“Yankı” ilk öykü kitabınız. Kitabınızın kapağını kaldırır kaldırmaz dakika bir-gol bir, Adanalı olduğunuzu öğreniyoruz. Nedir bu Adanalılık bereketi, yoksa Çukurova mı demeli? Üstelik İstanbul’dan Adana’ya avdet ediyorsunuz…

Öncelikle bana Yankı’yı anlatma fırsatı tanıdığınız için çok teşekkür ediyorum. Aslında iki şehirli olduğumu söyleyebilirim. Geçenlerde sevgili İlay Bilgili Yankı’yı paylaşırken Adana’ya değinmişti. Kendisine teşekkür ederken şöyle bir paylaşım yaptım: İstanbul’u özlerken Adana çok iyi davrandı bana. “Adanalistanbullu” ya da “İstanbuladanalı”yım, duruma göre değişiyor. Doğumumdan itibaren yaşadığım, çocukluğumun, okuma yıllarımın, çalışma hayatımın geçtiği, dostluklarımı kurduğum, kızgınlıklarımı, kırgınlıklarımı yaşadığım, benim kim olduğumda büyük söz sahibi olan bir şehir oldu İstanbul. O nedenle ben kendimden ayrı düşünemiyorum zaten birçok parçam da İstanbul’da hâlâ. Daha sonra özel genel bir takım nedenlerden dolayı, annemin içinde olmadığı, daha önce ziyaretler hariç hiç yaşamadığım anne şehri Adana’ya geldim.  Burada da İstanbul’daki “ben”in farklı bir sürümü hayatına devam etmeye başladı. Bu iki şehri çok yoğun yaşadığımı söyleyebilirim. İki şehrin de bende önemi çok büyük. İstanbul’dan ayrılmak çok zor oldu, “başka yerde yaşayamam” diyenlerdendim. Halen çok seviyorum.  Ama şimdi düşündüğümde, şu anda geri dönmek ister miyim dediğimde, herhâlde dönmezdim diyorum.  Benim bıraktığım İstanbul’u bulamamak beni üzeceğinden sanırım. Sanki bıraktığım gibi hatırlamak isterim. Adana güzel, rahat, sakin, kendinize daha çok zaman ayırabiliyorsunuz. Yazmaya bağlayacak olursam, köklerimi İstanbul’dan alıp burada  da yeşerttim diyebilirim.

Öncelikle teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kiltablet sizin için ne ifade ediyor?
 
Kiltablet ile tesadüfen internette öykü araması yaparken tanıştım. Hatta sizin öykü platformunuzda da birkaç konuda öykülerim var; Ali Bey, Karbulan Ailesi. Ben kısıtlı imkânlarla ve tamamen gönüllülük ilkesine dayanarak yaptığınız çalışmaları, çıkarttığınız fanzini çok değerli buluyorum. 48 sayı çıkartmak bir başarı bence. Sizin nezdinizde de diğer fanzinleri, fankitleri çok destekliyorum. Bence bu oluşumlar teknolojik değişimin bir parçası. Umarım daha büyük kitlelere yayılır.

Yazar olarak mı doğduğunuz yoksa yazanlıktan yazarlığa terfi mi ettiniz? Nasıl keşfettiniz kendinizi?

Yazar olarak doğmadım, yazar nasıl doğulur onu da bilmiyorum. Şimdi geriye baktığımda beni şöyle bir dünyanın karşıladığını görüyorum; (aslında belki birçoğumuz için öyle) ilk/ortaokul/lise/sınav/çalış/daha çok çalış/ daha iyi okula girmek için feci çalış/ sınav, fen, fizik, matematik, çalış, doktor, mühendis, çalış, işletme, çalış, annen baban seni okutmak için çalışıyor sen de çalış, çalış. Şimdi bu kalıpların arasında benim kafam, ergenlikten fırsat bulduğunda, “iş hayatına seni en kolay sokabilecek neresiyse oraya gir”le dolmuş. Yazarlık bunlardan biri değil. Çalışmam gerekiyor hayatımı kazanmak için. Benim için, hayatın anlamı, aman mutlaka çalış, para kazan, mesleğin olsun. Yazar doğmuş olsam bile bunu fark edecek bir ortamım o zaman yoktu. İşte bu kadar kalıp içinde hayata başladıktan sonra, yavaş yavaş yerimi, kendimi, istediğimi ve -bazen şaşsa da- dengemi bulduğumda da yazmak, bir parçam oldu. Böylece, kelimeler, kavramlar, düşünceler birer birer zihnimde daha açık, daha berrak, görünür hale geldiler ve ben de onları her fırsatta yazıya dökmek istedim.  

