Yokuş yukarı çıkarken, aklından aynı sokaklarda gezinmiş yazarlar geçiyordu; Sait Faik, Yusuf Atılgan, Demir Özlü… İşe gidip geldiği servis aracında onların öykülerini okurken, durdurun ineceğim dememek için zor tutardı kendini. Hava ister kapalı ister açık olsun, onlar gibi sokaklarda olmak, başıboş gezmek isterdi. Ona göre hafta içi sakin bir gün, herkesin işte olduğu saatlerde, Beyoğlu Sineması’nda film izlemek ama önce Olivya Geçiti’nde bir kahve içmek zevklerin en büyüğü olmalıydı. 

Sabahın erken saatinde iş görüşmesine gittiği için, sinema öncesi kahveye zamanı yoktu. Hatta biraz daha acele etmesi gerekiyordu. Ter içinde kalmıştı. Kendi kendine kızdı. İşsiz günlerinde hiçbir şey için acele etmeyeceğine söz vermişti. Ne var ki alışkanlıklardan kolay vazgeçilemiyor. İlla planladığı gibi o filme o saatte gidilecek. Sinema çıkışında o başıboşluğun tadını çıkarabilirdi nasıl olsa. Adımlarını hızlandırdı. Topukluları ayağını vuruyordu. En iyisi avarelik yapacağım günü önceden planlayayım da iş görüşmesine rastlamasın diye düşündü. O zaman rahat giysileriyle daha özgür olurdu. 

Son Çıkış’ın Tokyo Film Festivaline katıldığı haberini geçenlerde gazetede okumuştu. Konusu çok ilgi çekiciydi. İşi gücü bırakıp güneye yerleşmek üzerine. Kısa bir süre için Düş Sineması’nda gösterilecekmiş. Daha önce bu ismi duyduğunu hatırlamıyor ama festival filmi gösterildiğine göre iyi bir yer olmalı diye düşünüyor. Düş Sineması İstiklal Caddesi’ne paralel bir sokaktaydı, kolayca buldu. Dar ve loş sokağa nefes nefese girdiğinde şaşkınlık içindeydi. Bu sokakta görmeye alışık olmadığı tuhaf adamlar vardı. Üstleri başları perişan, sefalet içinde, karanlık suratlı adamlar. Hain bakışlı bir tanesi sinemanın önünde “buyrun, buyrun” diye karşılayıp, ne gerek varsa gişeye kadar yanında geldi. Meltem’in ters bakışları yüzsüz adamı engellemedi, hemen yanı başında dikilmeye devam etti. Gişedeki kadın da daha önce gördüklerine benzemiyordu. Çiçek satıcılarını andıran eski yün bir hırka vardı üzerinde. Yüzünde ise yaşanmışlıkların izi derin kırışıklıklar, bir dişi eksik, gözleri hafif şaşı. Meltem biletini alırken anlamadığı bir konuda adamla kadın birbirlerine bağırmaya, küfür etmeye başladılar. Meltem rahatsız olmuştu, hemen kaçıp kurtulmalıydı belki oradan ama şaşkınlıkla salonu aramaya devam ediyordu. Etrafına bakındı. Ortada süngeri çıkmış koltuklar, köşede eski bir çay ocağı ve köşede yukarıya doğru dönerek çıkan merdivenler vardı. Az önceki adam kavgayı bırakıp Meltem’in dibinde bitti. Salonun dördüncü katta olduğunu, asansörü kullanabileceğini söyledi. Önce bir bardak çay içmek ister miydi, yeni demlenmişti. Meltem cevap vermeden hızlıca merdivenlere yöneldi. Her bir katta bir salon vardı. Merdivenden çıktıkça rutubet kokusunun ağırlığı, tozlu basamaklarda gördüğü buruşturulup atılmış kâğıt mendiller, izmaritler ve pamuk parçaları midesini bulandırdı. Ara katta “kahve falı bakılır” yazılı, camlı bir kafe vardı. Başını uzatıp içeriye göz attığında kadın mı erkek mi olduğu anlaşılmayan insanlar gördü. Belirsizlikler onu hep rahatsız ederdi. İşte dedi kendi kendine, korunaklı dünyandan çıktın. Hayat, Maslak Plazalar ve Küçükçekmece Sahil Sitesinden ibaret değil. Korkacak bir şey yok. Kitaplarda okuduğun, alışık olmadığın o dünyalara girmek istiyordun hani, şimdi kaçıp gitmeyi istemek neden. İçinden gelen farklı seslere kulak vermek onu merdiven çıkmaktan daha çok yormuştu. Filmlerde insanın birer omzuna oturan şeytan ve melek gibi. Biri hayatın bile tehlikede olabilir, kaç git diyor. Diğeri, sen kendi muhitinin dışında bir yerde bir film bile izleyemeyen korkak bir kadın mısın diyor. Bunların ötesinde Meltem’in başlayınca dönmemek gibi huyu vardı eskiden beri. Üniversitede bölümün ona uymadığını anlasa da bırakmamıştı, işyeri iflas etmese oradan emekli olurdu. Şimdi de evlenmeye korkuyordu, ya kocası kendisine uygun olmazsa, bırakamayacağını tahmin ediyordu. Nasıl bir hastalık bu, “hatadan dönememe”, “akışına bırakma”, kısaca atalet… İsminin etkisi olabilir mi? Erkek kardeşine Poyraz’ı layık görmüşler, esip geçen, öfkeli taşkın bir adam olmuş. Meltem ise adı gibi uysal.

