Karanfil Hanım, cenaze günü hariç, kocasının mezarına hiç gitmedi. O gün de herkes gidiyor diye takılmıştı kalabalığın peşine. Âdet yerini bulsun diye işte, ha bir de Rıza’nın yerin dibini boyladığını, kürek dolusu toprağın altında kaldığını kendi gözleriyle görmek için. Gördü de, öyle uzun uzun baktı çukura, dinledi ağlayanların sesini, okunan duaları. Rıza da duymuş muydu acaba anasının yaktığı ağıtları. Rıza’nın mezarına koca bir demet kan kırmızısı karanfil bıraktı. Ucuz parlak kâğıda sarılmış, üç güne tamamen solması garanti bir koca demet karanfil. 

Sabahat Hanım’a felç indi cenazeden hemen sonra, konuşamaz oldu. Üzüntüden dedi doktorlar, zamanla düzelebilirmiş. Eşini geçen sene kanserden kaybetmişti, şimdi de tek evladının acısı üstüne gelince… Yüce Rabbim, öteki tarafa bırakmaz, tadına baktırır cehennemin diye içinden geçirdi Karanfil. Konu komşu ne üzüldü Sabahat’a ne üzüldü: 

“Zaten ağzı var dili yoktu, zavallı kadının, etliye sütlüye karışmaz köşesinde örgü örerdi, vah vah!” Sözleşmiş gibi herkesin ağzında aynı laflar. Ulan ağzı da vardı dili de oturmayaydı köşesinde, laf edeydi, söz diyeydi, diyecekti ki vazgeçti Karanfil. Rıza evire çevire döverken “Kadına el kalkmaz, kırarım ellerini! diyeydi.

Oysa babası hayattayken süt dökmüş kedi gibiydi Rıza. Babasıyla işe gider gelir, adamın karşısında el pençe divan dururdu. Velakin, dağ gibi adama kanser teşhisi kondu, iki aya kalmadı öldü. Annesi yanlarına taşındı. Sonra Rıza’ya da olanlar oldu. Miskin, çalışmayan, sigara ağzında koltukta elinde kumandayla uyuyakalan hödüğün biri olup çıktı.  Dükkânı devretti, o paraları ne bok yedi kimse bilmiyor, eve getirmediği kesin de… Karı kız muhabbeti de yoktu, olamazdı da zaten. Babası öldüğünden beri adamın şeyi kalkmıyormuş.   İşte, kalkmayınca da hırsını karısından almaya, yok yere dövmeye başladı. Çocukları da yoktu, Rıza kısırdı herhalde, hiç doktora gitmediler ki. Oysa Karanfil Hanım ne çok istemişti bebeğini kucağına almayı. Kız erkek fark etmezdi onun için, bağrına basacağı, kokusunu içine çekeceği canından bir parça istemişti. 

Sabahat Hanım, köşesinde oturur, gıkını çıkartmazdı. Rıza da Karanfil’in dudağı, kaşı filan patlayıp da kıpkırmızı kan görene kadar durmazdı. Kan tutardı Rıza’yı. 

İşin ilginci kan tutan Rıza kendi kanıyla boğularak öldü, hatta uzun sürdü son nefesini vermesi. 

Karanfil uzun uzun baktı yerde yatan kocasına. Boğulur gibi sesler çıkarıyordu, bir şeyler söylemeye çalışır gibiydi. Duymadı Karanfil, elinde bıçak öylece baktı gözlerine. Nasıl karanlık, nasıl dipsizdi göz çukurları. Elini uzattı yardım ister gibi, vaktiyle Karanfil de elini uzatmıştı  aynı onun gibi ama kimse elini tutmamıştı, öte tarafa çevirmişlerdi başlarını. Karanfil de çevirdi başını, polisi aradı kanlı parmaklarıyla. On beş dakika içinde polis geldi, Sabahat de polislerle beraber içeri girdi telaşla. Komşuya gittiydi, sabah kahvesine. Yerde kanlar içinde yatan oğlunu görünce Karanfil’in gözlerine bile bakamadan yığıldı kaldı. Polisler, delillerin toplanması, ifade vermeler, olay mahali ekipleri, onlarca soru, eşkal belirlemeler filan derken Rıza’yı bıçaklayan iki kişiyi kıskıvrak yakaladı. Karanfil elinde ekmekle eve erken dönünce adamlar topuklamışlardı ama paralarını bulamasalar bile Rıza’nın canını almayı başarmışlardı. Karanfil eve gelir gelmez ambulansı arasaydı, belki Rıza bu kadar kan kaybetmezdi. O zaman belki ölmezdi de. 

