Son bir yıl içinde özellikle İlyada destanını yeniden anlatan mitolojik kitaplar ilgimi çekmeye başlayınca Guardian’a göre 21. Yüzyılın en iyi 100 kitabından biri olarak nitelendirilen KIZLARIN SUSKUNLUĞU kitabına kayıtsız kalamazdım. Women’s Prize ve Costa kitap ödülleri en iyi roman adayı da olan kitabımızın yazarı Pat Parker.

Patricia Mary W. Barker 1943 yılında Thornaby, Birleşik Krallık’ta doğmuş İngiliz yazar ve romancıdır. 1982 yılına kadar üniversitede tarih ve siyaset dersleri veren yazar, yirmili yaşlarının ortalarından itibaren yazma kariyerine de başlamış ve yazar Angela Carter tarafından yazma konusunda cesaretlendirilmiştir. İlk kitabı Birlik Sokağı (Union Street) Fawcett Society Book Prize ödülünü alıp, 1983 yılında da ismi en iyi yirmi genç İngiliz yazar arasına giren Barker, birinci dünya savaşını anlatan Regeneration üçlemesiyle edebiyat dünyasında önemli bir yer edindi. Eserlerinde genellikle savaş, hafıza, travma ve hayatta kalma gibi konulara değinen yazar dolaysız, lafını sakınmayan üslubuyla dikkat çekti. On beş civarında kitap yazan bol ödüllü yazarın Türkçeye yalnızca Kızların Suskunluğu ve Toby’nin Odası kitapları çevrilmiştir.

Kızların Suskunluğu üç bölümden oluşan bir roman ve on yıl süren Yunanlılar ve Troyalılar arasında geçen Troya savaşını Briseis’in gözünden anlatıyor. Yaşadığı Lyrnessos kentinin düşmesiyle kentinden, tahtından koparılan Briseis “kasap” diye seslendikleri, kocasının ve kardeşlerinin katili Akhilleus’un kölesi ve odalığı oluyor kitabın başlangıcında. Bir gün önce sarayında dolaşan soylu bir kadının bir gün sonra nasıl köleleştirilerek altın kaplar, kumaşlar gibi ganimete dönüştürüldüğünü görüyoruz. Erkeklerin ve erkek çocuk doğurma ihtimali olmasın diye hamile kadınların ölümüne sebep olan savaş koşullarında ganimet olarak nitelendirilen kadınların bir anda değişen yaşamlarındaki zorlukları anlatan bir roman kitabımız. Akhilleus, Odysseus ve Agamemnon gibi güçlü erkeklerin başrolünü paylaştığı uzun süren bir savaşta, bu savaşçıları doğuran ama gölgede kalan ve susmak zorunda olan ve artık kendilerini bir nesne olarak gören kadınların nefretin, çaresizliğin üstlerine bir karabasan gibi çöktüğü bir ortamda hayatta kalabilmek için gösterdiği çabayı ve umudu Briseis’in ağzından yeniden anlatmış Pat Barker. Tanrıların Troya surları altında erken bir ölüme karşılık ebedi şan ve şeref vaat ettiği Akhilleus’un beklenen ölümü gerçekleştiğinde, her koşulda yaşamayı seçen Briseis’e ne olacağı kitabın sonuna kadar heyecanla okumamızı sağlıyor.

Dili çok akıcı olan kitapta ben anlatıcının hâkimiyeti olmasına rağmen özellikle Briseis’in Agamemnon’a verildiği dönemde zaman zaman tanrı anlatıcı da devreye girmekte fakat kesinlikle rahatsız etmemektedir. Mitolojiyi sevmeyenlere bile kurgusuyla, diliyle savasın kötülüğüne dair verdiği mesajla mitolojiyi sevdirecek bir kitap olduğunu düşünüyorum. Mitoloji sevenlerin ise mutlaka okuması gereken bir kitap.

Kitabın sonundaki Briseis’in günümüze gönderdiği ama şu anda dünya koşullarına baktığımızda hiç ders alınmadığını düşündüğüm aşağıdaki cümlesiyle tanıtımı bitiriyorum;

“O insanlar, düşünülemeyecek kadar uzak o geleceklerin insanları bizim için neler düşünür? Bir şeyi biliyorum: fetihlerin ve köleliğin zalim gerçeklerini istemezler. Erkeklerin ve oğlan çocukların katledildiğini, kadınlarla kızların köle alındığını duymak istemezler. Bir tecavüz kampında yaşadığımızı bilmek istemezler. Hayır bambaşka, daha yumuşak bir şeyi tercih edecekler. Bir aşk hikâyesini belki? Sevgililerin kim olduğunu anlamayı başarmalarını umuyorum yalnızca.”

 

Pat Barker, Kızların Suskunluğu, İthaki Yayınları, Eylül 2020, 319 sayfa