Tarihçiler, İkinci Dünya Savaşı’nı Enigma adlı şifre çözücü makinenin bitirdiğini yazıyor. O yıllarda şifreler ve parolalar savaşlarda, askerlikte kullanılıyordu, bu bağlamda para kasaları, gizli tutulan gıda ve bazı ürünlerin üretim formüllerini de ekleyelim. Demem o ki, şifreler ve parolalar şimdiki kadar yaşamın içinde, olmazsa olmazı değildi sıradan insanın.

Günün sonunda yorgun belleğinizle internetten eft yapacağınız zaman, buyurun bakalım, şifrenin kullanım süresi dolmuştur; bir gayret yeni şifre oluşturursunuz, nafile çaba! Uyarır sizi ekran; şifreniz altı haneli olmalı, arada iki harf bulunmalı. Mecbursunuz yeni şifreyi emredilen biçimde oluşturmaya! Yoksa paranız sizin olmaz, paranızı kullanamazsınız, sizi tanımaz bankanız! Yok oldunuz bir anda! Şifreniz, eliniz ayağınız, her şeyinizdir o an. Dünya durur. Fabrika ayarlarınız bozulur, sendelersiniz! Kimliğinizi, benliğinizi kazanmanız için, bir an önce şifrenizle özdeşleşmelisiniz. Siz, eşittir şifreniz. Şifrenizi unuttuysanız, kaybettiyseniz, kendinizi de unutun, yok olun toz olun!

Bankanızın şifresiyle uğraşırken yoruldunuz değil mi? Alırsınız elinize uzaktan kumandanızı, maksat kafanız dağılsın, dağılır, neden dağılmasın hem de darmadağın olur; servis sağlayıcınız arıza çıkarmıştır, arıza kodunu, telefonun öteki ucundaki – tabii karşınıza canlı insan çıktıysa – söylemelisiniz.

Sıkılıp attınız kumandayı elinizden, cep telefonunuza uzandınız, uzanmasaydınız keşke; uzun zamandır girmediğiniz sosyal medya hesaplarınız hesap sorar, bunca zamandır neredeydiniz, hem siz kimsiniz, siz siz misiniz bakalım? Yazın parolanızı! Neydi bunun parolası? Hah kedinin adıydı! Hangi kedimin? Niye evinize iki kedi bir köpek aldınız! Ya üçüncü deneme de hatalıysa, bloke olursanız! Kendi dünyanıza yabancı edilir, yok hükmünde olursanız, eyvah!

Sadeleştirin yaşamınızı, tek şifreye bağlayın hepsini olsun bitsin. Ama bitmez! Çünkü her ürünün şifre ya da parola isteği farklıdır. Kimi sözcük ister kimi sayı. İyi kötü bir denge kurabildiğinizde banka kartınızın kullanım süresi dolar ve şifreniz geçersiz olur, yeniden şifre belirlemeniz gerekir. Bellek silbaştan kayıt tutmaya zorlanır.

İkide bir bellek diyoruz, beynimizin bir kısmından söz ediyoruz. Onun şifrelerini çözmeyi Freud’a bırakarak yolumuza devam edelim. Ancak edemeyiz, psikolojimizin şifreleri vardır, bize bir şeyler fısıldar, yanlış mı anlarız doğru mu? Sıkıntılı süreçlerde beynimizin nöronları yolunu şaşırır sanki. Şifresini psikiyatrlar bilir herhalde.

Antik çağda filozoflar, özellikle doğa filozofları evrenin şifrelerini çözmeye çalışmışlardır. Ünlü filozof Pisagor, evrenin şifrelerinin sayısal olduğunu söyleyerek belki günümüze uzanan yolun ilk taşlarını döşemiştir.

Edebiyat da şifrelerden bolca nasibini almıştır. Başta polisiyeler olmak üzere, suçluyu bulmak için olayın kurgusunu yani bir bakıma şifresini çözmek gerekli değil mi?

Bırakın polisiyeyi bazı yazarların öykülerindeki göndermeleri, sezinlemekle yetinmek zorunda kalırız. Elimizde sağlam bir dayanak yoksa – var olduğundan nasıl emin olunur? – sezinlemeler, bocalamalar, şaşkınlıklar içinde merakta kalırız çaresiz. Ben mi anlamıyorum acaba? Yoksa yazar kapalı mı yazmış, neden çözemedim ben bu yazarın şifrelerini? Hepsini anladım iyi kötü ama öykünün adıyla öykü arasındaki bağlantı ne? Yok çözemedim ben bu yazarın edebi şifrelerini.

Bitmiyor değil mi şifreler, parolalar…

Bitmesi bir yana, yakın gelecekte üzerimizdeki hâkimiyetlerini daha da artıracaklar gibi görünüyor.