Necati Cumalı bu ülkenin en önemli edebiyatçılarından biridir. Bir konuşmasında “Bizler, çelişkili koşulların yaşamını bölük pörçük, parça parça ettiği bir kuşağız.” demiş. Bu bölünmüşlüğü hikâyelerinde de işlemiş. Atatürk gibi Makedonyalı. 1922’de o daha bebekken ailesi Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılmış. Ailesinin ve kendisinin tüm yaşadığı zorluklara rağmen Cumhuriyetin ilk kuşağından olan büyük usta yeni kurulan cumhuriyetin büyük ilkelerinin ve heyecanlarının içinde yetişmiş bir Atatürkçü ve ilk dönem temsilcisi olmuş.

 

Ailesini kırmamak için hukuk eğitimini tamamlayan hatta bir süre avukatlık yapan Necati Cumalı, ailesiyle birlikte yaşadığı İzmir’in Urla ilçesinde yazlarını, kışlarını ise İzmir’de, yatılı okulda geçirmiş. Her ne kadar avukatlık mesleğine kısa bir giriş yapsa da bu çok uzun soluklu olmamış ve hep istediği işe, edebiyata yönelmiş.

 

Çok yönlü bir yazar olan Necati Cumalı’nın öykü, roman, şiir, oyun ve deneme alanlarında eserleri bulunuyor. Öykülerinden, birçoğu Türk Sineması’na da uyarlanmış. Ancak Metin Erksan’ın yönettiği “Susuz Yaz”ın Türk Sinema tarihinde bir devrim niteliğinde olduğu söylenebilir.

 

Film 1963 yılında Necati Cumalı’nın da çocukluğunun geçtiği ve Susuz Yaz hikâyesinin mekânı olan Urla’da çekilir. Çekim için düşünülen isimlerin (Ayhan Işık ve Türkan Şoray) ücreti yüksek olunca on altı yaşında ilk defa kamera karşısına geçen Hülya Koçyiğit filmin başrolünde yer alır. Hikâyenin ana kahramanları Osman ve Hasan kardeşleri ise Ulvi Doğan ve Erol Taş canlandırırlar. Film tamamlanır ancak o dönemin meşhur sansür kuruluna takılır. Gerekçe “Türkiye’yi dışarıya yanlış anlatıyor” olmasıdır. İşte “Susuz Yaz” filminin “film gibi” hikâyesi bu sansürden sonra başlar. Yapımcı ve yönetmen bir şekilde filmi yurt dışına çıkartırlar. Almanya’da Altın Ayı film festivaline sokarlar ve “Susuz Yaz” festivalden büyük ödülü alarak ayrılır. Bu beklenmedik büyük başarının ardından Türk filmlerine yurt dışı festivallerinin yolu açılır, önemli bir kırılma noktası aşılır. Hatta 1968’de Paris’te Türk Filmleri Haftası düzenlenir. Metin Erksan’ın açtığı bu yoldan sonrasında Yılmaz Güney, Erden Kıral, Atıf Yılmaz, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu ve Derviş Zaim gibi sinemacılar geçecektir. ,

 

Necati Cumalı’nın kaleminden çıkan “Susuz Yaz” Cumhuriyet sonrası ilk dönemlerde geçer. Hikâye kurak topraklara sahip Ege’de akarsuların izlediği yolun anlatımıyla başlar. Siz de bölgenin haritasını gözünüzün önünde canlandırırken bir yandan da o kuraklığı hissedersiniz. Sonrasında Urla Bademler ile Seferihasar arasında kalan Tekeler’deki bir çiftçliğin iki göz odadan oluşan evine girersiniz.  Artık Hasan ve Osman kardeşlerinin çiftliğindesinizdir.

 

Hasan ve Osman iki kardeştir. Aynı anadan aynı babadan olma ama birbirinden tamamıyla farklı iki kardeş. Hikâyenin başladığı zaman Hasan yeni dul kalmıştır. Doğum sırasında eşini kaybedeli altı ay olmuştur. Kardeşi Osman ise nikahsız karısı Bahar’la daha yeni evlidir. Hasan kendi odasını yeni evli çifte verir. Bahar’ın gelin geldiği ilk günler karısının görüntüsü gözlerinin önünden gitmez ama hemen yan odadaki genç çiftin geceler boyu sevişmelerini dinledikçe artık ölen karısını hatırlamaz olur. Gözünün önünde canlılığıyla ve gençliğiyle hep Bahar gelin vardır. Her gece onların seslerinin kesilip uykuya dalmalarını bekler, onlar uyuduktan sonra da kulak verdiği bir ses daha vardır o da suyun sesidir: “Bu su zengin edecekti onları. Suya kulak verdikçe, bahçelerinin gerisinde, cebelden açtıkları boğazda, yetiştirdikleri yeni aşılıkların, kayısı, şeftalı fidanlarının boy attığı gelirdi gözünün önüne. Su sesi, fidanların yaprak kümeleri arasında dolaşan rüzgârla karışırdı.” Evet Hasan’ın hayalini zenginlik süslemektedir. Hayatın tüm zorluğunu çektiğini düşünmekte ve artık zengin olmak istemektedir. Hasan aslında bir yere kadar haklıdır,  iki kardeş babalarından kalan toprakla çok uğraşmış, hale yola koymuş, yeni fideler ekmişlerdi. İkisi de gençti, güçlüydü. Osman ağasının sözünden çıkmazdı. Tek dertleri susuzluktu. Özellikle yaz aylarında tam anlamıyla bir kuraklık yaşanırdı. Ama Hasan köyü yazın kavuran susuzluğun da çaresini bulmuştu. Köyü besleyen su kaynağı kendi topraklarından çıkıyor, yolun aşağısında meydanda eski bir havuzda toplanıyordu. Bu havuz çok eskiden, bütün bu toprakların eski Rum sahibi tarafından yaptırılmış. O zamanlar bu topraklar bir kişiye ait olduğu için sorun yokmuş ama şimdi parsel parsel bölünmüştü. Herkes sırayla suyu kullanıyordu. Hasan suyun kendi hakkı olduğunu söyleyerek toprağına bir havuz yaptırır ve suyu önce burada biriktirir, kalanı dışarı verir. İşte sonu kanla bitecek hikâye de böyle başlar.