Polis sorgusu sırasında Karanfil ara ara istemsizce tebessüm ediyordu. Rıza ona her vurduğunda “Kendi kanında boğul inşallah!” diye beddua edişi aklına geliyor, kendini tutamıyordu. Pislik herifin kanı nasıl da parlak kırmızıydı. Boğazına doldukça hıçkırıyor, bir kısmını yutuyor kalanını tükürmeye çalışıyordu. Adamlar dalak malak neresi varsa girmişlerdi, her yerinden kan fışkırıyordu sanki. Karanfil yerdeki bıçağı istemsizce eline alınca birkaç yeri de kendi deşmek istemedi değil ama anlamsız bir sakinlik çöktü üzerine ve Sabahat’in kıçını hiç kaldırmadığı köşedeki koltuğa oturdu ve Rıza’nın kıvranmasını seyretti. Yavaş yavaş polisti, ambulanstı gerekli telefonları etti, Sabahat’ı da aradı tabi ama en son. Bir de güzel rol yaptı ki, artistlere taş çıkartır. 

“Lütfen yardım edin, kocam… kocamı bıçaklamışlar. Çok kan kaybediyor, lütfen hemen gelin, yalvarırım…”

Bir de ağladı ki etinden et kopartıyorlar gibi. Planlasa bu kadar düzgün akmazdı olaylar. Dualar okuttu, merhum eşinin helvasını kavurdu, ağladı, ağladı, göz yaşları aktı sel oldu. Konu komşu nasıl üzüldü bu haline, cenaze öncesi ve sonrası tüm mahalle bir oldu. 

Yaslı dul Karanfil Hanım ve kayınvalidesi Sabahat Hanım bir süre sonra evlerinde baş başa kaldılar. Gelen giden azaldı, herkes kendi derdine tasasına gömüldü… Karanfil Hanım hariç. Onun derdi tasası zaten toprağın altındaydı. Sabahat Hanım da eşini ve oğlunu kaybettikten sonra fazla dayanamadı, seneyi çıkartamadan o da Hakk’ın rahmetine kavuştu.  Onu da eşinin yan tarafına gömdüler. Karanfil ona da bakmaya gitti, üzeri tam örtüldü mü diye. Ellerini açtı, dudaklarını kımıldattı, son duasını etti kayınvalidesinin mezarının başında. Onun duasını filan kız kardeşi üstlendi, Karanfil zaten yasta ya, yük olmak istemediler zahir. Kolay mı kadıncağız iki sene içinde kayınbabasını, kocasını ve kayınvalidesi toprağa vermişti, hangi yürek bunu kaldırabilir ki, hayatta bir başına kalıverdi işte. Soranlara:

“Aaaah, komşum, ne yaparsın giden gittiğiyle kalıyor, olan hep geride kalanlara oluyor, di mi?” derdi. 

Bayram sabahı erkenden kalktı, kahvaltısını keyifle yaptı, şifon bir elbisesi vardı, boyundan bağlamalı olanlardan. İç gösteriyor diye Rıza hiç sevmezdi, evde bile giymesine izin vermemişti. Siyah küçük puantiyeleri vardı elbisenin, inadına onu geçiriverdi üzerine. Geçti aynanın karşısına, bir de rujunu sürdü şöyle bastıra bastıra. Başörtüsünü de 60’lardaki Amerikan filmlerindeki kadınlar gibi bağladı, hafif bolca. Bir eksik gözlükleriydi, onu planlamamıştı işte. Mezarlık yürüme mesafesindeydi, tatlı bir şarkı mırıldanarak yokuşu çıktı, hava da inadına parlak, inadına aydınlık. Güneşin sıcaklığını doya doya hissetti yüzünde. Mezarlığın yanından geçti. ‘Yüce Rabbim, öteki tarafa bırakmaz, tadına baktırır cennetin.’ dedi içinden. Başörtüsünü çıkartıp saçlarını savurdu…