Kadın telaş ve heyecan içindeydi. Gözünün içine bakarak büyüttüğü ve canından çok sevdiği biricik oğlu, kız arkadaşıyla birlikte akşam yemeğe geleceklerdi. Sabahtan beri hazırlanıyordu. Aşağı yukarı her şey tamam sayılırdı. Oğlunun ve kız arkadaşının sevdiği yemek ve tatlıları yapmış, masayı bir güzel donatmıştı. Kocasının gelmesini bekliyordu, gece için siparişleri vardı; telefonla aradığında yoldaydı, birazdan gelirdi. Kadının telaşı bitmiş ama heyecanı giderek artmıştı. Yüreği ve kafası gençlere odaklanmıştı. Birazdan geleceklerdi.

Oğlu doktor çıkmıştı. Kız arkadaşı da öyleydi. Acaba nasıl bir kızdı? Erkan beğendiğine göre mutlaka güzel olmalıydı! Uzun zamandır görüşüyorlardı; aynı okulda, aynı sınıflarda okumuşlardı. Erkan zaman zaman anlatırdı ama bugüne kadar hiç tanışmamışlardı. Evlenmeye karar vermişlerdi. Sadece aileler bir araya getirilip işe resmiyet kazandırılacaktı. Bu akşamki ziyaretleri bu yolda attıkları ilk adımdı. Gece güzel başlamıştı. Kızın asaleti ve güzelliği tahmininin üstündeydi. Çiçeği ve hediyesiyle birlikte gelmişti. Elini öpmüş, yanaklarına öpücükler kondurmuştu. Kendisine bir anda içi ısınmıştı. Kırk yıllık bir yoldaş, bir can gibi hissetmişti onu. Adı da pek güzeldi; Zeynep. Aferin Erkan’a çok güzel bir kız bulmuştu. Birbirlerine pek de yakışıyorlardı. Gençlerin mutlulukları görülmeye değerdi. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar yenmiş içilmiş, sevgi ve muhabbet seli içindeki sohbetler genelden özele inmişti.

Ne olduysa bu saatlerden sonra olmuştu. Demek Zeynep onun kızıydı! Eski oturdukları mahallede Metin Beyin küçük kızı. Metin, eski mahallelerinde beyaz eşya ticaretiyle uğraşan bir mağaza sahibiydi. O yıllarda onunla bir gönül ilişkisi olmuştu ve Erkan bu yasak ilişkinin meyvesiydi. Bundan emindi çünkü kocasından uzun yıllar çocuğu olmamıştı. Anımsadığına göre kendisi Erkan’a hamileyken, Metin’in hanımı da ikinci çocuklarına hamileydi. Demek ki Zeynep, onun ikinci ve küçük kızıydı. Metin’le ayrılalı uzun zaman olmuş, ilişkileri küllenmişti. Ne yazık ki, Metin geçen süre içinde elim bir trafik kazasında da ölmüştü.

Bu geceden sonra kadının hayatı altüst olmuştu. Gecesi gündüzü kalmamıştı. Kimselere bir şey söyleyemiyor, ruhunun derinliklerinde onu yerden yere çalan bu olayı kimselerle paylaşamıyordu. Günleri unutmuştu; gündüzleri arpacı kumruları gibi düşünürken, geceleri karabasanlar içinde kıvranıyordu. Ne yapacağını bilemiyor, bir çıkış yolu arıyor, ancak bulamıyordu. Bugün Çarşamba olmalıydı. Yarından sonra kızı istemeye kız evine gidilecekti. Demek ki, on gündür bu haldeydi. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti; kocası çoktan uyumuş, onu uyku tutmamıştı. Mutfaktan salona, salondan balkona geçiyor, sigara üstüne sigara içiyor, beyni zonkluyor, içi daralıyordu. Bu işe nasıl engel olacaktı, bunu çocuklara nasıl anlatacaktı, kocasına ne diyecekti? Ya etraf duyarsa insanların içine nasıl çıkacaktı? Yapılan bir hatayı, işlenen bir günahı hayat hiç unutmuyordu; bir şekilde, insanın karşısına çıkarıyordu. Bunun bedelini bir başına ödemeye, hatta daha fazlasına razıydı ama bu bedel, yaşamlarının başında olan ve birbirlerini seven gençlere ödetilmemeliydi. Gençlikte her şey oluyordu. Duygular her şeyin önüne geçebiliyordu ama açık kalan dosyalar hiç umulmadık bir zamanda insanın karşısına çıkıveriyordu. İşte hayat, böylesine acımasız ve kör tesadüfe kök söktürecek cinsten bir dosyayı onun karşısına çıkarmıştı. Kocası ve etrafındaki insanları pek düşünmüyordu. Herkes hata yapabilirdi, o da yapmıştı. O gençleri düşünüyordu. Oğluna ne diyecek, Zeynep’e ne anlatacaktı? Bundan böyle; onların yüzüne nasıl bakar, onlarla bir arada nasıl olabilirdi? Gençlerin hayalleri, umutları, sevgileri ve gelecekleri ne olacaktı? Gençlerin sürükleneceği bu hatanın geri dönüşü yoktu. Bu gerçeği sadece kadın biliyor, olayın vahametini ve acısını peşinen yaşıyordu. Güzel başlayan, sevgi ve muhabbetle yaşanılan o gece, onu cehennemin kapısına taşımıştı. Cehenneme girmeye razıydı ama cehennemde yanmak, bu sorunu çözemezdi!

