“Ruhunu, kemikleri ve özünü, insanın ömür boyu bağlandığı ve inandığı her şeyi. Her şeyi sonsuz bir soğuk kemirir.” syf.10

 

Bu sözler “Bütün Bir Ömür” romanının ana kahramanı Andreas Egger’in yolda donmak üzereyken bulup, sırtına aldığı keçi çobanı yaşlı Boynuz Hannes’in yorgun sesiyle duyulur. Mekân Avusturya Alpleri’dir. Karla kaplı yamaçlarda yürümek zordur. Köyüne dönüp sıcak bir çorbayla donmak üzere olan bedenini ısıtmak isterken karşısına çıkmıştır. Andreas Egger bu adamı yaşatmaya çabalar ama yaşlı adam çoktan ölümüne kavuşmaya kararlıdır. “Ölüm hiçbir şey doğurmaz. Ölüm Soğuk Kadın’dır” der ve bir yolunu bulur, genç adamın sırtından kaçar, izini kaybettirir. Bir roman için ilginç bir başlangıçtır bu. Aynı zamanda okuyucunun iliklerine kadar soğuğu işler. Hem ölümün hem çaresiz yalnızlığın soğuğunu. 

 

Egger dehşet içinde köydeki lokantaya varır. Orada yaşamının akışını değiştirecek ikinci olayla yüzleşir. Az öne bir kâhin gibi yaşlı adamın dile getirdiği kadındır karşısındaki. Marie ona gülümser ve artık genç adam için yaşamın bir amacı vardır. “Andreas Egger hayatı boyunca bu anı hiç unutmayacaktı: O öğleden sonra hafif çıtırdayan lokanta sobasının önündeki bu kısa gülüşü.”syf. 14

 

Andreas Egger orta yaşlarda, aksak yürüyüşlü, iri bir adamdır. Pek yakışıklı olduğu da söylenemez. Konuşmayı sevmeyen bu adam daha bebekken annesini kaybeder Kranzstocker Çiftliğine bırakılır. Aslında bu onun ömür boyu sürecek yalnızlığının başlangıcıdır. Küçücük yaşında eniştesi tarafından acımasızca hırpalanır. Hatta sakatlığı da sessizliği de o günlerden kendisine miras kalır. Kendi çocuklarını koruyup kollayan Bay Kranzstocker baldızının gayrimeşru dölünü ölesiye döver, küçük bedeniyle altından kalkamayacağı işlere zorlar. Bunları yapmaktan vahşice bir zevk bile alır. Ta ki oğlan 16’sına gelip dayağa karşı koyacak güce erişinceye kadar. İşte o gün artık başkaldırır ve çiftliği terk eder. Boğaz tokluğuna, günü birlik yaşar. Marie ile karşılaştığı gün artık düzenli bir işe sahip olması gerektiğini anlar. Aile kuracaktır. İşte tam da o günlerde, yani romanın başlangıcının tarihlendiği 1933’te, Alplerin ücra yamaçlarındaki köyde yabancılar görünür. Büyük makinelerle gelirler. Kayak turizmi için dağa tırmanan büyük teleferik inşaatı başlar. Hannes bu iş için biçilmiş kaftandır. “On üç yaşında genç bir adamın kaslarına sahipti; on dört yaşındayken ilk kez altmış kiloluk bir çuvalı kaldırıp ambarının kapağından tahıl zeminine atmıştı. Güçlüydü ama yavaştı. Ağır düşünüyor, ağır konuşuyor, ağır yürüyordu; her düşünce, her sözcük ve her adım izini bırakıyordu ve hatta onun görüşüne göre tam da ait oldukları yerde kalıyordu.” syf.26

 

Çiftlikten ayrıldıktan sonra bir arsa edinir. Bu onun mülküdür. Hayatta sahip olduğu tek şey. Çalışmaktan arta kalan zamanlarında bir çukur kazar. Evin temelini oluşturur. Sonra çevredeki taşları toplar, onları teker teker sayar. Sayma işi bitince hepsine bir isim verir. O da bitince tekrar aynı şeyi yapar. Orası ailesini kuracağı yer olacaktır. Marie’ye evlenme teklif eder. “Egger kendi kalp atışlarını duyuyordu. Bir ara ona öyle geldi ki, altındaki küflü tahta yeniden hayat bulmuş gibi kalbi göğsünde değil kütükte çarpıyordu.” syf.44 

Marie kabul eder, evlenirler. 

