Türkü denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biridir Ruhi Su. Hayatı dramla başlamış, yasaklarla kuşatılmış ama yılmamış, doğru bildiği yolda, inandığı şekilde yaşamayı sürdürmüş bir ozandır. Uzun zamandır kitaplığımda okunmayı bekleyen “Ruhi Su Ezgili Yürek” kitabı, bana göre her kitap gibi okunma zamanını beklermiş meğer. Söz konusu türkü olunca Ruhi Su’yu anmamak olur mu?
Kitap bir anı–biyografi türünde hazırlanmamış. Dönemsel olarak Ruhi Su konulu; şiir, marş, yazarın kendi ürettiği denemeler ve söyleşilerden oluşuyor. Böyle olunca da Ruhi Su’yu daha yakından tanıma fırsatı veriyor. İlk bölümde sanatçının kendisinin kaleme aldığı şiirler, türkü sözleri yer alıyor:
BU NASIL İSTANBUL (s.19)
Bu nasıl İstanbul zından içinde
Kayboluverdi gecem gündüzüm
Bu nasıl İstanbul zından içinde
Bavo bave…
Yattığınız yerde güller bitecek
Gün ışıyıp gelir sabret, bu bizim
Yattığımız yerde güller bitecek
Bavo bave…
İkinci bölümde Ruhi Su’ya ithafen yazılmış şiirler derlenmiş. Üçüncü bölümdeyse Ruhi Su’nun sanatına yönelik görüşlerinin çeşitli mecralarda yayınlanmış denemeleri yer alıyor. Bu metinler sanatçının üretim süreçleri, türkünün toplumdaki yeri, sanatsal değeri gibi konularda ders niteliğinde çok değerli görüşlerden oluşuyor:
“Çok defa halkın kendisi gibi türkülerini de saf ve şirin bulanlar, ‘Yalnız bunları böyle bırakmamalı, inkişaf ettirmeli’, derler. Bu inkişaf kelimesiyle neyi kastettikleri pek bilinmez. Acaba türküler inkişaf edince senfoni mi olacak? Halk türküleri, halkın hayatı içinde gelişe gelişe bugünkü erişilmez sadeliğini bulmuş bir ifade vasıtasıdır.” (s.45)
“Halkın bu türküleri kimseyi eğlendirmek için söylemediği, dış görünüşü ile böyle de olsa, hakikatte onlarla halini anlatmaya çalıştığı bir kere akıllarına gelse, gerisi kolay. O zaman bir milletin halini türkülerinden öğrenmek mümkün olacak. Bu türküler halkın hayatının bir ifadesi değil mi? Onlar çiçekten, sıtmadan, tarlasını basan selden ve çekirgeden bahsetmiyor mu? Felaketin nereden geldiğini bildiği halde, feleği diline dolayarak, ‘Kahpe felek sana nettim, neyledim / Asiyab’ın misali çarhı başımda söndürdün / Kimine zevku sefa verdin kimine mihnet’ diyerek yeryüzündeki adaletsizlikleri onlarla anlatmıyor mu? Çocuk doğuramayan kadın, toplum düzenine karşı duyduğu korkuyu, acıyı, bu türkülerle anlatmıyor mu? Kitleler halinde öldürülmüş ve yok edilmeye çalışılmış zümrelerin hikâyesi bu türkülerle anlatılmıyor mu? Asırlardan beri, bir lokma ekmek için memleketi bir uçtan bir uca dolaşan milyonlarca yurtsuz, yuvasız insanın garipliği, ıstırabı, bu türkülerle anlatılmıyor mu? Mademki bu türküler bu kadar hazindir, o halde, halkın hayat şartları tahammül edilemeyecek kadar hazin demektir.” (s.48)
Bu yazılar 1940 ile 1979 tarihleri arasında çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış ve kitapta tarih sırasına göre verilmiş. Okudukça halk müziğinin ne kadar değerli olduğunun bir kez daha farkına varıyorsunuz: “Halk müziğinin tazeliği ve gücü hayattan ve halkın hayatına giren çeşitli konulardan gelmektedir. Halk, söylemek ihtiyacını duyduğu her şeyi müziği ile söyleyebilmektedir. Söylenilen bir şey gerçeklerle ilgili olunca söyleniş daha samimi oluyor. Bundan dolayı da bugün halkımızı ifade edebilecek halk müziğinden daha soylu bir müziğimiz yok demek yanlış olmaz.” (s.65)
Ruhi Su’nun kitapta “Yazılar” başlığı altında verilen bu metinleri çeşitli temel konular üzerinde toplanmış: Halk türkülerinin yaşama gücü, türkülerde çokseslilik, batılı olmak, türküler nasıl söylenmeli, Yunus Emre ve Karacaoğlan, halk türkülerinin şiirle ilişkisi ve derlemeler gibi.
