Suat Bey akşamki apartman toplantısı duyurusunu özenli el yazısıyla günler öncesinden yazmış, fotokopiyle çoğaltıp bina sakinlerine kapıcı aracılığıyla yollamıştı.

Doğalgaza geçtikten sonra toplantı salonuna dönüştürülen kalorifer dairesinde komşuları beklemeye başladı. Kapıcı Yusuf, akşamki toplantıyı anımsatmak için daireleri tek tek dolaşıp katılımın artmasını sağlamaya çalışmıştı.

Her zamanki gibi, çalışanların yoğun olduğu apartmanda üç beş kişi kalkıp gelecekti, onlar da bitse kurtulsak havasında.

Toplantıya ilk gelen Asiye Hanım’dı. Suat Bey’le ve Kapıcı Yusuf’la kısa bir selamlaşmadan ve hal hatır sormadan sonra bir koltuğa oturdu. Hemen ardından Lütfiye Hanım geldi. Ortaya bir selam verip Asiye Hanım’ın olabildiğince uzağında bir yere geçti. Lütfiye Hanım’a kalsa gelmezdi, Asiye Hanım’a kırgındı, onunla aynı ortamda bulunmaktan hazzetmiyordu, üstelik yorgundu da ama Suat Bey’in hatırına kalkıp gelmişti. Yusuf biliyordu aradaki soğukluğun nedenini; Asiye Hanım “Pencere pervazına ekmek koymasınlar”, diye Yusuf’la üst katlara haber yolladığından beri ona karşı soğukluk hissediyordu. Yusuf, “Çay içer misiniz? Taze demledim” diye çaresizce bir girişimde bulundu. İki komşu arasındaki meseleyi bilmeyen Suat Bey, “Çayımız tazecik” diye üsteledi.

Üçüncü gelen Tarık Bey’di. Ortalık sanki birazcık daha soğumuştu. Pardösüsünün eteklerini toplayarak karşı köşeye hafif bir hışımla oturdu. Yusuf biliyordu bu hışmın nedenini; Suat Bey geçen toplantıda alınan karar nedeniyle apartmanın cümle kapısını sokağa bağlayan köprüyü deprem riskine karşı onartırken, yüksek inşaat mühendisi Tarık Bey’e danışmamıştı. Üstelik de geçen toplantıda önemli gündem maddesi olarak konuyu görüşe açan Tarık Bey’ken. “Köprünün taşıyıcı kolonlarındaki demirler aşınmış. Bir deprem olursa, Allah korusun, yıkılırsa apartmanı tahliye edemezler” diye uyarmışken. Suat Bey dışarıdan bir firmaya deprem testi yaptırtıp köprüyü elden geçirtmiş, apartmanın arka kapısını da değiştirmişti. Tarık Bey Yusuf’a “Yahu burada bilen biri varken insan bir danışır, bu kapı oturmamış, aradan rüzgâr giriyor” diye söylenerek yok sayılmasına içerlediğini belirtmişti.

Hemen arkasından Selmin Hanım girdi içeri. Hiç kimseyi özellikle de Tarık Bey’i muhatap almazcasına ortadan içtenliksiz bir “iyi akşamlar” dedikten sonra kendine en uzak köşeyi seçti.

Yusuf biliyordu Selmin Hanım’ın büyük kırgınlığının nedenini; geçen ay, ekim ayının son günleri, minik bir kediciği giriş kapısının yanındaki saksıda sırsıklam tir tir titrerken görmüş ve çığlığı basmıştı, “Ay kim yaptı sana bunu!” Kediciği kapmış, kapıyı açmaya uğraşırken, pencereden Tarık Beyin eşi “Ben su döktüm, buraya kedi alıştırmayın” diye bağırmıştı. Selmin de avaz avaz sinir krizi geçirircesine ciyaklamıştı “Ben burada kedi beslemiyorum, benim besleme noktam parkta. Bir yavruya bu havada su dökecek kadar nasıl insanlıktan çıktın! Biraz püskürtsen neyse bir kova su dökmüşsün deli misin nesin!” Yusuf bağırışlara koşmuş, Selmin Hanım’ın katına çıkıp, sakinleştirmeye çalışmıştı “Kedilerden korkuyor da ondan yaptı herhal” demişti. Selmin sakinleşmiyor, aksine, “korkuyorsa arka kapıdan girsin veya birini çağırsın yardım için, küçücük yavru baksana” diye havluya sardığı kediciği gösterip binanın içine doğru haykırıyordu.

Beşinci katılımcı geldiğinde Yusuf’un neşesi biraz daha kaçtı. Sıkıntılı bir gece olacaktı. Sevinç Hanım apartmandaki en az sorunlu komşulardandı Yusuf’a göre. O da Lütfiye Hanım’a kırılmıştı. Yusuf nedenini biliyordu. Lütfiye Hanım yeni taşınan Sevinç Hanım’a Yusuf’la haber göndermişti. “Tadilat sırasında boru mu patladı ne, banyo tavanım nemlenmiş, akıntı var!” Sevinç Hanım hemen ustayı Lütfiye Hanım’ın dairesine inceleme için yollamıştı. Usta, “akıntı yok, sıva yaparken sıvanın suyu sızmış, boya ile hallederiz” demişti. Ama Lütfiye Hanım itirazında direnmiş, “ben kendi ustamı çağırıp baktırıp boyatacağım parasını ödesin” diye tutturmuştu.