 

İnşaat şirketindeki yöneticisinin karşısına çıkar. Bir aile babası olduğu için itirazlara aldırmadan hakkını ister. Adam kabul eder ama karşılığında ölesiye çalışacağına dair söz ister. “Bir adamın saatleri satın alınabilir, günleri çalınabilir ya da tüm yaşamı gasp edilebilir. Ama kimse bir adamın yalnızca tek bir anını alamaz. Durum budur ve şimdi beni rahat bırak.” syf.46  

Yaptığı iş hiç kolay değildir. Arkadaşlarıyla birlikte zor koşullarda dağın yüreğini yararak ilerlerler. Hatta bir gün iş arkadaşlarından biri ağaç keserken kolunu da keser. Doğal bir kabulleniş yaşanır. Olan olmuştur, yapılacak hiçbir şey yoktur. “Kolumu ormana gömün. Belki ondan frenk üzümü yetişir” diyecek kadar acımasız bir kabullenişe sahiptir bu köyün insanları. 

 

1935 yılı mart ayında Egger ve Marie evlerinde uykudayken Egger bir ses duyar, yataktan kalkar, evden çıkar. Tam o sırada çok güçlü bir çığ tüm köyü kaplar. Egger kendine geldiğinde evinin çatısına kadar karla kaplandığını görür. Kırık bacaklarını sürükleyerek ve çıplak ellerini kullanarak karı açmaya çalışır ama Marie’ye ulaşması imkânsızdır. Köyü örten bu felaketin sebebi “dağın hafızası olması mıdır?” bilinmez ama romanın satırları arasına yerleşir.

 

Egger yine bir başına kalır. Kırık bacakları iyileşir, eski gücüne kavuşur ama adam daha da içine kapanır. Adolf Hitler’in öfkeli hezeyanlarıyla dünya savaşının çığlıkları da duyulmaya başlamıştır. Teleferik inşaatı tamamlanır. Turistler gelir. Şirket iflas eder, gider. Egger işsiz kalır. Ve savaş başlar. Egger zorunlu olarak askere alınır. Hâkimi olduğu dağlarda görevlendirilir. Adam öldürmek zorunda kalır. Esir düşer. Eziyet görür ama ölmez. “Soğuk günler ve buz gibi geceler boyunca, top ateşiyle parçalanan karanlık gökyüzünün altında, arıklardan donmuş kaskatı hayvan ve insan uzuvlarının taştığı açık, geniş karlı alanlardan geçtiler. Egger kamyonunun arkasında rampa kenarına oturmuş, yolu çevreleyen sayısız tahta haça bakıyordu. Marie’nin ona sık sık okuduğu dergiyi hatırladı; orada tasvir edilen kış manzaraları bu donmuş, yaralı dünyanın yanında ne kadar da yetersiz kalıyordu.” syf. 83 Nihayet 1951 yılında esaretten kurtulur, köyüne geri döner. Eniştesi onu görünce şaşırır. Yine aynı nefretle bakar çünkü gözü gibi baktığı iki oğlu ölmüş ama baldızının gayrimeşru dölü, dik başlı, nankör Egger hayatta kalmıştır. 

 

Zaman hızla akıp gider artık yaşlı bir adam olan Egger yaşamını yine alışık olduğu dağ yardımıyla sürdürür. O turistlerin tercih ettiği usta bir rehberdir. Çok konuşmaz, arkada kimseyi bırakmaz. Yaşamı yalnız tamamlanacak diye düşünürken karşısına yeniden biri çıkar. “O sırada zihninin derinliklerinden bir hatıra yükseldi, çok uzak bir zamanın gerisinde kalmış, neredeyse iyicek silikleşmiş kısa bir çağrışım. “Daha değil,” dedi yavaşça; kış vadiye çöküyordu.” syf.141

 

141 sayfada bütün bir ömrün izlencesini sunan bu roman gücünü yalın anlatımından alıyor bana göre. 2016 yılı Man Booker International Ödülü Finalisti olan “Bütün Bir Ömür” yalnızlıkla kuşatılmış, acılarla perçinlenmiş ama hiç umudunu yitirmemiş sade bir yaşamın hikâyesini anlatıyor. Roman altını kurşun kalemle çizmek isteyeceğiniz sayısız cümleyle dolu. 

 

Bütün Bir Ömür – Robert Seethaler – Timaş Yayınları, İstanbul, 2020, 141 sayfa