Açım ben, açım! Annem ne zaman yer acaba? Kordonu çekiştirsem anlar mı ki? En iyisi tekme atmak… Bayılıyor tekmelerime annem. Yanında kim varsa karnına dokunduruyor heyecanla. Fakat şov bebeği değilim ki ben! Başkasını fark edince hemen hareketsizleşirim. Ben ne derdindeyim onlar ne derdinde? Burası dar geliyor bana. Geçen gün doktor muayenesini beklerken bir arkadaşla konuştum. Onun annesinin karnı kocamanmış. Ben de burada yamuk yumuk durmaya çalışıyorum. Neyse ki yemek konusunda şanslıyım. Annem, sağ olsun, yedi öğün yiyor. Gerçi çikolata konusunda kendisini zayıf buluyorum. Beni babam taşısaydı çikolata işi de tam olurdu. Gerçi babam çok uyuyor. Bense gezmek istiyorum. Tabii, babam iyi adam… Geceleri annemi tekmelemeyi bırakmam için bana dil döküp duruyor. Havamdaysam ona, coşmuşsam kendime kıyamıyorum.

Anneme her doktor muayenesi adeta bir bayram oluyor. Beni ultrasonda görecek diye gün sayıyor.  Yalnız muayene günlerini bana sormadan ayarlıyorlar. Tam kaşınıyorum, burnum oluşmuş mu diye kurcalıyorum bir gürültü geliyor. Soğuk bir şey sürüyor doktor ve oramın buramın üzerinden geçiyor. Sonrası annemin çığlıkları, gözyaşları, babamın şaşkın bakışları arasında bir cümbüş oluyor. Uykum varsa hiç bu gürültü patırtılara gelemiyorum, popomu dönüp uyuyorum. Son dönemlerde hareketlenip ultrasonda görünmem için annemin çikolata yediğini keşfettim. Artık bir numaralı uykucu benim.

Bir gün muayenede içimde bir şey hissettim. Üzüntü diyorlarmış bu duyguya. Doktorun “kız” olduğumu söylediği an, annem üzülmüş. Oğlan olmamı umuyormuş. Tabii, annem demek ben demek! Bir anda yerim daha da daraldı. Ardından çok öfkelendim ve sırtımı dönüp yüzümü gizledim. Babam, muayene sonrası ilk kıyafetim olan pembe zıbınımı alınca annemin keyfi yerine geldi. Benim içinse yerine gelen aynı şey değildi. Bilmiyorum, belki bir gün annemi affederim.

Yerim git gide daralıyor. Azıcık dönsem annemin karnında Meksika dalgaları oluşuyor. Annem yatakta yatarken artık üç yastıkla uyuyor. Biri karnına koyduğu yani benim yastığım, biri bacaklarının arasına koyduğu küçük yastık, biri de tabii kendi yastığı. Aslında babam olmasa yatakta daha rahat ederiz. Şimdilik bu konuyu doğum sonrasına bıraktım.

Artık kendime bir takvim yapsam iyi olacak. Doğum günümü, saatimi ayarlamam lazım. Doğum saatim bile çok önemli çünkü yükselen burcumu belirleyecek. Tabii, bu konuda baskılar gelmeye başladı. Babam, “Bizimki tembel çıktı, doğamadı bir türlü,” diyor. Şimdiden benimle uğraşmaya başladı. Bugün canım böğürtlen çeksin de görsün o tembelliği.

Şu küçücük, kel başıma neler geldi. Hangi gün doğacağıma onlar karar verdi. Fakat en azından doğum saatimi onlara bırakmadım. Evren, sağ olsun, yardım etti. Yalnız doktora bozuğum. Hem beni çekip alıyor sıcacık yerimden hem de, “Bu çok bağırıyor, işiniz var,” diyor. Bir de beni cıbıl cıbıl tartıyorlar, orama burama bakıyorlar. Bir örtü verseniz olmaz mı, illa donmam mı gerekiyor? Neyse ki bir ara anneme öptürdüler beni de öyle sakinleştim.

Sonrası yine pek iç açıcı değildi. Elden ele gezdim. Sildiler, bileklik taktılar, topuğumdan kan aldılar. Kısacası beni fişlediler. Annemin yanına getirmeselerdi ben bilirdim onlara yapacağımı. Annem de yazık, onun kokusunu istiyorum sandı. Oysaki açtım ben. Süt istiyordum.

