Hazan otuzlu yaşlarını bitirirken düşmüştü incitmebeni denen hastalığın pençesine. Önce memesinin
bir kısmını kaptırmıştı ona. Yapılan kemoterapiler sonunda ilk raundu kazanmış, çalışma hayatına son
verip yeniden şekillendirdiği hayatını yaşamaya başlamıştı. Hüznü çağrıştıran ismine inat, dışardan
bakıldığında sürekli gülen, eğlenceli, şen şakrak bir kadındı Hazan. Güzeldi de; kıvırcık kara saçları,
aynı renk hep gülen gözleri ve kışın bile solaryuma girmiş gibi görünen esmer teni vardı. İncitmebeni
ikinci kez yokladığında bile yaşam sevincini elinden alamamış, Amazon kadınları gibi savaşmış ikinci
raundu da kazanmıştı. Savaşçı kişiliğine ve yaşama bu kadar sıkı sarılmış görünmesine rağmen
gelecek için uzun vadeli planlar yapmayı da çoktan bırakmıştı Hazan. Kendince günlerini en iyi şekilde
yaşamaya çalışıyor yaşadığı şehri yeniden keşfediyordu. Her şeye rağmen günlerinin sayılı olduğunu
düşüncesinden de kendini kurtaramıyordu; özellikle de gazeteler, televizyonlar bu hastalıktan
kurtulamayıp ölen birinin haberini verdiğinde birkaç gün eve kapanıp üzülüp ağlıyordu, onlar bu
hastalıktan kurtulamadı ben mi kurtulacağım diyerek.
İlk teşhisin üzerinden on yıl kadar geçmişti ki, bir yaz sonunda yaşattığı sıkıntılarıyla yine çıkıp gelmişti
incitmebeni. Tatilini keserek geri döndü İstanbul’a Hazan. Tetkikler sonunda kemiklerine kadar dört
bir yandan kuşatıldığını öğrendi. Bu sefer savaşacak gücü kalmamıştı. Akciğerlerinin ve kemiklerinin
de bu istilacı hücrelerin işgali altında olduğunu duyduğunda yenilgiyi kabul etti. İki kişi dışında
herkesten özellikle de annesinden gizledi durumunu. Sonbaharda artan öksürüğünü çevresindekilere
grip olarak göstermeyi tercih etti.
Sağlıklı çalışmayan ciğerleri başına bir sıkıntı daha çıkarmıştı. Doktoru kalp zarında su toplandığını
derhal hastaneye yatıp tedavi olması gerektiğini söyledi. Gittiği ilk hastaneden yatak olmadığı için bir
başka hastaneye sevk edildi ve derhal yoğun bakıma alındı. Upuzun bir koridorda yan yana dizilmiş ve
birbirlerinden kumaş perdelerle ayrılmış yatakların olduğu kesif bir ilaç ve dezenfektan kokusu
solunan, hastaların uykularında bile inlediği acı dolu bir yerdi burası. Sabah akşam doktorların ziyaret
ettiği, hemşirelerin ilaç, serum vermek ya da ateş ve tansiyon ölçmek için uğradıkları, ziyaretin yasak
olduğu tecrit odasına benzer bir yer gibi gelmişti burası Hazan’a. Hastalar serumla besleniyor ve
sürekli uyutuluyordu neredeyse. En az uyuyan ama uyur numarası yapan biri olarak Hazan, yüzlerini
hiç görmediği sadece seslerinden tanıdığı komşuları hakkında da çok şey öğreniyordu. Hangi hasta
ameliyat öncesi geldi, hangisi ameliyat sonrası, kim kaç gün kaldı mahallenin muhtarı gibi sorsanız
hemen söyleyecek durumdaydı.
Hafta sonunu da içine alan beş günlük yoğun bakım macerasında hayatının en büyük şokunu yaşadı
bir gece Hazan. Yan tarafında kalp ameliyatı olmayı bekleyen ve durumu kritik olan komşusu bütün
gün her uyandığında tuvalete de gitmediği için hemşireden kendisine lavman yapmasını istemiş fakat
isteğini kimseye kabul ettirememişti. Akşam olduğunda, nöbet değişimi olmuş yeni hemşireler
gelmişti. Sesinden ve konuşmalarından yaşlı bir amca olduğunu tahmin ettiği komşusu yeni gelen
erkek hemşireye yalvarmaya devam etmiş ve onu ikna etmeyi başarmıştı. İşlem yapılacağı için yaşlı

hasta çok mutlu olmuş ve hemşireye dualar etmeye başlamıştı bile: ‘’Allah ne muradın varsa versin!
