Ziya Bey,

Size konuşma dilinde nasıl hitap ediyorsam öyle başmak istedim mektubuma. Çünkü esas isteğim sizinle konuşmaktı; mecbur kaldığım için bu mektubu yazıyorum. Aslında böyle bir konuda ne konuşmak ne de yazmak durumunda olmayı tercih ederdim. Ancak “tercih etmek” imkânına sahip olduğum zamanlar sadece okul yıllarındaki çoktan seçmeli sınav sorularıyla sınırlı kalmıştır benim için. Hesabımın “dayatılmak” kısmı ise zengincedir.

Tabii sizin gibi çok üst düzey pozisyonda bir beyefendiyle karşılıklı konuşma imkânını elde etmiş olmak benim için bir ayrıcalıktır. Bunun için size minnettar olduğumu söylemeliyim. Sizlerin bulunduğu pozisyonda her kaybedilen dakikanın aslında maddi anlamda bir kayıp olduğunu kısa da olsa geçmiş iş tecrübem sayesinde değerlendirebiliyorum. Her ne kadar beni yanınıza kabul ettiğiniz zaman dilimi, öğle yemeği saati olsa da, bir yandan çorbanızı içip bir yandan da dikkatle söylediklerimi dinlemiş olmanız, sizin hem zamanı hem de kendisine bağlı olanları başarıyla yöneten idareci yönünüzü tanıtmıştır bana. İçten olmak adına şunu ifade etmek durumundayım; bir “Ziya Görkemoğlu” olmak benim kariyer hedefimdir.

Sizinle ilk konuşmaya geldiğim gün belirttiğim gibi işimden ayrılmak durumunda bırakıldım. Görüşmemiz üzerinden yaklaşık bir ay gibi bir zaman geçti. Bu süre içinde sizinle bir kez daha görüşmek ve sıkıntılı durumumu size aktarmak üzere sekreteriniz hanımefendiden birkaç kez randevu talebinde bulundum. Sizinle yaptığım görüşmede, hem eğitim düzeyim, hem iş tecrübem, hem de çalıştığım sektörle ilgili geniş bilgi sahibi olduğumu takdir ettiğinizi belirtmeniz, bana bu cesareti vermişti. Randevu taleplerime henüz olumlu-olumsuz yanıt alamadığım bu süre, görüşmemiz sırasında bana tüm söylediklerinizi daha iyi anlama imkân tanımıştır. Benim gibi iyi özellikleri olan bir adayın muhakkak değerlendirilmesi gerektiğini söylerken, bir yandan da olumsuz ekonomik gelişmeler neticesinde şirketlerin kârlılık hedeflerini tutturmakta ne kadar zorlandığını bu amaçla her türlü harcamalarda tasarrufa gidildiğini, tüm bu sebepler nedeniyle personel alımlarının yavaşlatıldığını da son derece profesyonel ve kibar bir dille izah etmiştiniz.

Yaptığımız bu görüşmenin babam vasıtasıyla olması nedeniyle, en kısa sürede çalışmaya başlamak durumunda olduğumu söylemek istememiştim. Sizin de takdir ettiğiniz özelliklerim sayesinde zaten hemen şirketinizde çalışma imkânı yaratılacağını düşünmüştüm. Babamın sizinle okul arkadaşı olma şansını, sadece ilk karşılaşmayı kolaylaştırmak üzere kullanmak, devamında ise sahip olduğum niteliklerle istediğim noktaya gelmeyi ummuştum. Görüşmemiz sırasında bana oldukça babacan davranmış olmanıza rağmen, yaptığım açıklamaların tamamen profesyonel ölçüler içinde kalmasına özen göstermiş, ailevi sıkıntılarımdan söz etmemiştim. İnsanın karşısına çıkan her türlü imkânı sonuna kadar değerlendirmemesinin bedeli olacaktır tabii. Benim gibi, hayatı “imkân” kıtlıkları ve bol-bol “bedel ödemek”le geçmiş olan birisi için “kendine güvenme”nin bir sınırı olduğu konusunda iyi bir derstir şu anda düştüğüm durum.

