“Gönderdiğin resimlere baktım yavruz.  Olmamış. Rastgele olmuş yani. Fotogıraf çekmek sabır işidir canım. Eğer sabır yoksa kimse almasın eline makinayı. Bunu iyi belle, kafana iyice sok.”

Adam gördüğüne basıyor. Olmaz öyle.
Herifçioğlu zengin.
Takmış boynuna en alengirli makinayı.
Dünya kadar para saymış.
Fotoğraf çekeceğini zannediyor.
Makinası son model ya.
Bilmiyor ki fotogırafı insan çeker makina değil.

“Fotogıraf çekmeden en önce bakacaksın. Nasıl bakacaksın? Trene bakar gibi değil. Dikkatli bakacaksın. Herkesin baktığı gibi değil yani. Kalp gözü ile bakacaksın. Ruhun ile. Vereceksin kendini çektiğin fotoğrafa.”

Adam bakıyor, deklanşöre basıyor.
Makina son moda ya.
Çektiğini şipşak ekranda görüyor.
Anında.
Banyo manyo yok.
Bak şu tırnaklarıma. Kestane rengine döndü.
İlaçlı sular bu hale getirdi.
Sonra diyor ki: Bak bunu ben çektim.
Hem de en pahalı makina ile.
Nasıl güzel mi?

“Evladım, fotogırafı makina çekmez, kaç kere söyledim sana.  Diyorsun ki bana gözümle görürüm, basar çekerim. Tamam mı? Nah tamam! Bak canım. Anlıyorum ki, merakın vardır. Lakin fotogırafı ne göz çeker ne makina. Onlar aracıdır. Yol arkadaşı. Fotogırafı kalp çeker cancağızım. Hislerin yoksa nafile. Boşa uğraşıyorsun demektir. Senin çektiklerin resim olmuş, fotogıraf değil. Lakin şunu da bilesin resme de ressamlara da hürmetim vardır. Onlar büyük sanatçıdır. Bazıları fotogıraf gibi resim yapar. Kafalarında bellidir ne istedikleri. Modellere poz verdirirler. Şöyle dur, böyle bak dedin mi, o resim olur, fotoğraf değil. Fotoğraf ise anı yakalamaktır. Bir enstantanedir. Sonsuzlukta uçan bir anı yakalar fotoğrafçı. Onu ölümsüz kılar.”

 

Resme bakar geçersin. Ama fotogıraf öyle mi ya!
Ona bakıp geçemezsin.
Her bakışta başka bir şey görürsün.
O delildir, vesikadır, tespittir yani.                                                                        Öyle bir şeydir ki fotogıraf, oturur şiir yazarsın.
Bazen hikâye yazdırır sana, belki roman.
Çalışırsan senaryo bile olur.
Oturur filmini yaparsın.
Para bile kazanırsın, belli mi olur?

“Fotogırafta para yoktur. Senden gider. Foto muhabiri olursan eh işte, anca karnın doyar. Çok acar olman lazımdır. Unutmayasın. Vakit geçtikçe usta olursun. Sergi açarsın. Belki bir iki fotoğraf satarsın. Albüm bile yapabilirsin. Uzun seneler alan bir meslektir fotogırafçılık.”

Fotogırafı hareketli görüntüyle karşılaştırıp da durağan olduğunu iddia etmeyesin.  O sinemanın bir saatte anlattığı hikâyeyi tek karede serer gözler önüne.
Çektiğin pozun bir an sonraki hali de, beş dakika önceki durumu da canlanır kafanda.
İşte sana hareket, işte sana hikâye.
Biri her şeyi canlandırmaya çalışır, diğeri canlıyı hayal ettirir.
Fotogıraf hem gerçek, hem de bir o kadar hayalidir.
Fotogırafçı insan rahatsızdır. Düşünür, arar, sorar.
Sorgulamayan kişi sanatçı olamaz evlat. Rahat adam etrafına bakmaz.
Evinde, stüdyosunda oturur hayallerini görüntüye döker.
Fotogırafçı şehirde dolaşır.
Çevresini tanır da, gerçeğin içindeki hayali, hayatın içindeki şiiri yakalar.

“Unutmaman gereken bir şey de ışıktır, gölgedir. Hatta gölge ışıktan bile mühimdir. Bir fotogırafta gölge olmazsa ışığı hissedemezsin. Kötüler olmalı ki, iyiyi daha iyi anlayasın. Zamanla sende taktir edeceksin. Işığı görmek için siyah-beyaz çek başlangıçta. Gün doğarken, öğle üzeri, gün batarken. Hatta gece.”

Aslında sen fotogıraf çekmemişsin. Istırap çekmişsin be yavrum. Yazık sana . Lakin çalışırsan kabiliyet kazanabilirsin.
Makinanı çöpe at demiyorum, yeni bir makina al da demiyorum.
Yani makinayı değiştirme. Kalsın, fena değil.
Makinanın markasına değil, kendisine saygı duyacaksın.
O senin gözün, beynin, kalbindir.

“Peki ne yapacaksın fotogıraf çekmek için? Bakışını değiştireceksin. Düşünceni değiştireceksin. Neticede kalbini, hissiyatını değiştireceksin. Başka türlü olmaz.

Biliyorum, diyorsun ki biraz zor olacak. Olsun. Zaman alacak. Alsın. Bunun için sabrın var mı? Bu çok mühim. Ona göre.”

Her şeyin fotoğrafını çek. Üşenme. 
Eğer sabır göstereceksen üç sene sonra gel yanıma.
Yüzünden anlıyorum, uzun geldi değil mi?

“Çektiklerini önce sen beğenmelisin. Sağa sola göster, fikirlerini söylesinler. Tenkit etsinler. Aldırma, moralmanını bozma zihnine not et. İyi olur. Faydasını görürsün.”

Getirdiklerin fotogırafsa, bakarız. Fikrimi söylerim.
Dediğim gibi bu çektiklerin olmamış.

“Resim getirme, bak bir daha söylüyorum. İyi dinle. Kulağının birinden girip öbüründen çıkmasın. Fotoğraf istiyorum senden.”

Anladın?
Hadi şimdi selametle.
Yolun, gözün, kalbin, beynin, düşüncen açık olsun.
Göreyim seni.
Beni mahcup et.

Ha unutmadan, tabettirdiklerine tarih koy. Hangi mekânda ve günün hangi saatinde çektiğini kaydet. Böylece inkişafını takip etmiş olursun.”

 

(*)  Ara Güler’e saygıyla.