BENİ BENDEN ALAN ADAM!

Modern Türk öykücülüğünde “altın kuşak” olarak anılan 1950 kuşağının önde gelen isimlerindenmiş Vüs’at O. Bener… 1950’de New York Herald Tribune ile Yeni İstanbul gazetesinin ortaklaşa düzenledikleri yarışmada “Dost” adlı öyküsüyle adı duyulduğunda henüz yirmi sekiz yaşındaymış. Yarım yüzyılda yazdığı az sayıdaki öykü, roman ve oyunlarıyla edebiyatımızda etkili ve saygın bir yer edinmiş, Enis Batur’un tabiriyle II. Yeni’nin bu ilk hikâyecisi, ödüllü yazar…

Neden miş, mış, diyorum? Çünkü son yıllara kadar bırakın tanımak, adını bile duymamışım!

İlk kez hocamız Sayın Nalan Barbarosoğlu söylerken işittim. “Okuna” dendiğinde hafızama yazmıştım. İsim çok ilginçti. O an bilemedim kadın / erkek / yerli / yabancı; nedir, ne değildir. Soluğu internette aldık tabii… O da ne! “Yazınından” çok “Hakkında” yer alıyor. Bu neye delalet acaba?

İlk bilgi: “Hım! Erkekmiş, ‘O’su da Orhan!”

İkinci bilgi: “Aman Tanrım 1922 doğumlu! Rahmetli annecimle akran, rahmetli! Vee, daha yeni haberdar oluyorum; ne yazık ki!”

“N’palım yani!” dedimse de “Dost”u okumaya başladığım ilk anda içimi kaplayan utanç duygusu gittikçe hayıflanmaya dönüştü: “Neden bu kadar geç! Neden?” diye. Sonra da “İyi ki!”ye…

Sınırları aşmış bir öykücümüz Vüs’at O. Bener. İlk kitabına adını veren, on beş gün içinde yazdığı “Dost” Fransızcaya, diğer öykülerinden “Batak” Almancaya, “İlki” ise İngilizceye çevrilmiş.

Kitabın arka kapağında: “Konuşma dilini tüm doğallığıyla, ona yoğunluk kazandırarak kullanır.” deniliyor. Behçet Necatigil ise, “Gerçekleri aydınlıktan uzaklaştırıp soyutlamalara götürme çabaları ve anlatışındaki yeniliklerle çağdaşı hikâyecilerden ayrı bir yol tuttu.” diyor, onun için. Edebiyatçılar da, dili ve alışılmış anlatım kalıplarını kendine has yöntemlerle bozup yeniden inşa eden yazar, olarak anlatıyorlar üstadı; tıpkı yapboz yapar gibi…

Öykülerini kaldırmak hiç kolay değil. Daha gençken okusam fırlatır atardım, belki de! Gerçi şimdi de çok gittim geldim ama hocanın hatırı ve sorumluluk duygum olmasa bu aşk başlamadan bitebilirdi. Çoğu kez midemde koca bir yumrukla okumaya devam ettim. Kafam bi dolu dünya… Bu nasıl bir yazmaktı? Daha önce hiç rastlamadığım; insanı delip geçen türden…

Başlarda kitaba yoğunlaşmakta da zorlandım. Zaman fakiri olsak da baktım ki olmuyor, öncelikle “O”yu, orada burada, serviste, araçta falan okumayı bıraktım. Çünkü “O” seni senden istiyor. Seni içine almak istiyor. Özel zaman istiyor. O da tamam. Yine de kolay olmadı. Seni hemen sarmıyor, kafanın yanı sıra ruhunu da teslim almak; seni yere sermek istiyor.

 

Kendini teslim ettiğin an iş işten geçiyor ve keskin kalemiyle her yerin kesik içinde kalıyor. Tevekkeli değil, Semih Gümüş, Kara Anlatı Yazarı isimli kitabı yazmış hakkında. Umudu, narkoz olarak niteleyen yazarımız, mutluluk için bilinç susuncaya değin, belleğinden avuntu çıkarabilenlere özgü olsa gerek, diyor. Elbette, yazınına, yaşamının ağır gölgeleri düşmüş.

Genelde öyküler okurken hayal dünyanızda canlanır, içine girersiniz ya! “O”nda ne mümkün! Hep bir sis perdesi var aranızda! Kafanda tam olarak canlandıramıyorsun ama ne anlatmak istediğini yüreğinin ta içinde hissediyorsun. O kanıyorsa, sen de kanıyorsun.

Yıldız parıltısı bir dille kararmış gerçekleri unutulmaz öykülere dönüştürmüş. İnsanları genelde yalnız ve küçük, yozlaşmaya yatkın, sıradan insanlar. Çoğu sevgisiz ve alkol düşkünü… Lakin zararları hep önce kendilerine… Ve tüm yalnızlıklarına karşın, aynen benliğini didik didik eden yazarımız gibi kendilerini sorguluyor, hayata tutunmaya çalışıyorlar.

Öyküleri huniyi tersten göze dayamak gibi, önce dar, sonrasında koca bir dünya… Derinliklerinde kaybolup gittiğiniz. Ellili yıllarda yazılmasına rağmen, bugüne uzanıp, yakalayıveriyorlar sizi. Hani, bilmeseniz, sanki bugün, sanki yeni; ölümsüzlük misali…

Sözlüğe bakıyorum: Vüs’at [1]Genişlik. Bolluk. [2]Fırsat. [3]Boş meydan. [4]Kuvvet, güç, takat. [5]Varlık, zenginlik. [6]Bir şeyin boşlukta doldurduğu yer / uzam. Köken Arapça

Eskiler derler ya “İsmiyle müsemma”… Tüm anlamlarını inanılmaz karşılayan bir kişilik… Anne-babası bilip de mi koymuş, yoksa o mu adına uymuş bilemedim amma okunduğunda varlığınıza zenginliğin alasını katıyor lakin seni senden alıyor; takatsiz bırakıyor.

Seçim size kalıyor. Tamam mı, devam mı? Umarsız bir aşk yaşarcasına, tam da Enis Batur’un dediği gibi: “Okur çoğunluğunun giriş kapısını bulmakta zorluk çektiği, okur azınlığının içinden çıkamamaya razı olduğu, ne razı olması, bundan engin mutluluk duyduğu bir labirent” kendisi.

Bir okuru ise şöyle diyor: “Dost adlı hikâye kitabını okuduğumda, keşke elimde bir sihirli değneğim olsaydı, diye düşünmüştüm. Sokağa çıkardım, dokunduğum herkes çılgınlar gibi kitapçılara koşardı. Sakin olmaya çalışarak, ‘V. O. Bener’ derlerdi, ‘Dost’ adlı hikâye kitabını arıyorum; ölüm kalım meselesi, n’olur anlayın!”

İşte böyle! Halen tanışmadıysanız, ben gibi geç kaldıysanız, aman derim; çabuk olun! Kaçırmayın! Hemen “Dost”un kapağını açın, dost olmaya yol tutun üstatla, kolay olmasa da! Dostluğun doğası da bu değil mi, zaten! Zorlu yollardan geçmek. Sürekli teste tabi tutulmak, aynen yaşam gibi!

Vüs’at O. Bener: Dost –  Yaşamasız; YKY, İstanbul, 2003 – (Dost 175 s. Yaşamasız’la birlikte 268 s.)