Öykü dışında çeviri, röportaj, inceleme gibi alanlarda da çalışmalarınız var. Bunlarla ilgili bilgi alabilir miyiz? Yazarlığınızı nasıl besliyor?

Aslında bunlar uzun zaman önce parçası olduğum Yaşam Dersleri Kültür ve Edebiyat platformu için yaptığım çeviri ve söyleşilerdi. O zaman yaptığımız kısa söyleşiler arasında, birçok değerli sanatçı vardı. Yaptığım çeviriler tamamen hobi amaçlıydı, o zaman agaclar.net sitesi için yoğun çalışmalar içindeydik. Ben de elimden geldiği kadar yabancı kaynaklardan destek sağlıyordum çevirilerle.
Şu anda, o zaman yaptığım çeviri/incelemelerden biri olan Dahiil Kharms kimdir, Atıl Veri Tabanları’ndan Çıkan İlginç Bir Belge Ve Mini Hikayesi; Daniil Kharms Hakkında 114 Yaşında Bir Makale adıyla    http://kurgusal.net/atil-veri-tabanlarindan-cikan-ilginc-bir-belge-ve-mini-hikayesi-daniil-kharms-hakkinda-114-yasinda-bir-makale/ adresinde. Bu sitede  deneysel bir yazı dizisine devam ediyorum halen. Diğeri ise Kayıp Rıhtım’a gönderdiğim Çizgi Roman Dünyasında Savunma Mekanizmaları.  ( https://kayiprihtim.com/haberler/cizgi-roman-manga/cizgi-roman-dunyasinda-savunma-mekanizmalari/)
Kurgu dışı okumak benim için yazmayla bir bütün. Bir tek okumak da değil elbette, okumayı öğrenmeyi cesaretle bilmeyi, merakla incelemeyi, gözlemlemeyi, soyut somut anlamayı, anlamlandırmayı, bana verileni bir çırpıda kabul etmemeyi, analitik düşünce yapısını, nedenleri, sonuçları ve bunlarla ilgili kendimde oluşturmaya çalıştığım farkındalığı seviyorum. Bunların da yazı evrenime etkili olacağına eminim.

Vazgeçemem dediğiniz, öykündüğünüz bir yazar ve/veya başucu kitabınız var mıdır? Kimleri dağarcığınıza kattınız bu yolculukta?

Öykündüğüm, başucumdan eksik etmediğim çok kitap var, yazar var. Aynı anda birden fazla kitap okumayı çok seviyorum. Masallar var başucumda ara ara açıp okurum, Türk Masalları, Binbir Gece Masalları, sonra Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Latife Tekin, Tezer Özlü, Leyla Erbil, daha bir çok yazar. Son zamanlarda tanışıp okuduğum için çok mutlu olduğum bir yazar Annie Ernaux oldu. Seneler kitabı sanırım okuduğum en iyi anlatılardan biriydi. Yine Frederic Gros’un İtaat Etmemek benim için oldukça aydınlatıcı bir kurgu dışı oldu. Yani kitapların, okumaların sınırı yok. Hepimiz sorulduğunda bin liste verebiliriz ki öyle de oluyor. Arkadaşlarımla konuştuğumda, ne kadar okursam okuyayım yine de eksik kaldığımı hissettiğimi söylediğim çoktur. Bazen o çokluktan bunalıp nefes almak için şöyle kendimi geri çekiyorum. Üstüme yığılan kitapları aralayıp dışarı çıkıp biraz hayata bakıyorum. Ne kadar okuduğumuzun yanında nasıl okuduğumuzun da önemli olduğunu düşünüyorum. Tüm bunların yanında, yeni yazarları, yeni çıkan öykü kitaplarını okumaya çalışıyorum yavaş yavaş.

Nasıl yazarsınız? İlham kaynaklarınız nelerdir? Akışta mı yoksa mesela önce kafanızda kurgulayıp sonra kâğıda mı dökersiniz?

Özel bir ilham kaynağım ya da ritüelim yok. Bazen yolda yürürken karşılaştığım bir sahne, bir imgenin çağrıştırdığı bir cümle olur. Beni etkiler. O cümle çevresinde zihnimde bir olay kurgularım. Ben nasıl hissediyorum, okuyucuya nasıl hissettirmek istiyorum, neyi amaçlıyorum. Bir süre orada döner durur. Tek bir öyküye başlayıp bitirmiyorum ama. Şöyle diyebilirim, kafamda bir sürü odacık var ve bu odacıklarda gün ışığına çıkartılmayı bekleyen projelerim, taslaklarım, kurgularım var. Bu taslaklarımı artık 2 yıldır deftere geçirmeye başladım nihayet. Telefonum notlarla dolu, küçük defterim, büyük defterim, rüya defterim vs vs. Karışık yani. Rüyalardan da çok besleniyorum, bazıları çöp oluyor onları hissediyorsunuz zaten ama bazıları çok canlı ve etkileyici. İşte bir “patchwork” gibi kurgular üzerinde çalışmayı seviyorum. Taslak netleşince de yazmaya başlıyorum, sonra dönüyorum beğenmeyip tekrar yazıyorum. Bir süre rahat bırakıyorum kurguyu, sonra tekrar son birkaç okuma, öyle sonlanıyor. Bu benim yazmayla ilgili yolum.