Allah seni buralara düşürmesin! Düşürürse senin gibi merhametliye düşürsün’’ diyerek.
Hemşire hazırlıkları yapmış ve adamı rahatlatacağı düşüncesiyle şakalar yaparak işleme başlamıştı ki,
birden ortalık karıştı. Yaşlı amca seslenmelere cevap vermiyordu. Telaşlı konuşmalar ve
koşuşturmalar başladı. Gelen başhemşire bir yandan Hazan’ın acemi olduğunu tahmin ettiği erkek
hemşireye bağırıyor bir yandan da nöbetçi doktoru çağırmasını istiyordu. Pazartesi ameliyat olacak
hasta onların deyimiyle ex olmuş, yani ölmüştü. Bütün hastaların uyuduğundan emin olan sağlık
personeli kendi aralarında rahatça konuşuyorlardı. Hazan duyduklarına inanamıyordu. Uykulu gözleri
kocaman açılmış, kulaklarını kabartmış bugüne kadar hiç tanık olmadığı böyle bir olayın bir kelimesini
bile kaçırmadan ses kaydını almaya çalışıyordu. Durumun vahametinden ötürü gözlerinin
kenarlarından yastığına doğru yolculuk yapan gözyaşlarının ise farkında bile değildi. Belki de stajyer
olan bir eleman kimseye bir şey sormadan lavman yapılmaması gereken bir hastaya lavman yapmış
ve onun ölümüne sebep olmuştu. Bağrış çağırışlardan sonra ayaküstü kriz çözülmüştü. Yapılan plana
göre hasta yakını aranacak ve hastanızın durumu ağırlaştı denecekti. En erken bir saatte hastaneye
ulaşacak hasta yakınlarına geldiklerinde de hastanın kurtarılamayarak öldüğü söylenecekti. Nöbetçi
doktor hastayı morga taşımalarını söyleyip uzaklaştı. Hastanın morga götürülmesinin ardından ortalığı
ölüm sessizliği kapladı.
Hazan uyumadan geçirdiği ve tanık olduğu çözümden ötürü daha da üzüldüğü o gecede ne yapması
gerektiğini uzun uzun düşündü. Gözünün önünde bir insan aptalca bir acemilik yüzünden ölmüştü ve
hasta yakınları bunu asla bilmeyeceklerdi. Bu arada ölüme sebep olan kişide hiçbir şey olmamış gibi
ortalıkta dolaşacaktı. Ertesi sabah gelecek olan yoğun bakım doktoruna söylemeye karar verdi önce
ama sonra hâlâ onların elinde olduğunu düşünerek vazgeçti.
Bir sonraki gün çıkarıldığı odada hemen yakınlarına anlattı bu olayı ve gece gündüz birilerinin yanında
kalmasını istedi ve tabii taburcu edildikten sonra da ne olursa olsun bir daha bu hastaneye
getirmemelerini. Ne zaman gözünü kapasa o yaşlı adamın yalvarmalarını duyuyordu. Taburcu
edileceği gün yanına gelecek kardiyoloğa yaşadığı olayı anlatmaya karar verdi. Böylece komşusu yaşlı
amcaya karşı son görevini yapacak, en azından vicdanını rahatlatacaktı.
Ertesi sabah taburcu edilmeden son kontrolü yapmak için gelen doktora o gece yaşananları tekrar
yaşıyormuşçasına dehşet içinde anlattı Hazan. Doktorsa ilgili evrakları doldururken çok sıradan bir
olayı dinliyor gibi en ufak bir şaşırma ibaresi göstermeden dinledi onu. Hazan merakla doktorun
söyleyeceklerini bekliyordu, doktor kafasını kaldırıp “Emin misin? Böyle bir şey hastane kayıtlarında
yok. Olsa mutlaka haberim olurdu. Biliyorsunuz size verilen o hapların sonucunda hastalar böyle
karabasanlar görebiliyor” dediğinde çabasının ne kadar boş olduğunu anladı. Hiçbir şey söyleyemedi
odayı terk eden doktora ve bu hastaneden kurtulduğuna sevinerek hemen hazırlanmaya başladı.