Suat Bey saatine baktı, “herhalde başka gelen olmayacak” diyerek söze girdi. “Efendim yıllardır yöneticilik yapmaktayım, başka bir komşumuz devralsa diye bekliyorum. Yazılı davet gönderiyorum, Yusuf’u gönderip tek tek çağırıyorum ama tenezzül edip bir saatliğine bile gelmiyorlar” biçimindeki geleneksel yakınmasından sonra toplantı konularına geçti.

Asiye Hanım ilk sözü aldı. “Üst katlarda pencere önlerine ekmek koyuyorlar. Apartmanda oturmanın kuralları var, camlarım kuş pisliği içinde” deyince Lütfiye Hanım ilkin lafı üstüne alınmak istemese de midesindeki gülle kontrolsüzce hançeresine fırlayıp çenesini açtırdı: “Anladık canım, arada bir kuru ekmekleri ziyan olmasın diye kuşlara veriyoruz. Bunun için ortalık bu kadar velveleye verilmez ki!” Asiye Hanım’da karşılık hazırdı: “Cami avlusu mu burası, gidin parkta verin efendim.” Lütfiye Hanım çantasından hırsla sigara paketi ve çakmağını çekerek ayağa kalktı. “Biz de sizin her sabah apartmanı kokuya boğan soğan salça kavurmalarınıza katlanmak zorunda değiliz herhalde!” diye söylene söylene dışarı çıktı.

Lütfiye’nin bu çıkışı Selmin’in elini güçlendirmişti damarlarına ılık ılık bir rahatlık yayıldı. Rakibi karşısında iyi bir hamle yakalayan satranç oyuncusu gibi atışmaya katıldı: “Nedir bu apartmandaki hayvan düşmanlığı canım, kuşlarla kedilerle köpeklerle uğraşmayın lütfen, minicik bir kediciğe yapmadıklarını bırakmadılar, bu kadar ilkellik bu kadar canilik görmedim!” Asiye Hanım söze daldı; “Hanfendi biz hayvan düşmanı falan değiliz, benim rahmetli kocam Veteriner Albaydı, toplu yaşamanın kuralları var burası barınak mı?”

Ama Tarık Bey lafın aslında kendisine geldiğini anlamıştı. “Bu apartmanın bir sürü sorunu var. Allah korusun yangın merdiveni yok! Asansörde eşya taşımak yasak dinleyen kim! İnsan canı söz konusu. Hayvanları mı konuşacağız insanları mı?!” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı ama Selmin Hanım, “Ne demek insan canı ya ne demek?! Hayvanın canı yok mu?!” diyerek üstünlüğünü sürdürmeye çalıştı. Hiç alttan almaya niyeti yoktu bu gece, o minik yavrunun intikamını almaya kararlıydı. Tarık Bey zaten Suat Bey’e içerlemişken bir de Selmin Hanım’la ters düşünce, kuşatıldığını düşünerek pardösüsünün eteklerini geldiği andaki gibi hışımla toplayıp “Size iyi akşamlar, kendi aranızda toplanın o zaman” diyerek ayağa kalkınca Selmin Hanım da “Rahatsız olmayın ben giderim” diye elindeki çay bardağını hızla sehpaya vurarak kalktı.

Şaşkınlık sonrası yaşanan kısa süreli olağan bir sessizlikten sonra kalanlardan Sevinç Hanım, “tavanıma zarar verdiniz, ödeyiniz” diye şikâyet eden Asiye Hanım’ı kendi silahıyla vurmak üzere atağa geçti. “Suat Bey apartmanda yaşamanın kuralları var. Bazı komşular çöp torbalarını sabahtan daire kapısının önüne koyuyorlar bina çöp kokuyor.” Asiye Hanım “Yusuf Efendi’nin çöp toplama saatine kadar evde nöbet mi tutacağız, işim gücüm oluyor o saatte evde olmayacağım için çıkarken kapının önüne bırakıyorum mecburen. Allah Allah ya…” “Yanınızda götürünüz, iki bina ötesi çöp konteyneri var, apartmanı çöp kokusu içinde bırakmaya ne hakkınız var!” İçi rahatlamıştı Sevinç’in. Asiye Hanım çok sinirlenmişti. Lütfiye, derken Sevinç Hanım fazla olmuştu artık.  “Tadı kaçtı buranın, bana müsaade Suat Bey” diyerek çıktı gitti.

Suat Bey Sevinç Hanım’a döndü “Size hoş geldiniz diyemedik, olmadı böyle kusura bakmayın.” Sevinç Hanım, “A saat on olmuş, kalkayım ben de. Gelecek sefere diyelim ama bu komşularla olacaksa ben hiç katılmasam daha iyi.”

Suat Bey tek başına kalmıştı. “Yusuf bir bardak su getir, asprin var mı? Başım çatlıyor.”