Yankı kitabınızla neyi yankılamak istiyorsunuz, nedir meseleniz?

Yankı’da amaçladığım okuru rahatsız etmek, sizin konunuzla ilgili olarak şöyle diyebilirim ki öykülerdeki dengesizlikle dengeyi hatırlamak, hatırlatmak. Okuyanlardan bana gelen geri bildirim hep şu yönde; ne güzel başlamışken bizi çok tedirgin ettin bir rahat oturamadık yerimizde, bitirdikten sonra da düşününce huzursuz olduk bir iğreti geldi. Keşke daha fazla yazsaydın. Meselem, var olan gözümüzün önünde cereyan eden haksızlıklara, aç gözlülüğe, zorbalıklara bir de naçizane bu kitap ayna olsun.

Size bu öyküleri yazdıran İstanbul mu Adana mı?

Yani Yankı bence çok şehirli bir kitap eğer şehirle tanımlayacaksak. Çünkü içinde İstanbul var; Beykoz, Beyoğlu, Sarayburnu, Esenyurt, içinde karakterler var bazıları benim çocukluğumdan beslenmiş, bazıları Adana’dan. Mesela Duman var, yaşayan bir karakter. O nedenle karma diyebiliriz.

Adını siz mi seçtiniz? Sinik de olabilirmiş mesela…

Adını sevgili editörüm Cem Alpan önerdi, ben de severek kabul ettim. Kitabın içindeki 12 öyküyü de yansıttığını düşündük ve şimdi baktığımda iyi ki Yankı olmuş diyorum. Her bir öyküden yankılanan düşüncelerin ortak bir meseleye işaret ettiğini görebiliyorum; yaralı, bölünmüş bilinçler, insanlar.

Kitabınızın psikolojisini nasıl yorumlarsınız?

Tekinsiz bir kitap Yankı, dediğim gibi sizi koltuğunuzda rahatça oturtacak bir kitap değil ama bu huzursuzluğu verirken sizi güldürdüğünü düşünüyorum. Kara mizahı bol bir kitap. Umutsuz bir kitap değil asla, dinamiği ve enerjisi bence yüksek. Ben renkli buluyorum. 

İlk satırlarda Beykoz gibi güzel bir semti karşımızda görüp oh ne güzel diye tam yayılmışken üç beş satır sonra hazırola geçiriyorsunuz okuru. Yataydan dikeye ani geçişle başlayıp ittirdikçe ittiriyorsunuz dibe daha doğrusu diptekilere; biri düştüğü kuyudan çıkmak için bıçaklarını merdiven yapıyor diğerine, takılmadan giden çizgiye kesikler atıyorsunuz sürekli ve okur kesik içinde kalıyor. Siz yazarken bu kesiklere nasıl dayanıyorsunuz?

Drama yaratmamaya çalışıyorum, çünkü yaşananların çoğu yeterince dram yüklü. Ben daha çok bu olayların absürt yanlarını görüyorum. Kendimi dışarı aldığımda, işte mesela günlük hayatımızda olan bazı sahneler bile var kitapta. Birisi ölmüş, çevresindekiler selfie çekiyor ya da ülke ayağa kalmış, biz kanallarda penguen seyrediyoruz. Bunların soğuk, keskin bir acılığı var. Duygusuzluğu. Unuttuk galiba duyarlı olmayı. Öyküler de biraz böyle. 

Kadın yazar olarak kaleminizi esirgemiyor, hemcinslerinize de derin kesikler atıyorsunuz. Eril-dişil dil meselesine veya kadın-erkek yazarlık meselesine nasıl bakarsınız?

