Beş yıl önce güneydeki sarp dağların doruklarında avlanan yaban  keçisinin boynuz uzunluğu bir metreden üç santim kısa olarak ölçülmüştü. Bu, o zamana kadar avlanan en uzun boynuzlu keçi olarak kayıtlara geçmişti. Köylüler, o tarihten bugüne kadar hiç kimsenin bundan daha uzun boynuzlu bir keçi avlamadığını söylüyorlardı. Hem avcı çoban Hüseyin hem de böyle bir hayvanının yaşadığı dağlarıyla gurur duyuyorlardı. O yıl Yaban Hayatı ve Av dergisinde hayvanın resmi basılmış, avcıyla da bir söyleşi yayımlanmıştı. Ayrıca dergi, geleneksel yıllık av sezonu kupasını da Hüseyin’e vermişti. Hüseyin, çekilen fotoğrafta elindeki kupayı nasıl tutacağını bilmez bir halde otuz iki dişiyle sırıtıyordu. Sonbahar kışa dönerken düzenlenen avcılık fuarında keçinin boynuzları sergilenmiş, ziyaretçiler bol bol resmini çekmişlerdi.

Köy o tarihten sonra avcıların akınına uğramıştı. Dostları vasıtasıyla haberdar olup yurt dışından gelenler bile vardı. Aradan geçen zamana karşın ülke rekoru kırılamamıştı. Yurtdışı rekoruysa yüz bir santimdi. Belli etmese de iddialıydı AVCI. Haberi yıllar önce okumuştu. Gerçekten, o yöre dağ keçileri bakımından zengindi. O bölgede hiç avlanmamıştı. Yirmi yıldır avcılık yapıyordu. Bazı önemsiz dereceleri vardı yurt çapında. Zaman geçtikçe, çoban Hüseyin’in avladığından daha uzun boynuzlu bir keçi avlamak tutku haline gelmişti AVCI’da. Geçen yıl turist gibi tüfeksiz bir keşif gezisi yapmıştı. Yanında sadece azık torbası, bir matara su, dürbün ve çengelli tırmanma bastonu vardı. On gün boyunca her sabah gün doğarken dağın yolunu tutmuştu. Gerçekten dağ, yaban keçisi bakımından oldukça zengindi. Keşif sırasında yirmiye yakın keçi saymıştı. Kente dönünce çektiği fotoğrafları inceledi. Çoğunun boynuzu altmış, yetmiş santim civarındaydı. Sadece bir tanesinin, kulağı kesik olanın, boynuz uzunluğu doksan santim civarındaydı. Sinsi bir gülümseme yayıldı çehresine. Aradığını bulmuş gibiydi. Top sakalını çekiştirdi. Eğer seneye bu hayvan sağ kalırsa şansını deneyecekti.

Tırmandıkça yorgunluğu artıyordu. Tıknaz ve orta yaşlıydı. Üstelik tüfek ve mermilerin ağırlığı  hareketlerini yavaşlatıyor, zor nefes alıyordu. Öğleye doğru mola verdi bir çam ağacının altında. Henüz bir keçiye rastlamamıştı. Hava biraz serinlemişti. Doruklarda kara bulutlar dolaşıyordu. Bir şeyler atıştırdı, biraz su içti. Terlemişti. Sırtını ağaca dayadı, bir sigara yaktı. Dinlenirken dürbünüyle çevreyi taradı. Beş yüz metre kadar ilerideki yamacın eteklerinde birkaç tane yavru keçi gördü. Netlik ayarı yapınca boynuzlarının çok küçük olduğunu görüp gülümsedi. Yavrular bir sürüyü işaret ediyordu. Heyecanlandı. Hemen toparlanıp karşı yamaca, bu defa aşağıya doğru inmeye başladı. İniş, çıkıştan daha zahmetliydi. Birkaç kere ayağı kaydı. Az daha yuvarlanıyordu. Üstelik hayvanları da ürkütebilirdi. Dikkatle aşağıya indiğinde sürüyü gördü. Üç yetişkin, üç de yavrudan ibaret küçük bir aileydi. Aralarında iki yüz metre kadar bir uzaklık vardı. Yavaş hareket ediyorlardı. Yavruların narin zıplamalarını, birbiriyle itişmelerini izledi bir süre. Yetişkinler de onları seyrediyordu. Dürbünü yetişkinlere çevirdi. Acaba birinin kulağı kesik miydi?

