– Entarisi ala benziyooooo, şeftalisi bala benziyooo, dali dinani loy loy,
dali di….
– Ben müdür hocahanımı görüveecem, odası nerdedir evladım?
– Hanımanne, n’apcen sen Müdire Hanımı?
– Okul müdiresi değil mi, görecem elbet, benim de çocuğum var ilkin. Onun için görmem icabediveedi işte.
– İyi de burası İlköğretim Okulu hanımanne, senin ilkokula giden çocuğun yoktur herhal?
– Va va, benim bu okulda okuyan bi oğlum va, Allah bağışlaasa.
– Amin amin, hepimizinkini bağışlasın da, sen baya geçe kalmışsın be hanımanne…
– Niye geç kalayım a oğul, ders saati daha bitmedi, bak zil bile çaliveemedi daha, ben erkenden geliveedim. Hele sen deyivee baa müdür hocahanımın odasını bakeem.
– Müdire Hanımın işi başından aşkın, demin odasına……..
Dur, dur, yavaş hele, nereye gidiyosun öyle bir telaş? Kayıp, düşüverecen şimdi, yeni paspasladım ben oraları. (Hay Allah çattık be!) Sen gel benle hanımanne, ben seni götüreyim Müdire Hanımın odasına en iyisi.
– İyi ya madem, götüü bakem. Sağolasın!
***
Tak, tak, tak…… Şeyyy, Müdire Hanım…
– Ne vardı Alirıza Efendi?
– Bir hanım, şeyyy… bir hanımanne yani, sizi görmek……….
– Sen çekil bakem aradan, ben anlatıverem diyeceğimi müdür hocahanıma.
– Neler oluyor? Siz de kimsiniz?
– Müdür hocahanım kızım, sen beni çağırıveemişsin okula. O haber kağıdı mı neyin, işte o kağıtta, velisi gelsin okula yazeyyomuş benim Osman’ım için. Ben de geliveedim işte. Du bakem nerde o kağıt, torbamın içine koyuveediydim. Yok bu deyyil, bu da deyyil, hah buldum!
– Müdire Hanım, ben dedim kendisine, meşguldür dedim sizin için emme….
– Sen çıkabilirsin Alirıza Efendi, kapıyı da kapat arkandan.
– Peki efendim.
– Buyrun oturun hanımefendi, ayakta kalmayın.
– Hah, iyi oldu bu! Yoruluveediydim…
– Evet, şimdi konuşabiliriz, nedir mesele? Kiminle görüşüyorum öncelikle?
– Şimdi müdür hocahanım kızım, ben Osman’ın babannesiyim ama bi anası da ben sayılırım.
– Hangi Osman?
– Osman Kocaman, ben büyüttüm Osman’ımı, rahmetli anası göçüp gediveedi vakıtsız…
– Hımmm evet, şu disiplin ceza… pardon yeni yönetmeliğe göre, öğrenciyi uyarma sürecinin veliyle görüşme aşamasında olduğumuz dördüncü sınıf öğrencimiz Osman.
– He ya Osman’ım, ne yapıveemiş bakem? Terbiyelidiii, akıllıdııı, vicdanlıdııı benim Osman’ım. Kimselere zarar veriveemez.
– Hanımefendi şimdi şöyle; pardon isminiz neydi?
– Adım Hatce benim. Hatce Kocaman.
– Hatice hanım, öğrencilerin olumsuz davranışlarına verilen disiplin cezasını değiştiren yeni yönetmelik gereği, ‘öğrenciyi uyarma süreci’ diye bir süreç söz konusu ve bu sürecin üçüncü aşaması da veliyle görüşmeyi öngörüyor.
– Du du du bi dakka müdür hocahanım kızım, ben şimcik senin bu dediklerinden hiç bi şey anlameyom. Sen, de baa hele, ne yapmış benim Osman’ım? Sen ne diye beni görüveemek istedin?
– Pekala, kısaca durumu şöyle açıklayayım o zaman: sınıf öğretmeninin derste işlediği bir konuya itiraz etmiş Osman, “hayır o öyle değil öğretmenim, yanlış bu bilgi, bu kitapta yazanı düzeltmeleri gerek” demiş.
– Bak sen hele Osman’ıma, nasıl da görüveemiş yanlışı. Aferim oğluma! Hem ben, hem babası, ona hep doğruyu sööleyiveemeyi öğrettik daha küçücükten. Yanlışı düzeltmeyi, eksiği tam etmeyi, yalana da karşı duruveemeyi öğrettik bi de. Zati dinimiz de bunu bööle emretmiyo mu? Eee, müdür hocahanım kızım, ne vaa ki bunda?
– Öğretmenimiz bana geldi, “ben müfredata uygun olarak ve okuma kitabına bire bir uyarak işliyorum konuları, Müdire Hanım” dedi. “Bir öğrencim derste sınıfın önünde beni zor duruma düşürdü, bütün sınıf kıkır kıkır gülmeye başladı, sınıfın disiplinini bozdu, üstelik beni yanlış bilgi öğreten öğretmen konumuna soktu” dedi.
– Yok yok! Osman’ım ööle bi şey yapmaz, güzel güzel söölemiştir. Öğretmenine, anasına, atasına saygıda kusur etmez benim oğlum!