Geçen hafta sevgili Gamze Arslan’ın ODTÜ Kitap Topluluğu ile yaptığı bir söyleşiye katıldım ve kadın yazarlık konusuyla ilgili çok güzel bir şey söyledi. Erkek yazarlarla eşitlenene kadar yazarların kadın yazar olarak betimlenmesini destekliyorum gibi bir cümleydi. Şimdilerde kadın yazarları daha çok destekleyen, sözlerinin daha çok duyulmasına ön ayak olan yayıncıların olduğuna inanıyorum. Kalemlerin daha cesur olduğunu ve kadın sorunlarına bir tek kadınların değil erkeklerin de eğildiğini okuyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Geçtiğimiz günlerde de edebiyat dünyasında yaşanan tacizlerin ifşası kadınların birbirilerine ne kadar destek olduğunun ve artık kadınların susmayacağının güçlü bir göstergesi. Umarım bu cesur hareket artarak çoğalır ve sesi olan, kalemi olan bütün kadınlar (ve erkekler), sessiz kalmak zorunda kalmış, korkutulmuş, sessizliğe zorlanmış, kıyıda köşede kalmış, çaresiz, izsiz ve görüntüsüz kadınların, çocukların, insanların sesi, gözü, kalemi olurlar. 

Deneysel bir diliniz ama daha çok tarzınız var. Hikâyeleriniz yaralayıcı, olay örgülerinizse hayli farklı. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Doğalından mı böyle geliyor, yoksa zaman içinde kendini buluş mu desek? Ali Veli 4950 gibi bir çocuk tekerlemesi, Zebercet gibi başka bir öykü kahramanının adı kaleminizden bambaşka bir noktaya evriliyor veya Maslow’un ihtiyaçlar piramidi gibi gibi… 

Deneysel ve çağdaş yazını çok seviyorum. Üslup, anlatım konularında düşünüyorum, kafa yoruyorum ve anlatmak istediklerimi en iyi ve etkili nasıl kaleme alabilirimin peşinden gidiyorum. Okumaktan zevk aldığım tarzda yazmayı seviyorum. Bu nedenle farklı kurgular ortaya çıkıyor sanırım. Ama bunun değişeceğine ve geçen zamanla başkalaşıp zamana uyacağına da eminim. 

Bir kahramanınızın söylediği “zamanı içerken başkasından kaçtığını sanırken kendinden kaçanlara”  yankınızın  ne derece ulaşacağını düşünüyorsunuz?

Bilmiyorum, bunu zaman gösterecek. Elbette herkese ulaşmasını arzu ederim ama dediğim gibi bu ne kadar mümkün olur bilmiyorum. Bir okur, ayıldım, diye bir yorum yapmıştı. Bir diğer arkadaşım Duman’dan çok rahatsız oldum dedi. Bunlar benim ulaşmak istediğim yankılar. 

Amaçsızlığın sürekli birinin yarasına dokunduğu toplumda amaçsızlara bir sözünüz var mı?

Adı geçen öykü bazında düşündüğümde aslında bir ironi var; amaçsızlıklarının altında yatan gizli bir amaç. Çok açık vermek istemiyorum, okurun bulmasını ve geri bildirimini çok merak ediyorum. Benim sözüm kimseye değil ama ‘en çok neye ihtiyacım var’a olabilir. Çok klişe olacak ama, “ben dengeli bir birliktelikten yanayım; kimse kimseyi boğmasın, üzmesin, özgür bıraksın, karşısındakinin özgürlüğüne saygı göstersin, birlikte yaşamayı öğrensin”  Ne kadar basit değil mi? Keşke. 


Yüce Kaos derken neyi anlamlandırmak istiyorsunuz?

Orada bir ironi var elbette. Kaos ve karmaşanın içine dikkatlice bakarsak, bir düzenin, aslında bir dengenin görülme ve yakalanma ihtimali olabilir. 


Kiltablet’e  ve  ayrıca kitabını bastırmak isteyenlere önerileriniz var mıdır? Reddedilmekten reddedilmemeye nasıl yol alınır?

Ben reddedilenlere eğer yazmayı seviyorlarsa devam etmelerini öneririm. Benim de dosyalarım, öykülerim reddedildi. Bundan daha doğal bir durum yok. Dosya hazırlama aşamasında başvurulabilecek birçok kaynak var internette. Onları araştırmalarını ve oluşturacakları dosyayı ona göre hazırlamalarını öneririm. Dosyanızın dili, anlatımı eğer kötüyse, kurgularınızın içinde bir bütünlük yoksa hazırladığınız dosyanın türünden basmayan bir yayınevine gönderdiyseniz reddedilme olasılığınız yüksek. Özenli bir dille emek vererek, açıklanarak hazırlanmış özgün bir dosyanın diğerlerine nazaran daha çok kabul edilme şansı olduğuna inanıyorum. 

Bu içten söyleşi için çok teşekkür ediyoruz. YANKI’nın yolu açık, okurunuz bol olsun. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Öncelikle bu güzel sorularınız için ben teşekkür ederim. Benim için de çok keyifli bir sohbetti. Kiltablet’in de yolu açık olsun.