Zamanın efendisi ölüme başkaldırır hayallerim. Huzursuz bir biçimde kıvranan, içime sığmayanı beraber götürmemek için çabalar azimle beynim, bedenim.

İçimde bir ateş yakarım, bir kenara bırakır başka meşguliyetlere dalarım, dolaşırım günlerce. Unuttuğumu sandığım bir anda, hayatın içimdeki aynaya düşen yansısından göz kırpar bana düşlerim.

Duygularım mı uyutmaz, düşüncelerim mi? Kışkırtıcı bir alev dürter beni uyanırım. Bazen de en olmadık yerde, kalabalıkların içinde, yaratmanın yakıcı dudakları değdiğinde, düşerim bir kelimenin, bir cümlenin peşine. Yoldan, baştan çıkarım, tutkuyla koşarım yalnızlığıma. Dünyayı ayırırım kendimden sancılar içinde, zamanın dalından koparabilmek için yasak meyveyi, gönüllü koparım hayattan, yeniden doğmak için kaybolurum içimde.

Heyecanla tutunur mürekkebe duygularım. Kalemle kâğıt. İsteme, ürperme arası bir garip çekingenlikle, hafifleyerek dokunurlar birbirlerine. Mürekkep yürür kâğıdın hücrelerine ince ince. Küçük öpücüklerle bir düş mahmurluğunda uyanırım aşka. Beynimin haz dolu kıvrımlarında dolaşan sözcükler, şelalenin coşkusuyla akarlar, tutamam. Mürekkep şehvetle birleşir, tek vücut olur kâğıtla, döner harflere, harfler kelimelere. Kâğıtta kelimeler çoğaldıkça, benden doğana, benim dışımda var olana, bakarım. Şaşarım bu yabancılığa, mürekkeple canlanan kurmacaya.

Denemenin öğretici koynunda aklım yön verir, erişirim içtenlikle duygularımın gizlerine, keşfederim hem hayatı hem kendimi, sabırla kurar, yeniden yaratırım her ikisini. İhtirasla sınarım, çırılçıplak soyarım kelimeleri. Bir cümlenin başka bir cümleyle oyununda, yenen de ben olurum, yenilen de.

En iyiye ulaşma kaygılarım uyarır benliğimi, karşıtların kavgasında yıkar bugüne kadar oluşmuş tüm vargıları. Bazen yeniden yaratabilmek uğruna acımasızca yok eder belleğimdeki taslakların, sözcüklere dönüşmüş kâğıda düşen mürekkep izlerini.

Yüreğim ağırlaştığında kâğıt bile taşıyamaz bu yükü, harfler başkalaşır, mürekkep yayılır, dağılır kara lekelere dönüşür.

Bazen de kurmacanın en güzel yerinde tutulur kalem, ucunda kurur mürekkep, harfler dökülmez olur. Kalem kazır, oyar kâğıdı, ne yapsam nafile geriye sadece sonsuz boşlukta beyaz bir bozgun kalır.

Böyle anlarda yılgınlıklarla, yorgunluklarla savaşır umutlarım. Ayağa kalkar cesaretim, okşar, siler korkularımı hiç yokmuşlar gibi. Açıktır yüreğim incinmez, kabullenir kusurlarımı, şefkatle tamamlar eksiklerimi. Bütün ağırlıklardan kurtulur meydan okurum başarıya da, başarısızlığı da. Uzaklaşmak istesem de bırakamam, çeker beni kendine mürekkebin kışkırtıcı kokusu,  bütünlenme dileğindeki yazdıklarım, bilerek, isteyerek, tutkun teslim olurum ona her seferinde.

Taçlanma anında, kendimden geçer, eririm aşkın doruğunda. Noktayı koyup bittiğinde kurmaca, bir sonraki kavuşmanın özlemiyle ayrıldığında kalem ve kâğıt, dingin, doygun uzanırken yan yana her ikisi de, mürekkep hafifleyip kurur, ebedileşir kâğıdın üzerinde. Eros’u gücendirmek istemem ama sorarım ak saçlı bilge tarihe, hayallere yürüyen genç geleceğe: Bundan daha büyük, daha yoğun bir haz var mı yeryüzünde?