Bir süre kaldığım Kanada’dan dönerken aldığım kitaplardan biriydi, adını sıkça duyduğum ama okuma fırsatı bulamadığım Sri Lanka asıllı Kanadalı yazar Michael Ondaantje’nin Warlight (Savaş Işığı) adlı kitabı. Son kitabı olmasının yanı sıra romanın; “1945 yılında anne-babamız bizi suçlu olabilecek iki adamın himayesine bırakıp gittiler”, giriş cümlesi de beni etkilemişti. 1945, savaş sonrası, anne-baba, çocuk, bırakma, bırakılma, suçlular… Çok olasılığa açık, kendi başına bile bir hikâye olabilecek başarılı bir cümleydi. Aralık sayımızda çocuk temasını işlemeye karar verdiğimizde, işte tam zamanı okumanın diyerek bir senedir okunmayı bekleyen kitabı elime aldım.

Çok ödüllü bir yazar Ondaantje. Hemen hemen her kitabı bir ödül alıyor. Bilmeyenler için, 1996’da filmini seyrettiğimiz Oscar ödüllü Ingiliz Hasta filminin kitabını yazan yazar. Bu kitabıyla 1992 yılında aldığı Booker Ödülü’nden sonra 2018’de gene aynı kitapla Man Booker Ödülü’nün 50. Yıl şerefine düzenlenen, 50 senenin en iyi kitabı olarak Altın Man Booker Ödülü’nü de alıyor. Yazar kariyerine 1967 yılında şiirle başlıyor ve on üç şiir kitabı var; yedi tane de romanı. Bu dalda da birçok ödülün sahibi. Romanında da şair olmasının etkileri görülüyor. Savaş Işığı kitabı da 2018 Man Booker Ödülü için listeye giriyor ama kazanamıyor. 

Anne babası o daha çocukken boşanan yazarın annesi, yazarı akrabalarına bırakıp yeni bir yaşam kurmaya İngiltere’ye gidiyor. 1954 yılında annesiyle buluşmaya giden yazar 1962 yılında  da Kanada’ya göç ediyor. Savaş Işığı’ndan bir önceki, 2000 yılında basılan Kedi Masası adlı romanı 1950’lerde Sri Lanka’nın ticari başkenti Colombo’dan annesiyle buluşmak üzere İngiltere’ye giden on yaşında bir çocuğun yirmi bir günlük gemi yolculuğunu anlatır. Savaş Işığı’nda da 1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen akabinde, anne babalarının bıraktığı on dört yaşında anlatıcı Nathaniel ve on altı yaşındaki ablası Rachel’in hikayesi anlatılıyor. Fon savaşta bombalanmış, yıkılmış Londra. Her iki roman da yazarın kendi hayat hikâyesinden bariz ögeler taşıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ve 1983 yılında başlayıp 2009 yılında hükümetin galibiyeti ile sonuçlanan Sri Lanka iç savaşının da, kendi hayat hikayesi kadar, yazarı etkilediğini düşünüyorum. “Savaşlar hiç bitmez; asla geçmişte kalmazlar”, diyor sayfa 212’de. Okuduğum birçok analiz ve yorum bu romanın bir savaş romanı olduğundan bahsediyor ancak kitaptaki ana karakter Nathaniel’in çocukluğunda ailesi tarafından terk edilişinin onun hayatı üzerinde bıraktığı izden hiç bahsedilmemiş. Bence kitap savaşın aileler üzerinde bıraktığı yıkıcı etkileri anlattığı kadar çocuk ya da bu romandaki gibi ergenin açısından ebeveynlerin ama özellikle annenin önemini de anlatıyor. Zorlu geçen savaş yıllarının hemen bitiminde yeni bir iş fırsatı diyerek çocuklarını, çocuklarının çok az tanıdığı, ne iş yaptıkları belli olmayan iki garip adama teslim edip giden annenin, önlerinde hazırladığı sandığı aslında yanına hiç almadığını keşfettikten sonra o ergenlerin hayatının nasıl olacağını tahmin edebilir misiniz? Sürekli bir arayış halinde bir yere tutunmaya çalışan, tam bir yere ait olamadan, hep kendini yaşıtlarından farklı hissedip bir yere sığamayan, nasıl olduğunu anlamadan ergenlikten yetişkinliğe adım atan çocuklar…