 

Komşu köylüleri Hasan’la önce konuşmayı denerler, bu işte Osman’ın bir kabahati olmadığını bilirler. Ancak Hasan nuh der, peygamber demez. Davalık olurlar. Çözüm bulunmaz. Bu şekilde yaz geçer. Sonbaharla yağışlar artınca yazın yaşanan sıkıntılar unutulur. Ortalık sakinleşse de komşularından Veli Hasan’a bir ders vermek niyetindedir. Fırsat da ayağına gelir. Hasanların köpeği kendi köpeğinin peşine düşünce acımadan öldürür. Hasan bu işi ona düşman olan köylülerin yaptığını anlar ve intikam için başka işler de yapacakları konusunda Osman’ı doldurur. Artık geceleri çiftliklerinin başında nöbet tutarlar. Bir gece beklenen olur. Bin bir zahmetle büyüttükleri, köylüyle kavgalı olup yeşerttikleri fidanlarını kesen iki karaltı görürler. Hasan adamı evlerde bulundurulmaması gereken yasaklı bir silah gra ile vurur, öldürür, ancak suçu kardeşinin üstlenmesini ister. Yaşı küçüktür, askerliğini yapmamıştır, o daha az ceza alacaktır. Hapishane de ona göz kulak olacağını, hamile olan karısına iyi bakacağını, ona avukat tutacağını söyler. Osman gönülsüz ikna olur. Ama ağasından da söz alır. Bahar’ına iyi bakacaktır, yoksa der “ceza biter karşında beni bulursun” Bahar bu işten hoşnut değildir. Mahkeme tamamlanana kadar bebekleri doğar. Osman’ı en son ziyarete gittiklerinde oğulları altı aylıktır. Hasan zamanla kardeşine verdiği sözü unutur. Bahar’da gözü vardır. Beklediği kısmet bir gün ayağına gelir. Gazetede bir haber yayınlanır. Hapishanede Osman isimli bir mahkûmun öldürüldüğüne dair. “Ben de Osman’dan nicedir haber alamıyordum” der ve ölenin kendi kardeşi olduğunu kabul eder. Bahar sahipsizdir. Hasan istediğine kavuşur. Ancak bir yandan da Osman’ın bir gün çıkıp geleceğini bilir. Zaman çabuk geçer, Bahar Hasan’dan da bir oğlan doğurur. Hükümet değişmiştir af haberleri yayılır. Osman serbest kaldığında yıllardır onu arayıp sormayan abisinin hainliğinden emindir. İntikam için köyüne döner. İlk önce Bahar’la karşılaşır. Bahar’da her şeyi anlamıştır. “Onun için elini kana bulama” der. Ama Osman abisinin karşısına dikilir. Abisi köylüden esirgediği suyla yeşerttiği fidanlarının arasındadır “Uzak dur, acımam vururum” der. Osman üstüne yürür, Hasan ateş eder ama yere devrilen o olur.

 

Osman’ın arkasından ateş eden Bahar Hasan’ı vurur. Elindeki olay gecesi Osman’ın elinde olan ve mahkemede Hasan’ın benim üstüme kayıtlı çifte bu, gra ise kardeşimdeydi diyerek kendini kurtardığı tüfektir.

 

Necati Cumalı’nın insanı tüm çıplaklığıyla önümüze koyan “Hikâyenin kötü kahramanı Hasan için toprağın kurusun be adam” dedirten bu öyküsünü Cumhuriyet Kitapları / SUSUZ YAZ  – Bütün Eserleri 3’den okudum. Kitapta yine aynı topraklarda yaşayan farklı insanların farklı hikâyelerini de bulacaksınız. Bunlar; Öç, Yenilmeyen, Dağlı ile Muharrem, Bıçak, Kaatil, Gülsüm Kıza Ağıt, Esma ile İsmail, Aktör, Aksini Biri, Selim’i Anarım.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

_______________

Necati Cumalı: Susuz Yaz, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, Ekim 2010, 23. Baskı, 288 sayfa [“Susuz Yaz”, 7-71 ss.]