Düğün evinin bahçesinde kazanlar kurulup ateşler yanmaya başlamıştı. Mahallenin gençleri ve çocukları sabahtan beri koşuşturuyorlardı. Odacı İlyas; kahverengi takım elbisesini düzelterek ortalıkta dolaşıyor, fıldır fıldır dönen gözleriyle her şeyi kontrol ediyor, etrafa emirler yağdırıyordu. Sokağın başında davulcu, zurnacı ve düğün kahyası Kemal, misafirleri karşılamak üzere yerlerini almışlardı. Damat Erdal ve arkadaşları masaların etrafına dizilmişler gelecek misafirleri bekliyorlardı. Erdal; geniş ve dik omuzları, her zaman tıraşlı yüzü, simsiyah saçları ile babasını andırıyordu. İki yıldır bekliyordu Zehra’yı. Artık vakti gelmişti. Yuvasının ürkek kuşu ile hayatları birleşecekti.

Düğün dün akşamdan başlamıştı. Kemal’in “Vur davulcu!” seslenişi ile davul zurna sesi bütün mahallede duyulmuştu. Odacı İlyas evin ikinci katına çıkıp sokağa bakan balkonuna bayrağı astıktan sonra, bir şarjör mermi boşaltmıştı. Bugüne bugün Kaymakamın odacısıydı. Bütün şehir duymalıydı İlyas’ın düğününü.

Sıcak ve uzun bir yaz akşamı, önce tek tük komşular, daha sonra başka mahallelerden ve çevre köylerden gruplar halinde misafirler geldi. Gelenleri davul zurna karşılıyordu.

  Sokağın girişindeki siyah arabayı gören İlyas siyah ceketini düğmeleyip koştu. Arabanın kapısını açtı. Kaymakam, savcı ve mal müdürü arabadan indiler.

Gece ilerledikçe içkiler içiliyor, coşku artıyor, sarhoş naraları ve türküleri sokağı dolduruyordu. Halaycılar yorulup masalara çekilince Kemal davulcu ve zurnacıyı alarak ortaya geldi. Sırada düğünlerin vazgeçilmez oyuncusu Kuşçu Mehmet vardı. Davul zurnanın ritmi ile oyuna başladı. Herkesin gözü ondaydı. Kadınlar ve çocuklar bahçe duvarlarının üstüne çıkıp izlemeye çalışıyorlardı.

Kuşçu Mehmet alnına koyduğu rakı dolu çay bardağını düşürmemeye çalışarak oynuyordu. Dizlerini kırarak düşermiş gibi yapıyor, komik hareketlerle herkesi güldürüyordu. İlyas kaymakamın masasının etrafından ayrılmıyordu. “Şanıma yakışır bir düğün oluyor,” diye geriniyordu. 

Eğlence geç saatlere kadar devam etti. Konuklar birer ikişer dağılırken, sokak yavaş yavaş tenhalaşmaya başladı. Gecenin coşkusu, yerini cır cır böceklerine göz kırpan yıldızlara bıraktı.

Ertesi gün sabah erkenden damat ve arkadaşları hamamdan geldi. Düğün evinin önünde takılar takıldı, oyunlar oynandı. Sıra gelin almaya gelmişti. Herkes heyecanla arabalara koştu. Davul zurna eşliğinde konvoy hareket etti.

Kız evinin önü kalabalıktı. Kadınlar, çocuklar merakla gelinin çıkmasını bekliyorlardı. Gelin arabası evin önüne kadar yaklaştı. Zehra son kez babasının elini öptü, annesine sarıldı. Uzun süre ağlaştılar. Kaderde gitmek vardı. Davul sesi ile ayrıldılar. Gelin, duvağının altında kimsenin görmediği göz yaşlarıyla arabaya bindi. Gelin arabası ve düğün konvoyu caddelerden sokaklardan geçerek düğün evinin önüne geldi.

Kemal “in karısı Sevim gelini arabadan indirip eteğini tuttu. Birlikte eve doğru yürüdüler.  Alt kat yeni evliler için hazırlanmıştı. Zehra bir ayağı içerde, bir ayağı dışarda kararsızca girdi yeni evinden içeri.

Dışarda herkes dağılınca Kemal, Erdal’ın koluna girdi. Karşı sokaktaki evine götürdü. Şimdi davul zurna susmuş, kalabalık çekilmiş, her şey rüya gibi akıp gitmişti.” Akşamı bekleyeceğiz,” diyerek ayaklarını kanepeye uzattı Kemal. Erdal diğer kanepeye oturdu. Gözlerini kapattı. Uyumaya çalıştı, uyuyamadı. Bahçeye çıktı. Ev ile bahçe arasında dolanıp durdu. Güneş batımına yakın Kemal seslendi “Haydi damat! Gidelim”.

Erdal’ı bir heyecan ve korku sarmıştı. Hafiften ürperdi. Yürürken kafası ve duyguları karmakarışıktı. 

Mahalleye sessizlik çökmüştü. Komşuların kulağı İlyas’ın evinden gelecek silah sesindeydi. İlyas gelininin bekaretini gösteren kanlı çarşafı gördüğü zaman, tetiğe basacaktı. “Gelinim namusunu ispatladı, işte kızlığının kanı,” diyecekti. Başı dik gezecekti. Kaymakamın  odasına gururla girip çıkacaktı.

