görmen gerekenleri o küçü-
cük pencereden görüyorsun.”
İkinci kadehin yarısına geldiğinde artık haziran ayı da gelmişti ajandasında. Büyük
ayrılıklarının notları. Olmuyor çabaladım, kendimden ödünler vererek.
Böyle yazmış, ama ayrılmaya cesaret edememişti. Kasım ayına kadar yapamamıştı
bunu. Gelgitlerle dolu aylar. Bazen göklerde bazen yerin dibinde bazen aşktan, bazen
de öfkeden alev alev yandığı günler. İnişler çıkışlar, bağrışlar, aşk dolu sözler,
ağır sözler, şarkılar karmakarışık kendi gibi. Sayfalar arasında dolaştıkça sanki baş-
kasının yaşamına bakarmış gibi şaşırıyordu. Her şeye rağmen onu çok sevdiğini yazmıştı
muhasebe defterine. Başını ajandasından kaldırdı tekrar baktı geçen gemilere.
Yığınlarla kitap okumuş, yığınlarla film izlemişti ama sevginin tarifini yapamıyordu
işte. Kimse kimsenin sevgi tarifini çalamaz, yemek tarifi değil ki bu, diye yazdığı
kasımın yirmi ikisine takıldı gözü. “Valla iyi laf etmişim, buna içilir” dedi. İkinci
kadehinin de sonunu gördü. “Aralık ayı neredeyse inziva ayı olmuş hale bak, nasıl
da geçiştirmişim. Şimdi yazalım bakalım Nurhayat yeni yıldan beklentilerini.”
Kalemi eline aldığında masaya bir kutu getirdi garson. Şaşkınlıkla ne olduğunu sordu.
“Size efendim” dedi adam hafif bir tebessümle. Merakla kutuyu açtı. İçinden
yeni yılın ajandasıyla bir kart çıktı. Heyecanla kartı okudu. “Benimle evlenir misin?”
Etrafına bakındı. Tek tük masalar dışında onun gibi gündüz vakti erkenden
yılbaşı kutlayan yoktu. Yeni ajandayı açtı ve içine yeni yılın ilk kararını yazdı.