Kuşlara bakıyorum. Her zamanki gibi süzülüyorlar yüksekte. Evim 15. katta. Salonun pencereleri çok eski. İçeri soğuk giriyor.  Saat: 18:36  yazıyorum. Kahvem soğudu yine. Yenisini demlemeye üşeniyorum. Günde yüz sayfa okumaya başladığımdan beri ruh halim stabil. Depresyon bu kış benden uzak. 

Salona bakıyorum. İkinci el eşyalarımız “kırılgan.” Anneannemden kalma orman desenli tabakları çok seviyorum. Geçen sene Aralık ayında hayattaydı anneannem. Haftada bir kez onun evinde toplanırdık. Annem, teyzemler, teyzelerimin torunları, annemin teyzesi, annemin teyzesinin kızları. 

Fasulye turşusu, karalahana yemeği, mercimek köfte, kısır, su böreği, zeytinyağlılar. Çıtır çıtır simitler. Taze çay. Sohbet. Türk kahvesi. Lokum. Papatya desenli tabaklar. Renkleri aşınmış cam bardaklar. Saksıda çiçekler. Kafeste mavi bir kuş; Cicim.  

Hiçbir şeyi kolay kolay atmazdı Nermin Sultan. Sakladığı eski güneş gözlüklerini ortaya çıkardığı gün nutkum tutulmuştu. Filiz Akın’ın Türk filmlerinde taktığı model bile vardı içlerinde. 

Boşandığım yıl anneannemle beraber yaşamıştım. Sanırım 2000 senesiydi. Böceklenen pirinçleri gizlice çöpe attığımı hatırlıyorum. Evde bazı kurallar vardı. Anneannem akşam dokuzdan sonra odamda ışık olmasından hoşlanmazdı. 

“Sen yokluk görmedin. Paranı har vurup harman savuruyorsun. İsraf, kötü bir alışkanlık. Her gün bir kitap alınır mı? Kapat şu elektriği.”

“Ben öderim, faturayı dert etme.”

“Elektriği israf etme.”

“Anneanne okumadan uyuyamıyorum biliyorsun.”

“ Erken yatan yol alır.”

Anneannemi öperdim. “Huysuzsun” derdim. Hemen yumuşardı. 

Gece dışarı çıkacaksam kıyamet kopardı. Karanlık olunca, “kötülük” kol gezerdi dışarıda. İlle de evde oturmam gerekirdi. Sonradan çok kafa yordum kötülük hakkında. 

Kötülük hep dışarıda mı kol geziyor? Mesela, sen hiç indin mi kendi kuyuna? İnmek bir dert, çıkmak başka dert… Ama bir kere insen… Kalbinin, kuyudaki ‘düzensiz atışlarını’ işitsen… Yardım çığlıkları atan yaralı çocuğu bulsan. Orada yaşayan parçalarını görsen… Hepsine bir hikâye yazardın belki. Yazmak; oltanın ucundaki yem. Yukarı çıksınlar, güneş görsünler diye.

Geçen sene Ocak ayında öldü Nermin Sultan. Evinin en küçük odasında. 

Neden kimse bana yardıma gelmiyor? Karnındaki bıçağı alıyorum. Koltuğun altındaki çarşafı sıyırıyorum, anneannemin beyaz örtüyle kaplı bedenini çarşafa sarıyorum. Kimse yardıma ihtiyacım olduğunu fark etmiyor mu? Bu çarşaf yırtılır, taşımaz ki anneannemi. Ceyda elinde battaniyeyle yardıma geldi. Onur, Işık, Gökçe, Burcu, Ceyda ve ben anneannemi battaniyeye sarıyoruz. Anneannem çok severdi bizi. 

Annem ve iki teyzem kapının önünde ağlıyor. Damatları alıyor anneannemin cansız bedenini. Apartman merdivenlerinden inerken ağlamayla ağıt arası bir ses çıkıyor annemden. Kendini yere atıyor. 

Anneannemi cenaze arabasına yerleştirdiler. Gitti. 

Cicim de öldü arkasından. Evi emlakçıya verdiler. Satıldı. 

Sevmeye dair çok şey öğrendim anneannemden. Sevmeye dair çok şey öğrendim babaannemden. Küçük kızı en çok sevenlerden. En çok öpenlerden. En çok nerede sevildiysem evim bildim orayı. 

Evimi seviyorum. Yazı yazdığım masayı seviyorum. Ortalığa saçılmış kitapları, edebiyat dergilerini, kapakları resimli defterlerimi, yaşlı çocuğun çıkardığı gürültüyü, dökülen tüylerini, fincanda kalmış iki parmak kahveyi, annemin ördüğü yün şalı, melekli bibloları, şaraplıktaki kırmızı şişeleri, çalan şarkıyı. 

Mutfaktan yemek kokuları geliyor. Yaşlı çocuk, mutfakla salon arasında çılgınca koşturuyor. Hakan fener balığı pişiriyor. Küçük kızın kahramanı. En çok seveni. 

En çok nerede sevildiysem evim bildim orayı. O nedenle evimdir Hakan’ın kalbi.