İmkânların ve bedellerinin adil olarak dağıtılmadığı bir dünyaya artık tahammülümün kalmadığını birisiyle paylaşmak durumundayım. Tarih öğretmeni olarak yaşamaktan memnun olan ve iş hayatına dair sizin sahip olduğunuz gibi üstün amaçları / hedefleri aklından bile geçirmeyen babamla bu konularda konuşmak beni tatmin etmez. Tüm hayatı bir kadın tarafından, yani annem tarafından idare edilerek geçen bir insanın hayat konusunda bana söyleyeceklerine saygı duymam ve ondan bir şeyler öğrenmemin mümkün olmayacağını siz de takdir edersiniz mutlaka. Lise öğretmenliğinden okutman olarak üniversiteye geçişinin tamamen annemin ısrar ve gayretleriyle söz konusu olduğunu, bana gösterdiğiniz yakınlık ve samimiyet sebebiyle size söylemekte bir mahsur görmüyorum. Annemi örnek alıp beni yönetme, yönlendirme fırsatlarını kaçırmayan karımla da bu konuda herhangi bir paylaşımda bulunmam söz konusu değil. Üniversite mezunu olmamasını, baba tarafından gelen mal mülk zenginliğinin verdiği güçle dengeleyen bir kadındır eşim. Evimdeki otoritemin ve saygınlığımın sarsılmaması için, işsiz olduğum zaman süresince, her gün işe gider gibi evden çıkıp mesai sonuna kadar internet kafelerde vakit geçirmek durumundayım. İşsiz kaldığımı anladığı anda babasının işinde çalışmam için bana baskı yapacağını, kendi güç sahasına beni çekme fırsatını kaçırmamak için elinden geleni ardına bırakmayacağını biliyorum. Gördüğünüz gibi sadece iş hayatımda değil özel yaşantımda da “dayatmalar”la mücadele halindeyim. Önceki iş yerimde de güç dengeleri hep benim aleyhimde olacak şekilde ayarlandığı için benzeri dayatmalara maruz kaldım; mümkün olduğunca bu dayatmalara karşı çıktım. Ancak bu mücadele sonunda gücümün sınırlarını görmek mecburiyetinde kaldım ve işimden oldum.

Bu yaşadıklarım bana şunu öğretti: “Mücadele etmek durumunda kalacağım ortam yaratmadan yaşantımı sürdürmeliyim.” Bunun ev yaşantımdaki uygulaması, “iş hayatımda başıma gelen olumsuzlukları karıma sezdirmemek” şeklindedir. Aynı okuldan mezun olduğum bir arkadaşımın karısıyla benim karımın arkadaş olması gibi şansız bir durum söz konusu olduğu için bazı şeyleri gizlemekte güçlük çektiğim olmuştur. Örneğin arkadaşıma çalıştığı şirketin araba tahsis etmesinden sonra karım, arkadaşımın benden daha yüksek pozisyonda olduğunu anlamış; bunu da uygun bulduğu zamanlarda bana sezdirmekten zevk almıştır. Diğer yandan iş dünyası konusunda herhangi bir fikri olmaması nedeniyle benim “şef” olarak tanımlanan pozisyonumun idarecilikle bir ilgisi olmadığını fark etmemiş olması durumumun ağırlaşmasını engellemiştir.

Ziya Bey, bir üstteki paragrafı yazdıktan sonra ara verdiğim mektubuma yedi ay sonra devam ediyorum. Şu anda kayınpederimin Şirince bölgesindeki bağlarına bakan çalışma masasında oturmuş, önümde yığılı birtakım evraklardan açtığım bir mektup boyutlarındaki yerde sizinle baş başa konuştuğumu hayal ediyorum. Hiçbir zaman size göndermeyecek olsam da, bu yazdıklarımın bir kelimesini dahi okumayacağınızı bilsem de, bu mektubu yırtıp atmak yerine size yazmaya devam ediyor olmam ne kadar tuhaf öyle değil mi?! Üzüm bağlarını dolaşırken, yirmi sekizinci kattaki ofisinizde sizinle yaptığım görüşmede giydiğim lacivert takım elbise, beyaz gömlek, lacivert üzerine ince çizgili kravat ve parlak mokasen ayakkabılarımın üzerimde olmasının tuhaflığının da farkındayım. Sadece sebebini izah edemiyorum. Ne size yazdığım mektuptan ne de kıyafetlerimden vazgeçemiyor olmamın ismi “ÜMİT” olabilir mi Ziya Bey?

Saygılarımla,

Vahit Öztek