El dürbününü bıraktı. Tüfeği omuzladı. Ateş edecek gibi tüfeğin dijital olarak programlanabilen dürbününden baktı hayvanlara. Şimdi daha iyi görebiliyordu. Gerçek boyutlarda mesafeyi tayin edebilirdi. Fakat küçük sürü birden bulunduğu yerden yukarı doğru tırmanmaya başlamıştı. Keçiler doğal davranışlarını sergiliyordu. Daima yukarı, çünkü taze yeşil yapraklar oradaydı. Kımıldamadan izliyordu. Bir ara tüm aile çalıların arasında kayboldu. Karşı tepeyi taradı. Yüz metre yukarıda sürüyü tekrar gördü. Süratle aşağı inip belli bir uzaklıktan takibe başladı. AVCI sürünün peşindeydi. Fakat yetişkinleri iyice gözlemleyememişti. Her iki taraf da hareket halindeydi. Aradığı  AV bu küçük sürüde olabilir miydi? İçinden bir ses evet diyordu. Aradığın kesik kulak karşında. Emin olmak, yetişkinleri daha iyi görebilmek için durdu. Bir ağacın bedenini siper ederek dürbünüyle bakmaya başladı. Netlik ayarı yaptı yeniden. Yetişkinlerden önde olanı oldukça iri bir hayvandı. Boynuzları da uzundu. Kulağını bir türlü seçememişti. Çünkü hayvan sürekli başını oynatıyordu. Bir ara durup ailesine baktı. Başı hareketsiz kalmıştı o anda. Hemen tüfeğinin dijital dürbünüyle baktı ve kesik kulağını gördü hayvanın, buldum seni diye tısladı. Evet kulağı kesik karşısındaydı. Boynuzuna odakladı dürbünü. Uzaklık ve netlik ayarı yaptı. Hayvanın yay gibi uzanan boynuzları resim gibi karşısındaydı. Yüzde birlik hata payıyla boynuz uzunluğunun bir metreden fazla olduğunu saptadı. Dürbünün yanındaki küçük ekranda boynuz uzunluğunun yüz beş santim olduğu yazıyordu. Hata payını  düşünce, boynuz uzunluğu nerden baksan bir metreyi geçiyordu. Çoban Hüseyin’in pabucu dama atılacaktı.

Sürü, taze filizler için yukarıya doğru tırmanırken ilk şimşek çaktı. Gökyüzüne baktı. Kara bulutlar yağmur habercisiydi. Ortalık yavaş yavaş  kararmaya başlamıştı. Birkaç saniye sonra gök gürlemeye başladı. Müthiş gürültü yavaşlayarak uzaklaşırken ilk yağmur damlaları düşüyordu. Hayvanlar bu sese alışık olmalıydı. Ürkerler diye boşuna telaş etmişti. Ağaçlardaki  filizleri yemeye devam ediyorlardı. Yağmur hızlanmış, küçük derecikler oluşmaya başlamıştı. AVCI dikkatli bir şekilde sürüyü takibe başladı. Sürü aradaki mesafeden dolayı izlendiğinin farkında değildi. Kesik kulaklı AV önden gidiyor, arada bir durup diğerlerinin gelmelerini bekliyordu. AVCI  yaklaşık yüz metre uzaktan izleme yapıyordu. Yavrular yeterince güçlü olmadıklarından geriden geliyorlardı. Bu durumda sürü yavaş hareket ediyordu. Bir ara yavrulardan biri yağmurun yarattığı küçük derecikte kayarak aşağı yuvarlandı. Yetişkinlerden ikisi yavrunun peşinden aşağıya hareketlendiler. Kesik kulak, AV, hareketsiz kaldı bir an. Tam karşısında duruyordu. Tüfeği doğrulttu, dürbünden baktı. Kulağı kesikti lakin boynuzları muhteşemdi. Nefesini tuttu. Hedef dürbündeki haçın tam ortasındaydı. Netlik ayarını yeniden yaptı. Sağ elinin işaret parmağını birkaç kere açıp kapadı. Tetiğin üzerine getirdi.  Hayvanın tüm vücudu çalıların arasında kaldığından mecburen boynuna nişan almıştı. Kalbi gümbürdeyerek atıyordu AVCI’nın. Sakinleşmeye çalıştı. Hayvan karşısında heykel gibi duruyordu. Hedef olarak mükemmeldi. Ağzı kurumuştu. Yeniden nefes alıp tuttu. Tetiğe bastı. Hayvan o sırada başını biraz oynatmıştı. Belki aşağı yuvarlanan yavrulara bakıyordu. Fakat sendeledi, vurulmuştu. Çalıların ardında kayboldu. Silah sesi vadide yankılandı. Ateş ettiği yere baktı, bir şey göremedi. Aşağıya doğru baktı. İki yetişkin keçiyle yavruların kaçıştığını gördü. Tekrar yukarı baktı. Çalılar kıpırdıyordu. Gittikçe şiddetini artıran yağmurdan mı yoksa vurulan keçinin can çekişmesinden mi karar veremedi. Lakin ne olur ne olmaz diyerek hareketli çalılıklara doğru üç el daha ateş etti. Bir iki ağaç dalı koptu. Çalılıklar rüzgâr ve yağmurun etkisiyle biteviye sallanıyordu. Aşağıya baktı, bir şey göremedi. Ötekiler kaçmış olmalıydı. AVCI, AV’ın olduğu yere doğru tırmanmaya başladı. Burnundan çıkan nefesi hızla buharlaşıyordu. Merakla yukarı baktı. Birden onu karşısında gördü.  AV da ona bakıyordu. Kesik kulağın  burnundan dumanlar yükseliyordu. Nefes nefese kalmıştı AVCI. AV’ında göğsü körük gibi inip kalkıyordu. İkisi de durdu. AVCI tüfeğin dürbününden baktı yeniden. Hayvan vurulmuştu, ama hâlâ ayaktaydı. Yoksa ıskalamış mıydı? Hiçbir şey göremedi. Ne oluyor diye gözünü ayırdı, dürbünün camı buharlaşmıştı. Sildi. Yeniden baktı. Evet hayvan vurulmuştu. Ama ölmemişti. İlk attığı kurşun hayvanın yanağını sıyırıp öteki  kulağını da  koparmıştı. Parçalanan yanak derisinden dişleri görünüyordu. Sağ gözü de akmıştı. Yarasından akan kan hayvanın sakallarını kızıla boyamıştı. Tek gözüyle  deli gibi bakıyordu. Yeniden nişan aldı, tetiğe bastı. Aynı anda hayvan can havliyle şahlanan bir küheylan gibi sıçrayarak biraz daha yukarı kaçtı. Ağaçların arasında gözden kayboldu. Iskalamıştı. Hızla kaçtığı yöne doğru bir el daha ateş etti. Mermi çam ağacının gövdesine gömüldü. Karavana.