Son kata geldiğinde boş salona girip bir koltuğa yığıldı. Aklına oraya gelene kadar gördükleri hücum etti. Burası nasıl bir yerdi; Beyoğlu’nda bir arka sokak, küfür edenler, travestiler, hem yerdeki pislikler, pamuk parçaları neyin nesi. Birden paniğe kapıldı. Sakın burası hani o tür bir yer olmasın. Elinde silah gibi tutup hiç bırakmadığı telefonuna baktı, çekiyor mu diye kontrol etti. Arama motoruna sinemanın adını yazdı. Yorumları okumaya başladı; sinema eskiden saygın bir aileye aitmiş, onlar ölünce satılmış ve bakımsız kalmış. Birden ışıklar söndü. Karanlıkta kalınca kalbi çılgınca atmaya başladı. Filme odaklanamıyordu. Ya kapıları kilitleyip, o dışarıdaki adamlar yoksa, nasıl olur…ona…korkunç çok korkunç. Sonra şikâyet de edemez. Tek başına ne işin vardı öyle bir yerde derler. Kimseyi masum olduğuna inandıramaz. Delirecek gibi oldu. Aceleyle çantasını karıştırıp kendini savunabileceği bir şey aradı. Deodorant işe yarayabilir, yüzlerine sıkabilirdi. Kapağını açıp, başparmağını tepesine dayayıp sıkıca tuttu.

 Daha filmin başlama yazıları bitmemişken arkada bir kapı sesi duydu. O, perdenin olduğu ön taraftan girmişti, arkada bir kapı olduğuna dikkat etmemişti. Kapı gıcırtıyla açıldı, sonra hışırtılar duydu, ufak tefek bedeniyle koltukta iyice büzüldü. Arka koltuklarda bir şeyler yapılacaksa, onun varlığı fark edilmezse daha iyi olurdu. Kısa bir sessizlikten sonra kapı tekrar açıldı. Sert, yavaş ve kararlı  adım sesleri ona yaklaşıyordu. Meltem nefesini tuttu. Tam arkasında birisi vardı. Ani bir hareketle döndü. O anda telefonunu fener niyetine kullanan şişman bir kadınla karşılaştı. Kadın kilolarından olsa gerek zorlukla yürüyordu. Rahatsız ettim kusura bakmayın derken yan taraftaki koltuğa yerleşmeye çalıştı. Çok oldu mu başlayalı diye sordu. Boynuna festival filmine geldiğinin nişanesi bayrak gibi bir fular bağlamıştı. Meltem  rahat bir nefes aldı, neredeyse kalkıp sarılacaktı kadına. Heyecandan titreyen sesiyle, yeni başladı diyebildi. Hırıltıyla nefes alan kadının öksürük sesleri eşliğinde filmi izlemeye daldı. Daha önceleri salonlarda öksürene gıcık olurdu ama şimdi ona dünyanın en güzel sesi gibi geliyordu. Film bitip ışıklar yanınca, sinemanın teknik personeli olmalı genç bir çocuk şişman kadına yardım etmeye geldi. Ne kadar temiz yüzlü, iyi bir genç çocuktu. Arka sırada üniversite öğrencisine benzeyen genç bir çift hışırtıyla montlarını giyiyorlardı. Film çok güzeldi. Aylak Adam’da bir paragrafta bahsedilen sinemadan çıkmış insandı Meltem. Olivya Geçiti’ne kahve içmeye gitti…