Siz yılbaşı gecesi doğmanın zorluklarını biliyor musunuz? Bilmeyenler çoğunluktadır
diye düşündüğümden yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çocukluğumdan ergen olup itirazın en katmerlisini yapma becerisine sahip oluncaya
kadar her yılbaşım, bin dokuz yüz seksen yılının son gününde iki abi, bir
abladan oluşan ailemin kutlama hazırlıklarını boşa çıkardığımı, benim yüzümden
geceyi hastanede geçirdiklerini dinlemek ve buna üzülmekle geçti. Dolaylı yoldan
mahvettiğimi söyledikleri o yılbaşı gecesi için hep suçluluk duydum. Neyse
daha sonraki yıllarda bunlardan söz edemedikleri için zevkle söndürebildim pastamın
mumlarını.
Ama hep yılbaşı kutlamalarının gölgesinde kaldı doğum günüm. Zaten bir hazırlık
yapılıyor, eh bir de pasta ekledik mi tamamdır diye düşünüldüğünden hiç
doğum günü yemeği ya da doğum günü partisi yapamadım. Herkes yılbaşı ve
doğum günü hediyelerini ayrı ayrı alır, ben ikisini bir arada alırım, biraz daha
büyükçedir o kadar.
Bir de aile arasında kutlamak mecburiyeti var; çünkü bütün mekânlar doludur
ve de pahalıdır. Bütün arkadaşların yılbaşı için bir programı vardır ve kimse o
kutlamayı bir başkasının doğum günü için değiştirmek zorunda kalmak istemez.
Bu durumda benim için tek değişiklik, o sene doğum günümün hangi ablamın ya
da abimin evinde kutlanacağıdır sadece.
Kırklı yaşlara yol alıyordum, bu gidişe bir dur demek lazımdı. Şu an doktoramı
yapmakta olduğum Hollanda’nın bu küçük kentine sekiz yıl önce mastırım için
gelmiştim. Geçen yıla dek Noel tatili fırsatından yararlanarak geldiğim İstanbul’da
ailemle yılbaşı – doğum günümü kutlamıştım hep. İşte o yılbaşı – doğum
günümde radikal bir kararla birlikte gezmekten keyif aldığım arkadaşıma gelecek
yılbaşını New York’ta kutlama önerisinde bulundum. Gezmeyi seviyor ya, hemen
kabul etti görmediği büyük bir şehirde yılbaşı kutlamasını. Aylar öncesinden
aldık ucuz uçak biletlerimizi. Paraya kıyıp her yere yürüyerek ulaşacağımız merkez
tren istasyonuna yakın bir de otel ayarladık.
Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi adlı kitabında gezginler için bir tarif verir:
“Çok bilen gezmenler vardır. Bir yere gitmeden önce, haftalar, aylar boyu,
o yer üzerine edinebilecekleri her türlü bilgiyi edinir, ulaşılabilecek her türlü
kaynağa başvururlar. İlk kez görecekleri o yere geldiklerinde, yıllar değil yüz-
yıllardan beri orada yaşamış gibidirler. Sokak adlarından lokantalara, müzelerdeki
resimlerle yontulardan sarayların kuruluş, yapılış sürecine varasıya her şeyi
bilirler. O kentte doğup büyümüş insanların hiçbir zaman bilemeyecekleri şeyleri
öğrenmişlerdir.” İşte bu tarif tam benim için yazılmış diye düşünmüş ve bu kitabı
okuduktan sonra Balkan göçmeni olan ailemden ötürü kendime “Göçmen Kedi“
adını takmıştım.
Göçmen kedi bu tarifin hakkını vermeliydi; bir şehri tüm detaylarıyla anlatan seriden
New York kitabını alıp okumaya başladım. Notlar aldım ve seyahatimizin
her gününü planladım. Aylarca önceden tükendiği için yılbaşı gecesi caz bar, bir
başka gece de bale için internetten biletlerimizi de aldım. Hava durumuna göre
küçük değişiklikler yapılması kaydıyla bütün gezi planlanmıştı. Ailemin itirazları
fayda etmedi. Arkadaşım İstanbul’dan, ben Amsterdam’dan, benim daha önce iş
gezisi için gidip hiç tanıma fırsatı bulamadığım şehre uçtuk. Yılbaşını ortasına alan
bir haftalık gezimiz, planladığımız gibi gerçekleşiyordu. Hava da şansımıza fena
sayılmazdı. Hatta Brooklyn’i gezerken güneş bile çıktı. Köprüyü yürüyerek geçtik.
Müzeler, parklar, alışveriş yerleri aşırı kalabalıktı, soğuk havaya rağmen.
Yılbaşı gelip çattı. Sabah uyandığımızda arkadaşım yeni yaşımı kutladı. Kahvaltı-
mızı ettik. Metropolitan Müzesi’ne gittik. Neredeyse bütün günümüz orada geçti.
Müzenin kafesinde doğum günü pastamı yedik, kahvelerimizi içip dinlendikten
sonra gezmek istediğimiz son yerleri gezip otele döndük. Planımız o akşam caz
barda bir şeyler yiyip trompet üstadı Chris Botti’ yi dinlemek ve arkasından kendimizi
sokaklara vurup milyonlarla birlikte yeni yıla geri sayım yapmak, havai
fişek gösterisini izlemek. Ailemden ayrı kutladığım ilk doğum günümün muhteşem
olması gerekiyor değil mi!