Popomu da paketlediler. Dokuz aydır kordondan saldım çayıra yaparken şimdi bezlendim. Tabii, bu ilk gecemiz diye uslu durdum. Boncuk boncuk baktım annemlere. Uyumadım da hiç. Annem biraz şüphelendi ben uyumayınca, ilk günün heyecanına verdi sonra. Uyumayan bir bebek olduğumu daha bilmiyorlar ama maalesef öğrenecekler. Yalnız babam fosur fosur uyudu. Güya kadına refakatçilik yapmak için kaldı. Top patlasa uyanmıyor. Gerçi çok yoruldu bugün. Annemde hata, babamı yanından ayıramıyor ki.

Eve geldik. Her bir şeyim tam. Annem dokuz ay boyunca eşyalarımı tek tek araştırarak aldı. Kitaplar okudu, gelişimimi takip etti. Yok böyle bir kadın. Tabii, bazı sıkıntıları var şu an. Ben emmek istiyorum ama göğüs uçları tükürüğümün az olmasından dolayı yara oldu. Yine de acı çeke çeke emziriyor.

Beni herkesten sakınıyor. Kimsenin eline vermiyor. Gerçi evde yardım eden kimse de kalmadı. Herkesi gönderdi, ben bakarım, diye. Bu iş pek iyiye gitmeyecek gibi. Babam desen çalışıyor. Eve gelince yorgunluktan uyuyakalıyor. Neyse ki gazımı çıkarmak için masaj filan yapıyor, sağ olsun. Bir de misafirlerimiz oluyor. Beni beğeniyorlar, seviyorlar. Bana sarı şeylerden takıyorlar. Değerli bir şeymiş taktıkları ama şu an benim için tek değerli şey süt.

Annemle salondayız. Arkadaşı yerde kullanılan bir salıncak verdi. Kucağında ben, her gece bu salonda turluyoruz. Arada da beni salıncakta sallayıp birkaç dakika uyumaya çalışıyor. Bir de gaz sancılarım başladı. Gazdan uçacak diyorlar benim için. Asıl bunu diyenlerin üzerine uçacağım bir gün. Annem uykusuzluktan perişan! Her gün ağlıyor. Kitaplardaki bebelere benzemedim, biliyorum. Masajlar, gaz şurupları, ne varsa deniyorlar. Doktorlar bu şurupları daha çok anne-babanın psikolojisi için veriyorlarmış. Yani bende bir işe yaramıyor. Bir de benden gülmemi bekliyor herkes. Bunun gülme mekanizması bozuk, diyorlar. Bu koşullarda nasıl güleyim? Annem uyumam için telefondan ninniler, masallar, fön makinası sesleri açıyor. Olmuyor, beni kundaklıyor. Tüm modern ve geleneksel yöntemleri deniyor fakat her yöntem en fazla üç-dört gün işe yarıyor.

Otuz beş gün oldu. Maşallah diyorum kendime. Bugün ilk defa güldüm. Çünkü annem otuz beş gündür ilk defa bugün ağlamadı. Herkes güldüğümün farkında fakat kimse nedeninin farkında değil. Gülmem dışında ailede bayram havası yaratan bir eylemim daha var. Kaka yapmam herkesin yakından takip ettiği, annemin babamı arayıp haber verdiği, ben yaparken ne kadar rahatsız olduğumu düşünmeden karşıma geçip mutluluktan neşelendikleri, kısaca “oh” çekilen bir eylem. Yapmadığımda ne mi oluyor? Ne uyurum ne de uyuturum. Mızmızlığım daha da artar. Karnımdaki gazdan önüme geleni tekmelerim. Fakat emmeyi asla kesmem. Emdikçe şişerim, şiştikçe de çevremdekileri şişiririm.

Yatak pembe, zıbın pembe, küvet pembe, her şey pembe! Bu bebe, pembe seviyor mu, diye hiç düşünmüyorlar. Karanlıktan çıktım ben, azıcık renk görmek istiyorum. Bugün ilk resmi misafirliğimize gittik. Tahmin edin kıyafetim ne renk? Bildiniz, pembe. Hadi onu geçtim, şu üç tel saçıma annemin toka takma sevdasına ne dersiniz? Kafamı acıttı, bastım bağırtıyı. Sonra adım huysuza çıkıyor ama ne yapayım. Tabii, bir ara aynada kendimi görünce beğendim. Yine de bir gün kendi tarzımı oluşturmak istiyorum.

Günler geçiyor ve ben hızla büyüyorum. Anne-babam çok zorlanıyorlar, biliyorum. Fakat bir gülüşüm, minik ellerimi onların yüzlerinde gezdirişim, kaşlarımın anneme, gözlerimin babama benzeyişi, o kendime has, bebekliğime has kokum, her bir yorgunluğu özel bir bağa dönüştürüyor. Bu bağa da “sevgi” deniyor.