Ben hiç av hikâyesi anlatılmayan bir çevrede büyümüş, silahları bekçi, polis üstünde ya da film ve müzelerde görmüştüm. Otuz yaşına geldiğimde bir iş arkadaşım arkadaşlarıyla birlikte hafta sonları ava gittiğini söylediğinde, ‘’Ne sen hayvan mı öldürüyorsun?’’ diyerek nasıl baktıysam, birden kendini ezile büzüle savunmak zorunda hissetmişti.

‘’Ya, yok öylesine her zaman bir şey vurma gibi bir derdimiz yok. Ortam için orda oluyoruz genelde, açık havada, gece ateşin etrafında içip muhabbet ediyoruz. Çadırlarda konaklayıp hem spor yapmış hem de temiz hava almış olarak dönüyoruz evimize.’’

Bunları duyan herkes gibi benim de av tatiline çıkasım geldi. Hatta ‘’O zaman bir hafta sonu bende gelmek isterim’’ bile dedim. Merak ettim bu çok konuşulup anlatılan, hem de avlanılmayacak ortamı. Fakat sorulması gereken en can alıcı soruyu sormadan da duramıyorum. ‘’Peki hiç mi bir şey vurmadın?’’ Ona göre çok masum, fakat benim dürüst olduğuna da hiç inanmadığım cevap, yüreğimi yaralamaya yetti. ‘’Birkaç ördek vurmuşumdur.’’ Normalde avcılar av muhabbetinde mangalda kül bırakmaz derler ya, bizimki pek mütevazi çıkmıştı.

Bu sohbetin sıkıntısına daha fazla katlanmak istemeyen arkadaşım, bir daha bu konuda benimle hiç konuşmayıp yanımdan kaçarcasına uzaklaştı ve kafamda deli sorularla beni baş başa bıraktı. Kimseyi incitmeyen, güler yüzlü, yardımsever bir arkadaşım nasıl olur da bir canlıyı öldürme işine bir spor gözüyle bakar ve bundan zevk alırdı. Bu işe bir de yatırım yapar, yatırım diyorum çünkü onlar bu avlanma işini, arada bir koşup doğada birkaç saatlik yürüyüş yaptıkları bir spor olarak görüyor ve sporun gereğini yerine getirmek için kesenin ağzını açıp birkaç maaşlık yatırım yapıyorlardı. Malum şapkası, çizmesi, tulumu, ceketi derken kıyafete bir bütçe ayırıyorsun yetmiyor, üstüne bir de silahlara ve ruhsatlarına paralar harcıyorsun. Çadır, uyku tulumu, alet edevat derken masraflar giderek artıyor. Av köpeklerini de unutmayalım; onları da alacaksın, besleyeceksin derken, açık havada orman içinde ya da göl kenarında bir gece geçirmenin faturası ağırlaştıkça ağırlaşıyordu.

Ormanda bir yoga kampına gitseler bu kadar para harcamayacaklarına eminim. Üstelik etraflarına hiç zarar vermemiş olacaklar. Yaprakların sesleri, suların şırıltısına karışacak, mantralarının sesi doğanın senfonisine eşlik edecek, kuşların, böceklerin şarkıları da bu tatilin ikramiyesi olarak huzur bulmalarına, dinlenmelerine katkıda bulunmuş olacak. En önemlisi de hiçbir canlı ölmemiş olacak. Bunu ona önersem tepkisi ne olurdu acaba? Erkek adam yoga mı yapar! Kesin ilk tepki böyle olur. Ayrıca avcı arkadaşları duysa kim bilir nasıl gülerlerdi ona.

Aradan yıllar geçtikten sonra, uzun süredir görüşmediğim arkadaşım avcılıkta epey aşamalar kaydetmiş bir şekilde facebook’ta karşıma çıkmıştı. Arkadaşlığını kabul ettim. Önceleri av kıyafetleri ve silahlarıyla verilmiş pozlarını görüyordum hesabında. Bazen de tarlalarda av köpeklerini çekip paylaşıyordu. Neredeyse tuzağına düşüyordum; yıllar önce söyledikleri doğruymuş diye.  Birkaç ay sonra elinde üç adet tavşan ölüsüyle verdiği pozu paylaşınca yüreğim parçalandı, gördüğüme inanamadım. Üstelik av için artık İstanbul çevresiyle yetinmeyip Anadolu’da çeşitli şehirlere gidiyordu.

Hemen kapatmama rağmen beynime kazınan ve gözümün önünden hiç gitmeyen fotoğrafında biri bir elinde, diğeri öbür elinde arka uzun bacaklarını birleştirip sallandırdığı iki tavşanın arasındaki üçüncü tavşanın bacaklarını ayırıp diğer tavşanların bacaklarıyla birleştirerek kendi avcılık tarihinin en önemli pozunu verdiğini düşünüyordu herhalde. Pırıl pırıl beyaz ve kahverengi tüyleri birbirine sarmalanan ölü tavşanların uzun kulakları, kısa ön ayaklarının arasında yenilginin utancıyla sallanıyor gibi geliyor bana.

Gece karanlığında, ateşin başında sırıtarak verilen pozun altındaki yorumlarda insanın yüreğini yaralamakla kalmayıp midesini bulandırıyordu.

‘’Abim bunlar tavşan değil kuzu kuzu!’’

‘’Diğer avcılar nal topladı galiba abim.’’

‘’Turgut abim helal, afiyet olsun!’’

‘’Avınız bol olsun Turgutum, arkadaşlara selamlar!’’

Bu durumda bana yapacak bir tek şey kalmıştı. Bu yalancı avcıyı arkadaşlıktan çıkarmak. Böylece en başından beri bana ters gelen ve adaletsiz olduğunu düşündüğüm avcılık dünyasından en azından bu şekilde uzak durmak.