Kadın, bütün bir gece kendisiyle uğraştı. Gün ağarırken, gözleri biber gibi yanıyordu, hiç uyuyamamıştı. Her şeyi oğluna anlatmalıydı. Uykulu gözlerle yatağından kalkarak salona geçti. Kâğıt ve kalemi alarak, oğluna her şeyi anlatan mektubu acılar içinde tamamladı.

Sabah oğlu ve kocasıyla birlikte kahvaltı yaptılar. Oğlunu gizliden gizliye seyrederken, gözyaşlarını içine akıtıyordu. Sonrasında, baba oğul birbiri ardına evden çıkınca, kadın da hızla giyindi. Yazdığı mektubu Erkanın masasının üstüne, görünecek bir şekilde bırakıp acele evden çıktı.

Erkan eve erken döndü; yıkanıp giyinecek, akşam Zeynep’le buluşacaktı. Eve geldiğinde mutluluk ıslıkları çalıyordu. Annesi evde yoktu, dışarıya çıkmış olabilirdi. Soyunmak üzere odasına girmişti ki, gözü adının yazılı olduğu mektuba ilişti. Mektubu süratle açıp okumaya başladı; o an, ıslığı boğazına bir bıçak gibi saplandı ve bir külçe gibi koltuğa düştü. Okuduklarına inanamıyor, mektubu tekrar tekrar okuyordu. Böyle bir şey olamazdı! Bir anda kendini sorgulamaya başladı; kimdi, kimin nesiydi, annesi bunu nasıl yapmıştı? Kafası ve ruhu kıyım kıyımdı, dünyası kararmıştı. Bir müddet sonra yerinden hışımla kalktı. Telefona saldırarak annesini aradı. Kadının telefonunun sesi mutfakta bir yerlerden geliyordu. Annesi giderken telefonunu alma gereğini bile duymamıştı. Aşağılık bir suçlu gibi kaçıp gitmişti. Babasına bunu nasıl yapardı? Yıllardır onu büyüten, bağrına basan babası bir anda bir üçüncü kişi olmuştu. Çıldıracak gibi oldu. Haykırmak geldi içinden, sesi çıkmadı, soluğu kesilmişti. Olanca çaresizliğiyle duvarları yumrukladı, masayı ve sandalyeleri tekmeledi.

Acele etmeliydi. Annesi ne cehenneme gitmişti? Canına kıymış olabilir miydi? Annesine duyduğu sevgiyle nefreti birlikte yaşıyordu. Zirvelere çıkıyor ve bir anda oralardan aşağılara yuvarlanıyordu. Durumunu birileriyle paylaşmak yangısı içinde kıvranırken, Zeynep bütün güzelliği ve safiyetiyle gözlerinin önünde belirdi. Esasen onunla buluşacaktı. Hızla telefona sarıldı. O anda, sanki biri onu tutup sarsaladı.

– Zeynep’e ne söyleyeceksin?

– Yaşadığın bu şoku ona nasıl yaşatırsın?

Erkan, çaresizlik içinde kendini tekrar koltuğa bıraktı. Kolu kanadı kesilmişti, beyni karıncalanıyordu. Sevgileri, aşkları, hayalleri ne olacaktı? Ya yaşadıkları!

Bir an karakola gitmeyi düşündü. Bu kez babası geldi aklına. Saflığı, sevecenliği, şefkati bütün benliğini sardı. Sonrasında onun yıkılışını izledi ve nefreti annesinde yaşadı. Bitmiş, tükenmiş ve çaresizdi. Bir müddet sonra oturduğu koltukta dikeldi ve “hayır” diye haykırarak ayağa fırladı. “Evet, bu mektuptan kimsenin haberi olmayacak” dedi kendi kendine. Mutfağa yürüdü, Lavaboda yaktı mektubu ve musluktan akan suya teslim etti küllerini. Kendini, Zeynep’i ve babasını düşündü bir süre; sevgiyi, aşkı, hüznü, acıyı, nefreti ve hiçliği yaşadı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı