Hoş geldin, hoş geldin! Gel bakalım! Ne o, dünden bana kızgın mısın yoksa? Kaşlar çatılmış, surat asılmış. Kendimi affettirmek için neler yapsam? Bak işte mis gibi ciğer, en sevdiğinden. Hadi gel barışalım, dayanamam senin o güzel gözlerine.

Aferin işte böyle. Doydu mu karnın zeytin gözlüm? Afiyet olsun, yarasın. Dün aniden çıktım, ondan seni kucaklayamadım. Kötü bir haber aldım. Bizim Ahmet’in oğlu, Selahattin. Sizlere ömür. Henüz kırk ikisinde… Beyin kanaması. Gördün mü Fatoş Hanım, sıra bizdeydi oysa. Gencecik çocuk. Geride bir gözü yaşlı eş, okul çağında iki delikanlı. Elden ne gelir?

Dur, nereye gidiyorsun?! Anlatıyorum, ayıp değil mi öyle arkanı dönüp gitmek? Hah, teşekkür ederim. Bir an gideceksin sandım. Gel, gel şöyle kurul kucağıma. Bu taşlara da oturulmuyor ki, buz gibi. En iyisi büfeyi açayım bir an önce. Şu iskemleleri yerleştireyim, çayı demleyeyim. Sonra da bir acı Türk kahvesi yapayım. Saat daha erken nasılsa. Turistlerin gelmesine epey vakit var. Dertleşiriz.

Şu kadarcık iş yaptım belime ağrılar saplandı. Şöyle bir oturayım. Ya işte böyle hanım sultan. Neredeyse ikinci emekliliğim gelecek, hâlâ çalışmak zorundayım. Kimsenin kimseye hayrı yok bu zamanda. Çocukların hepsi kendi derdinde… Eh, buna da şükür… Geçinip gidiyoruz. Bir de şu yaşlılık olmasa. Yaşlandın mı, her şey iki misli zor geliyor adama. E zaten, istesek de istemesek de şalteri indiriverecekler bir gün. “Küt!” Artık bu dünyada yoksun. Ne iş kaygısı, ne ekmek parası… Bir çaputa sarıp toprağın altına atıverecekler. Neyse sen beni boş ver, keyfin yerine geldi bakıyorum Fatoş Hanım mıncırıyorsun yine. Sayende tüm pantolonlarım tiftik tiftik. Olsun canım sultanım, sen keyfine bak. Pantolon
dediğin nedir ki? Bir bez parçası. Hay Allah, bak bez parçası deyince Kumaşçı Hüsso Dayı geldi aklıma. Her gördüğü kumaşa dokunmak hatta dişlemek isterdi. Hele bir gün, bak bu çok komik, aklıma geldikçe gülüyorum. Otobüsteyiz. Sarışın bir kadın, üzerinde şık bir tayyör takım. Bizimki kendini zor tutuyor, farkındayım. İçi gidiyor. Dikti mi gözlerini kadına? Kadın rahatsız oldu tabii, bu kuduracak dokunmasa. Sonunda kadının yanına sokulup “lütfen, bir kerecik” der demez çantayı yemesin mi kafaya? Otobüs ayaklandı üstümüze. Yaka paça attılar bizi dışarıya. Meğer o hengâmede kumaşa dokunmuş bizimki. “Tavşan tüyüydü kesin” deyince basmıştık kahkahayı. Nereden nereye? Bu Hüsso, her an
ölebilirim korkusundan, kefen bezini en iyi kumaştan, özenle seçmiş, kesip ayırmış. Sandığa koymuş, tüm ev ahalisine de sıkı sıkı tembih etmiş. Kefenim hazır, buna saracaksınız diye. Düşündüğünden çok daha uzun yaşadı bizimki. Neyse, ölünce vasiyetidir diye kefen bezini çıkarmışlar. Ne görsünler güveler yemiş, bez delik deşik, kevgir gibi. E, adamın vasiyeti de var. Gözleri açık gidecek yoksa. Karısı bir yandan ağlıyor, bir yandan bezi dikiyor. Artık eline hangi iplik geçtiyse… Biz bunu mezara indireceğiz bir baktık, bez yama içinde. Sen kumaşların içinde yaşamını geçir, sonra yamalı bir kefenle son yolculuğuna çık.

Ya, parlak tüylüm! Şimdi o da tarih oldu. Bir varmış, bir yokmuş hayat dediğin. Göz açıp kapayıncaya kadar. Of, çok dertlendim değil mi, sen bana bakma. Eh, çay da demlendi artık. Turistler yavaş yavaş başlar gelmeye. Bu taşlardan ne anlıyorlar, anlamıyorum. Her gün müzenin bahçesindeyim. Yıllardır düşünüyorum ama çözemedim neye baktıklarını. Bir bildiğim varsa, o da ne yaparsan yap kazık çakamazsın bu dünyaya. Ne padişahlar ne sultanlar, hangisi kalmış? İşte geldik, gidiyoruz, şen olsun Halep şehri. Nereye gidiyorsun? Sen de haklısın, sıkıldın muhabbetimden. Bu yaşta adam ne konuşur? Derdimiz diğer taraf artık. Burayı hallettik ya, diğerine hazırlık.

Fatoş Hanım, akşama gel mutlaka. Ciğerin diğer yarısı var ziyafete. Ben Ahmet’e gideceğim. Ne yaparsın, dost tesellisi işte. Şimdi kadınlar evin içinde ağlaşıyordur. Daralmıştır o bilirim. Elden bir şey de gelmiyor ya, yanında olmalı böyle kötü günde. Sen de çok uzaklaşma buralardan. Bak şimdi ciğerini koyuyorum dolaba. Akşama gel mutlaka.