– Şimdi evet, doğrusunu isterseniz Osman’la konuştuğumda bana da aynısını söyledi; parmak kaldırarak söz almış ve sonra kitapta yazan o bilginin gerçeği söylemediğini terbiyeli ve saygılı bir şekilde öğretmenine söylemiş. Öğretmeni de bunu reddetmiyor zaten, ama mesele bu değil, mesele başka…
– Neymiş o zaman mesele a kızım?
– Şey… Osman, öyle olmadığını söylemekle kalmamış, doğrusunun başka türlü olduğunu da söylemiş sınıfta…
– Heç anlameyom ben bunun ne demeye mesele olduğunu. Eyi ya işte, doğrusunu da deyiveemiş Osman’ım.
– Şimdi Hatice hanım, müfredata göre okutulması zorunlu olan bir kitapta, o şekilde okutulması istenen o konuya ilişkin, öğretmenimiz farklı bir açıklamayı ya da aksi yönde bir açıklamayı nasıl söylesin, öyle değil mi? Bırakın öğretmenin böyle bir şeyi bizzat söylemesini, öğrencisinin söylüyor olmasını dahi kabul edemez. Aksi takdirde yönetmeliğe karşı gelmiş, disiplin suçu işlemiş ya da işlenmesine göz yummuş olur.
– Du du du bi dakka müdür hocahanım kızım, ben şimcik yine senin bu dediklerinden heç bi şey anlameyom. Sen, baa de hele, neymiş bu Osman’ımın illa da o ööle değil diye tutturuveediği, doğrusu bööleyse bööle dediği o ‘konu’ mu neyin, o şey?
– Oraya da geleceğiz Hatice hanım, açıklayacağım ancak önce şunu size, yani öğrencinin velisine bildirmemiz gerekiyor, yönetmelik gereği: Osman’a bu konu yüzünden önce sözlü uyarıda bulunduk, bir daha bu tür karşı çıkışlar yapmaması gerektiğini söyledik ama sessiz kaldı sadece, “bir daha yapmam” demedi. Bunun üzerine –yine yönetmelik gereği- bunu bir daha yapmayacağına dair yazılı sözleşme sayfası koyduk önüne, ‘okudum, anladım, buna uygun davranacağım’ bölümünü imzalaması gerekiyordu, onu da imzalamadı. Bu yeni yönetmelik uygulamasının üçüncü aşaması olarak sizi davet ettik okula, yani öğrencinin velisini görüşmeye çağırma aşamasını gerçekleştiriyoruz bugün sizinle burada. Siz de çocuğunuzla evde konuşun, bunları anlatın, okul kurallarına uymasını sağlayın diye. Eğer tüm bu uyarılara karşın, bu ve buna benzer davranışı tekrar edecek olursa, bu kez mahrumiyet cezası alacak, ona da uymazsa okul değiştirmeye kadar varacak bu iş. Ben bunları söylemek için davet ettim sizi bugün okulumuza Hatice hanım.
– Söylediklerinden şuncağazı anlayıveedim ben müdür hocahanım kızım: sen diyeysin ki baa, Osman’ıma bugüne kadar, “doğruyu de, yalan diyiveeme heç, yanlışdan dön, eğriye karşı dur” diye bellettiğimiz her bi şeyi unutuveesin gari artık… böööle mi yapıveelim diyeysin?
– Yok… öyle değil, öyle demiyoruz elbette Hatice hanım…
– Peki, ne diyonuz, deyivee sen hele bi? Hem neymiş o Osman’ımın “o ööle değil!” diye öğretmenine tutturuveediği ‘konu’?
– Bakın Hatice hanım, öğretmenimizin böyle anlatmaya uyması gereken ve de uyduğu konuyu, size aynen okuyorum kitaptan: “Büyüyen, evlenen, aynı evde karı-koca olarak yaşamaya ve aynı yatakta yatmaya başlayan bir erkekle bir bayan, çocuk sahibi olmak için dua ederler. Çünkü onların duasını kabul edecek ve bebeği yaratacak olan Allah’tır. Birinin duasının kabul olması yetmez. İki duanın da kabul olması gerekir. Allah ikisinin de duasını kabul edince iki dua birleşir; annenin karnında ‘döl yatağı’ veya ‘rahim’ adı verilen özel bir yere minicik bir bebek olarak yerleşir.”
– Bakıvee baa müdür hocahanım, senin kitabınızda yazıveren, bizim kitabımızda yazıveemeyyo… Hem madem çocuk bööle oluvereyyo, yoksa olmayıvereyyo, ne diye doğum kontorülü mü neyin, işte onu koymanın kaldırmanın münakaşasını bahis edivereyyo o televizyonda konuşuduran böyyük böyyük adamlar? Kim ne vakıt dua etmeyiveriyse çocuk da olmaz madem, dua etmeyiverir tam da o vakıtta!… Her kim ne vakıt evlat isteyiveriyse, dua ediveesin sadece, ossun bitsin…
Benim Osman’ıma diyecek tek bir lafım va gayri; afferim oğluma, afferim koçuma, babannen saa gurban ossun! Hayde ben gideyyom kal sağlıcağlan. 
(O kitaptan okuyuveediği ‘konu’ mu neyin işte orda, kadına bi de ‘baaayan’ deyiveemişle. Her bi doğruyu eğrisiyle değiştirivereylee…)