Okuması kolay bir yazar değil Ondaantje. Yakın okuma gerektiriyor. İki bölümden oluşan romanın ilk bölümü  Nathaniel ve Rachel’in önce babalarının, sonra da babalarıyla buluşmak üzere annelerinin gitmesiyle başlıyor. Kısa bir süre sonra bodrumda annelerinin yanına almadığı sandığı keşfedince ve ne annelerinden ne de babalarından herhangi bir haber almayınca yalnız başlarına kalan bu iki çocuğun, kendi evlerine girip çıkan birçok garip kişilikle yaşamları, hayatlarında eksik anne-baba figürünü başka başka kişilerde buluşlarını, hayatı bambaşka tecrübelerle tanıyışlarını okuyoruz. Bu bölümde sorularımıza cevap bulamadığımız gibi yazarın tam da nereye varacağını anlayamadığımız, sıkı araştırma ve gözlem sonucu ulaşıldığını hissettiğimiz bilgileri en ince detayına kadar okuyoruz. Ara ara sıkıcı olabiliyor ama yazarın dilinin zenginliği sadece konuya değil yazım biçimine de odaklıysanız okumaya devam ettiriyor. Bu bölümde birçok karakter giriyor, çıkıyor. Hiç biri tam bir yere oturmuyor. Bilinçli bir dağınıklık söz konusu özetle.

İkinci bölümde yıl 1959 ve Nathaniel yirmi sekiz yaşında. İngiliz Gizli İstihbarat Servisi’nde savaş yıllarına ait eski dokümanları inceleyerek, İngiltere savaş suçu sayılabilecek kanıtlar bıraktıysa, bulup temizlemek görevi. Bu araştırma sırasında annesinin de geçmişini araştırmaya koyuluyor Nathaniel. İlk bölümde dağınık olan karakterlerin kimlikleri ortaya çıkmaya başlıyor, kopuk gibi görünen parçalar yerine oturuyor. Bu bölüm daha akıcı, açıklayıcı ve ilk bölümün sis perdesi altında yavaşlığını anlaşılır kılıyor. Anne Rose karakterini de burada tanımaya başlıyoruz. Nathaniel’a asla anlatmadığı, onlardan uzak geçirdiği yıllarda neler yaptığını bulmaya çalışan Nathaniel geçmişinde hayatına girmiş kişilerin hiçbirinin tesadüfen olmadığını, her birinin ona yansıttıkları yüzlerinin altında başka kişilikler yattığını çözüyor. Bütün bilgilere ulaştıktan sonra hayat Nathaniel için daha kolay oluyor mu bilmiyoruz ama kitabın son bölümünde yazdığı “Sanki kafa karıştırıcı bir manzaradaymışız gibi, savaş sırasında mayınlı o plajlardaki çicekler gibi, eksik, yok sayılmış, hayatta kalmak için görünmeyen ve söylenmemiş olanı bir araya getiriyoruz”, cümlesi savaşın, annesiz ve babasız büyümenin çocuklarda açtığı derin yarayı cok güzel ifade etmiyor mu?

Romanın ismi de sembolik. Warlight ( savaş ışığı) savaş zamanında şehir bombardıman altındayken yapılan karartma sırasında, yollarda ilerlemek zorunda kalan genellikle askeri araçların yol almasını sağlamak üzere yol kenarlarına konan belli belirsiz turuncu ışıklara deniyor. Nathaniel ve Rachel’in hayatında da anne figürü belli belirsiz, onları duygusal fırtınalarla hayata incecik bir iple bağlayacak kadar mevcut.

İlk bölümde yazarın kelime ve anlatım zenginliğinden etkilenip o dağınıklığa sabredebilirseniz, okumaya değer bir kitap. İnsanın vatan mı aile mi önceliğini sıkı sorgulatan bir kitap. Anne Rose’un bu kadar bağımsız ruhlu iken evlenip çocuk sahibi olması ve sonra onları bırakması da başka bir tartışma konusu. Her kadın evlenmeli ve çocuk sahibi olmalı mı? Savaşın eğrileri ve doğruları diyemeyeceğim, daha çok eğrilerini gösteren bir roman. Savaş sırasında yapılan her şey mübah mı? Savaşta galibiyet veya mağlubiyet mutlak bir çözüm mü? Dünün doğrusu bugünün yanlışı oluyorsa ne doğru? Özetle okurken birçok soruyu soracağınız ve işlenen konuları kendi kendinize sorma ve cevaplama şansı tanıyan bir roman. Eğer amacı buyduysa yazarın, başarmış diyebilirim.

Warlight – Michael Ondaantje

2019, Toronto

McClelland & Stewart Yayınevi

290 sayfa