Namlusu aşağıda tüfeği omuzuna astı. Fazla uzağa gidemez diyerek yaralı hayvanın kaçtığı yöne doğru tırmanmaya başladı. Hayvanı vurduğu  yere gelince dallardaki kan izlerini gördü. Yağmurla kaybolmaya başlamışlardı. Yorulmuştu  AVCI. Zirveye az kalmıştı. Ağzı kurumuştu. Matarasından biraz su içti. AV da susamış olmalıydı. Bir saattir peşindeydi. Az kalmıştı. Elinden kurtulamazdı artık. İyice yaklaşmış olmalıydı. Evet, yirmi metre kadar uzakta onu gördü. Tüfeği doğrulttu, yeniden ateş etti. Yine vuramadı. Yorgunluktan elleri titriyordu. Sinirlendi birden. Hayvan gözden kaybolmuştu. Kaçtığı yöne doğru iki el daha ateş etti. Bu hayvan kendisiyle oyun mu oynuyordu? Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişti. AVCI, sarp kayalıkların tepesinde ulaşınca karşısında kendine kımıldamadan bakan  AVı gördü. AVCI şaşırdı. AV kaçmıyor, sanki kendisine meydan okuyordu. İşte karşındayım. Bitir işimi, sona ersin bu kovalamaca, der gibiydi. Aralarında on metre mesafe  vardı. AVCI son mermisini çıkardı. Heyecanlıydı. Titreyen eliyle mermiyi yatağına sürerken yere düşürdü. Suların içinde yuvarlanan mermiyi ayağıyla tuttu. Eğilip aldı. Islanan mermiyi avcı ceketinin içliğine sildi, kuruladı. Yeniden tüfeğe yerleştirdi. AV hiç kımıldamamıştı. AVCI tüfeği dikkatle omuzladı. AV felç olmuş gibi tek gözüyle AVCI’ya bakıyordu. AVCI tüfeğin üstüne eğildi. Göğsüne nişan alıp tetiği çekti. Tam kurumamış mermi tüfeğin yatağında patladı.  AVCInın sağ yanağı parçalandı. Dişleri ortaya çıktı. Tüfek elinden düştü. Müthiş bir uğultu vardı kafasında. Tutunacak bir yer aradı. Ayakta zor duruyordu. AV kımıldamamıştı. AVCI’nın da sağ gözü akmıştı. Şimdi AV ve AVCI birlerine tek gözleriyle bakıyorlardı. Dizleri büküldü. Ayakta durmaya çalıştı. Tek gözüyle derinlik hissini kaybeden AVCI sağlam bir kayaya basmak isterken  sendeledi. Sonra, geriye, uçuruma  doğru yuvarlandı. AV başını çevirdi, aşağıya  inmeye başladı.

Derler ki, avını çok seven benzermiş avına.