İnsanın en büyük korkularından biridir belki de yalnızlık. Yalnız kalmaktan, yalnız hissetmekten hatta yalnız yaşlanmaktan korkarız çoğu zaman. Oysa yalnız olarak geldiğimiz bu dünyada; bir başımıza göç edeceğimizi gerçeğini bilmemize rağmen korkutur hatta içten içe acıtır.

 

Kimimiz bu kadar çekinirken yalnızlıktan, kimimiz hayatın hoyratlığından öyle yoruluruz ki bile isteye davet ederiz yalnızlığı. Kalabalıklarda kucaklayamadığımız yalnızlığımızı kendi içimizde yaşamak adına çekiliriz kabuğumuza. Bir çoğumuzun zaman zaman dile getirdiği gibi onlarca kalabalık içerisinde kendimizi yalnız hissedişimiz midir en zor olanı? Kimimiz aile, kimimiz arkadaş kimimiz de ilişkilerimizde kendimizi yalnız hissederiz. Onca kalabalık arasında soyutlanmış, duvarlara çarpan bir gölge gibi görürüz kendimizi. 

Belki de en çok kalabalıklar içindeki yalnızlık acıtır bizleri. Annesi tarafından dışarı salınmamış, pencereden bakan boynu bükük çocuk misali.

 

Önceleri dünyayı, hayatı, gecenin sessizliğini dinlemeye başlar sonra kendi sesimize döneriz. Bir türlü yüzleşemediğimiz o ses öyle şeyler anlatır ki işte o an yalnızlığımızla kucaklaşır, o muazzam huzurunu hissederiz. 

Çünkü yalnızlığımız; biriktirdiğimiz o özlem dolu hayalleri yakmış, yaşamın getirdiği acıların üstünü sessizliği ile örtmüş, sinsi ama tüm haşmetiyle süzülüverir hayatımıza. Hakkıyla kucaklayabilmişsen, ne muazzam bir duygudur; sana acı veren yaşamdan kendini böylesi çekip kurtarmak diye tekrar tekrar sarılırsın.

 

Amma velakin ne zaman ki gözünü karartıp davetsiz gelmişse yalnızlık, biliriz ki o an zaman da kala kalır, durur öylece.

Sen hayatın seyrine dalmış çayını, kahveni, şarabını yudumlarken ansızın gelir çalar kapını. Sen daha ne oldu demeye kalmadan o gelir oturur hayatının baş köşesine. 

 

Orhan Veli’nin söylediği gibi; 

“Bilmezler yalnız yaşamayanlar,

Nasıl korku verir sessizlik insana;

İnsan nasıl konuşur kendisiyle;

Nasıl koşar aynalara,

Bir cana hasret,

Bilmezler.”

 

Kendi sesinden bile korkmaya başlar insan. Günü geceye çarpar, geceyi kendine böler, boşa koyar dolmaz, doluya koyar taşmaz. Hasret hüzne sataşır, hüzün anılara karışır, vuslat sabra sevdalı, hayal desen büyümeyen çocuk koşup durur umudun peşinden. Ortalık karışır da karışır. Sen hangi birinle baş edeceğini düşünürken işte o zaman anlarsın. Büyür de büyür yalnızlık, geceye bile sığmaz taşar. Önceleri ne yapacağını bilemez, korkar, çekinir hatta üstüne gelen duvarlara ağlamaya başlarsın. Sonraları yorulur yalnızlıklarımız, sessiz bir kabulleniş başlar ve işte o zaman yalnızlığına sarılmaya başlar insan. Gerçeklerle ve insanlarla olan bağını kopartıp, gölge gibi yaşamayı seçer.

 

Bitmeyecek yalnızlıklarımızı içimizdeki dik yokuşlarda tırmanıp durduk çoğu zaman.

Yaşadıkça aşılır dediler yalnızlık için ama hiç te öyle olmadı, yalnızlık kuyusuna attığımız her bir taş gittikçe kayboldu gözden… Kör bir kuyu gibi içine çektikçe çekti bizi…

 

Davetimize ses verip bizimle öykülerini paylaşan sevgili yazar dostlarımızın öyküleriyle sizler de benim gibi duygulanacak, düşünecek, hüzünlenecek ve keyifleneceksiniz eminim.

Bu sayımıza; Arif Kamil Olgun, Bahar Uysal Karakuş, Beyhan Özer, Billur Akgün, Canan Kuzuloğlu, Füsun Uzunoğlu, Hasan Hüseyin Ülker, Hediye Gasımova Nar, Mert Öztürk, Nezir Suyugül, Nurdan Atay, Senem Altun öyküleriyle, Dilek Yılmaz kitap tanıtımıyla destek verdiler. 

 

Huzurunuzda tüm yazarlarımıza katılımları için teşekkür ediyor ve soruyorum; 

 

İnsan kendini soyutlama ihtiyacı hissettiğinde mi yalnızlığı seçer ya da yalnızlık mı seçer insanı?