Otelde akşam için hazırlanırken, yerel bir televizyonda son dakika haberi olarak
İstanbul’daki Reina baskınını gördük, belki de İstanbul’daki pek çok kimseden
önce. Gördüğümüz manzara bizi çok üzüyor ve sinirlendiriyor. Bir kişinin bu kadar
kişiyi bir gecede öldürmüş olması kanımızı donduruyor. Yurdumuz, insanlarımız
için üzülüyoruz Ardından da sokak kutlamalarında güvenliğin artırıldığına dair haberler
veriliyor televizyonda. Bu bizi biraz tedirgin ediyordu, acaba gitmesek mi
diye düşünüyoruz ama hem buraya geliş amacımızı gerçekleştirmek, hem de terö-
rün yapmak istediği insanları eve kapatma korkusuna direnmek için attık kendimizi
sokaklara. Caz bar bölümünden sonra birkaç güvenlik çemberinden geçerek sokak
kutlamalarındaki kalabalıklara karışıyoruz. İçkilerini içen, şarkılara eşlik eden
çoğu bizim gibi turist, neşeli insanlar arasında birkaç saatliğine de olsa ülkemizde
yaşanan vahşetin etkisinden kurtuluyoruz. Birden siren sesleri duyuyoruz. Kalabalık
dalgalanıyor, bir blok ötemizden geçen itfaiye araçlarını görünce ne yalan söyleyeyim
yangın için biraz üzülsek de, terör olayı olmadığına seviniyoruz.
Geri sayımı yapıyoruz, yeni yıl için iyi dileklerde bulunup öpüşüyoruz arkadaşımla.
Havai fişek gösterilerini izleyip kalabalık sokaklardan yürüyerek otelimize
dönüyoruz. Saat ikiye geliyor. Otelimizin lobisi oldukça kalabalık. İnsanlar valizleriyle
oturuyor lobide. Bu saatte mi ayrılıyor ya da giriş yapacak bu insanlar
diye şaşkın şaşkın bakınırken, asansörlerin önünde tavandan akan sular için
konmuş su leğenlerini, kovalarını ve devre dışı kalmış asansörleri görüyoruz. O
zaman anlıyoruz yangın bizim otelimizdeymiş meğerse. Yirmi dört katlı binanın
on yedinci katında odamız. Görevliler asansörlerin kesinlikle kullanılmayacağını,
binanın yan tarafındaki yangın merdivenlerini kullanmamızı istiyorlar. Heyecan
ve telaş içindeyiz. Acaba yangın bizim katımızda mıydı? Ya da bizim odamızı da
sular basmış mıydı?
On yedi katı nefes nefese kalarak çıktık. Bizim katın koridorları su içinde kalmış-
tı. Görevliler makinelerle suları çekip halıları kurutmaya çalışıyorlardı. Yangın
bizim kattaydı, hem de bizim odamızın yanındaki çarşaf ve havluların konduğu
minik servis odasında çıkmıştı. Odamızın kapısını açınca suların boşaltılmasına
rağmen yine de odanın sular içinde olduğunu görüyoruz. Yürürken halılardan culp
culp sesler çıkıyor. Yerdeki her şey ıslanmış, yere bıraktığım valizimin içine sular
sızmıştı. Kıyafetlerimin bir bölümünü ıslatmış duman kokulu pis su her tarafta.
Hemen resepsiyonu arıyoruz. Mağduriyetimizi anlatıyoruz. Odamızı değiştireceklerini,
bizi bir üst kata taşıyacaklarını söylüyorlar. Eşyalarımızı toplayıp, yangın
merdivenini kullanarak gönderilen bir görevlinin yardımıyla bir üst kattaki
odamıza taşınıyoruz .
Sabaha karşı epey bir uğraşla su gibi ter içinde kalarak yeni odamıza yerleşiyoruz.
Islanan kıyafetleri çamaşırhaneye gönderip duş alıyorum. Yatağa girdiğimde
on, on iki saat önce konuştuğum ailem geliyor aklıma; amacım, onlardan epeyce
uzakta bir metropolde ilk kez muhteşem bir doğum günü kutlamaktı. Güzel olmasını
planladığım doğum günümde neler yaşanmıştı; doğduğum şehirde terör olayları,
kaldığım şehirde otelimizde yangın. Yangın sırasında otelde olmadığımıza
sevinsek de başımıza gelenleri düşününce gözlerimden yaşlar süzülüyor. Yılbaşını
benim gibi bir başka şehirde kutlamak isteyip ölen insanları düşünüp üzülsem de,
yeni yılın dünyamıza barış getirmesini umut etmekten vazgeçmiyorum. Hatta seneye
yeni yıla bir başka şehirde girmeye niyet ediyorum.
Herhalde hayatımın en yorucu ve hareketli gecesini yaşamıştım. “Acaba birilerinin
ahı mı tuttu?“ diye düşünerek, yorgun vücudumu uykuya teslim ediyorum.