Kitapta son bölüm “Konuşmalar” başlığı altında röportajlara ayrılmış. Benim her zaman okumaktan en çok keyif aldığım türdür röportajlar ve günlükler. Kurgudan uzak, sıcak ve samimidirler. Burada da Ruhi Su’ya sorular yöneltenler içinde kimler yok ki? Örneğin ilk söyleşi Orhan Kemal ile başlıyor. Ruhi Su’yu gençlik yıllarında, Adana’da kendisi futbol peşinde koştururken, elinde kemanı ve lacivert takım elbisesiyle gördüğünü ve pek özendiğini söyleyerek girmiş söyleşiye. Ruhi Su’ya kemandan saza geçişini soruyor, sanatçı da şöyle yanıtlıyor: “Saza başladım. Ama sazı, Orta Anadolu’da olduğu gibi, melodilerle at başı gider şekilde değil, türküleri tamamlayıcı bir unsur olarak aldım. İyi saz ustalarına dikkat edilecek olursa, onlar bu işin farkına içgüdüleriyle varmışlardır. Yani, başka sesler ilave olunduğu zaman türkü çok daha başka bir zenginlik kazanıyor. İyi saz ustası bu işe teknik anlamıyla ‘armoni’ yahut ‘akor’ demiyor; ama modern anlamda bilinçle yapılan armoni ve akoru, bir ihtiyaç olarak anlayıp tatbik ediyor. Onun içgüdüleriyle vardığı bu anlayışa, biz aldığımız müzik kültürünün bilinciyle vardık.” (s.94)
1952 ile 1985 yılları arasında yapılmış söyleşiler de özenle seçilmiş. Dikkatimi çeken isimler arasında Hasan Hüseyin, Osman Arolat, Doğan Hızlan, Bülent Berkman, Süheyla Dura, Onat Kutlar ve Zeynep Oral var.
Tüm bunlardan bahsedip de sunuş yazısını atlamak olmaz. “Birlikte Yaşamak” başlığı altında değerli şair, tiyatro ve edebiyat insanı Cevat Çapan kitaba bir önsöz hazırlamış. “Ruhi Su, elli yılı aşan sanat yaşamında kendisini işine adamış bir yaratıcının eşsiz özverisiyle, hiçbir zaman bencillik kuyusuna düşmeden, bize birlikte yaşamanın güzelliğini iletmiş, acılı ve yalnızlıkla ilgili türkülerinde acıyı ve yalnızlığı aşmayı; sevinci dile getiren türküleriyle sevinci ve mutluluğu paylaşmayı öğretmiştir. Onun söylediği türküleri dinlerken nerede olursanız olun, yalnız bir yerle, bir zamanla değil, bu değişik yer ve zamanlarda yaşamış türlü türlü insanla da bir bağ, bir özdeşlik kurarsınız. Artık yalnız değilsinizdir. Türküler bize bu yaşantıların ne olduğunu en yoğun biçimde duyurur. Bu, doğrudan doğru anlatım gücünden kaynaklanan bir gizdir.”

Not: Kitabı Ruhi Su türküleri eşliğinde okudum. Etkileyici Türkçesiyle yaptığı birkaç söyleşi kaydını da dinledim. Böylece edebiyatın disiplinler arası gücünden de faydalandım. Naçizane tavsiyemdir.

Kitap adı: Ruhi Su Ezgili Yürek, Yayınevi: Everest, Tür: Deneme, Sayfa sayısı: 220 Basım yılı: Kasım 2010 (8.baskı)