Kemal ve Erdal eve geldiklerinde Sevim, Zehra’nın kulağına bir şeyler fısıldıyordu. “Korkma iğne batmış gibi birkaç damla kan akacak,” diyerek çıktı odadan. Kemal, Erdal’ın geniş omuzlarından tuttu. “Gülü severken incitmeyeceksin, hadi bakalım,” dedi ve içeri gönderdi.

Kemal salondaki yeni koltuklardan birine gömüldü. Sevim mutfaktan elinde tepsi ve iki bardak çay ile geldi. Karşısına oturdu. Yukarı kattan ayak sesleri geliyordu. “İlyas abi yerinde duramıyor. Sanki gerdeğe o girecek,” dedi Sevim gülerek.

Vakit ilerliyordu İkisinin de gözleri yatak odasının kapısındaydı. Biraz sonra kapı açıldı. Aralıktan Erdal göründü. Beyaz gömleği damatlık pantolonunun üstüne sarkmış, ayakları çıplaktı. Yorgun ve bitkin bir hali vardı. “Kemal abi…Zehra çok korktu. Ben, ben yapamadım!” dedi. Sevim yerinden kalkarak odaya girdi. Zehra’nın ela gözleri büyümüş, ince dudakları büzülmüş, dalgalı saçları dağılmıştı.

Kemal “Gel bakalım, otur hele,” diyerek sakinleştirdi. Bir bardak su verdi. “Abi gözünü seveyim ne edeceğiz?” diye sordu. “Her şeyin bir çaresi var Erdal, şimdi olmazsa sonra olur,” diye cevap verdi Kemal. “El aleme ne deriz? Konu komşuya rezil oluruz,” diyerek çaresizce boynunu eğdi Erdal. “Sakin ol,” dedi Kemal. Mutfağa yürüdü .Tezgâhtan ekmek bıçağını aldı. Keskin tarafını işaret parmağına sürttü. “Bu iş görür,” diye gösterdi Erdal’a. “Abi gözünü seveyim!” diyerek titredi Erdal. “Gel peşimden!” dedi sertçe, Kemal. Erdal yalınayak onu takip etti. Odunluğun yanındaki kümese doğru yürüdüler.  “Aç kapıyı, bir tavuk tut” dedi Kemal. Erdal şaşkın şaşkın kümesin kapısını açtı, kolunu uzattı, eline ilk gelen tavuğun çırpınışlarına aldırmadan çekti dışarı. Kümesin kapısını kapattı.  Kemal sağına soluna baktı. “Kıble bu taraf ” diyerek sokak kapısına doğru döndü. Tavuğu yatırıp kanadına bastı. Bir eliyle de kafasını tuttu. Ağzının içinden bir şeyler mırıldandı. Bıçakla tek vuruşta tavuğun kafasını gövdesinden ayırdı. Kanı damlayan kelleyi Erdal’a uzattı. “Bunu al, çarşafın üstüne tut, birkaç damla yeter,” dedi. Erdal hiç sesini çıkarmadan elinde tavuk kellesi ile içeri girdi. Kemal arkasından yürüdü.  Mutfakta bıçağı temizledi, yerine koydu. Salona geçti.  Biraz sonra Sevim elinde kan lekeleri olan çarşafla çıktı odadan. Kan lekeleri görünecek şekilde katlayıp uzattı Kemal’e. Gelinle damat kapı aralığından utanarak baktılar.

Kemal “Biz gidiyoruz, şimdi siz yatın uyuyun. O iş olunca tavuğu beraber yeriz”, diyerek dışarı çıktı, üst katın merdivenlerine yöneldi. Ayak seslerini duyan İlyas kapıyı açtı. “Kemal gardaş,!” dedi heyecanla. Kemal kanlı çarşafı uzattı. İlyas bunu bekliyordu, sevinçten ağzı kulaklarına vardı. “Senin hakkını ödeyemeyiz”, dedi.  “Gençler mutlu olsun yeter.” diyerek merdivenlerden aşağı indi Kemal. Dışarda bekleyen Sevim ile beraber evlerine doğru yürüdüler. Onlar daha eve girmeden gecenin sessizliğini bozan silah sesini duydular. Odacı İlyas’ın gelini namusunu ispatlamıştı.

Düğünden bir hafta kadar sonra yeni evliler ilk misafirlerini ağırlıyorlardı. Zehra Kaynanası ile birlikte hazırlıklar yapmış, Kemal ile Sevim’ i akşam yemeğine davet etmişti. Misafirlere kapıyı açtıklarında ocakta pişen tavuğun kokusu yayıldı etrafa. Yeni takımların olduğu salona geçtiler. Zehra ile Kemal utana sıkıla “hoş geldiniz” deyip ellerini öptüler. Yemekler yendi, çaylar içildi, sohbetler edildi. Misafirlerin gitme vakti geldi. Erdal tekrar teşekkür etti. “İyiliğinizi unutmayacağız” dedi. “Vakti gelmeyince ne çiçek açar, ne de güneş doğar,” diyerek ayağa kalktı Kemal. Zehra, başı öne eğik utana sıkıla “oğlumuz olursa adını Kemal, kızımız olursa Sevim koyacağız” dedi onları uğurlarken.