Daire 1

“Kaffelengi”

“Ne dedin bebeğim sen?” Gamze kafasını kızından yana çevirdiği gibi çocuğun ağzından halıya damlayan domates suyunu gördü. “Ay kapa ağzını ev-la-dım.” Islak elbeziyle çocuğun ağzını iyice silip sonra da bezi yerdeki lekenin üstüne bastı.

“Kaffelengi abakkabı.”

Anne kız salon penceresinin sol üst köşesinden sağ alt köşesine doğru sert adımlarla ilerleyen kahverengi ayakkabıyı ve sonra kot pantolonlu baldırı ve en son ceketin ancak bir kısmını görünür kıldığı kalçayı dikkatle izlediler. Gövdenin bütününü göremeye fırsat kalmadı, yürüyen kişi pencerenin pervazından çıkıp yoluna devam etti.

“Millet yola çıkmış baksana, hadi Mahmut geç kaldık. Çıkalım bir an önce.”

Mahmut’la Gamze kızları Nisa Nur’u iki numaradaki Süheyla’ya emanet edip işlerine doğru yola koyuldular. Gamze Süheyla’nın suratına bakamadı, sadece kızını içeri doğru itekleyip “Kolay gelsin arkadaşım,” diyebildi.

Metrobüse doğru yürürlerken Gamze Mahmut’a sokuldu. “Renkleri öğrenmiş bizim kız,” dedi. “Evde eğitimin bir faydası olacak herhalde.”

“Bir evde yedi çocuk, renklerden başka Allah bilir neler öğreniyorlardır?”

“Süheyla’nın pek hâli kalmadı bu kadar çocuğa bakmaya, ya bir gün getirmeyin artık derse ne yapacağız?”

“Para teklif ederiz.”

“Ne parası, dediğini kulağın duyuyor mu? Hem hangi parayı teklif ediyorsun?” Söyleneni ancak idrak edip, “Kaç yıllık arkadaşım ayol, utanırım, diyemem.”

“Marketten hediye çeki filan veriyorlardı, çıkar mı yine öyle bir şey? Onu hediye ederiz. Bayram üstü belki?”

“Yok canım, işler şöyle düştü böyle düştü diye ağlayıp duruyorlar zaten. Pandemi herkesi bitirmişmiş. Hiçbir şey beklemiyorum.”

“Bize de bayram ikramiyesi yok biliyorsun. İt gibi çalışıyoruz, pantolonları ceketleri dikiyoruz, neden? Yaptığımızı alan yok diye ikramiyeler iptal. O zaman niye çalıştırıyorsun, laf olsun işte.”

“Evde otursan da çocuğa baksan bari.”

“Yok artık.” Mahmut şakaya vurdu.

“Ne yoku, kızcağız bakıyor işte.” Gamze ciddiydi.

“Gamze, tepemi attırma. Neyse ne, o gün olunca konuşuruz. Şimdi maskeni tak da biri bir şey deyip asabımızı bozmasın.”

Karı koca şehrin kenarından merkezine ulaşmak için sıklaşan kalabalığın içine karıştı. Omuz omuza otobüslere doluşup kentin kadim semtlerine doğru yola koyuldular.

Daire 4

“Bak dayımgilden mesaj var. Marulların sevkiyatı kapıda kalmış, neden daha dükkânda değilsiniz, diyor.”

“Her şey batmaya başladı mendebura. Biz almıyoruz ki marulu domatı, kalfa alıyor. Döner ustasıyım ben ya, etten anlarım, ota boka da biz mi bakacağız?”

“Lafı sırf sana değil, ben kasadayım ya muhasebeyi bana soruyor aklı sıra. Adam her şeyden kıl kapıyor işte, kalk da gidelim, şu günlerde çıngar çıkmasın Süleyman.”

“Hasuphanallah! Dün arayıp asabımı bozdu zaten. Durumlar zorlaşmış, bizi oturttuğu evden gelecek gelire ihtiyacı olabilirmiş, istemezmiş tabii ama. Öyle ileri geri konuşuyor, insanı çileden çıkarıyor.”

Zülal çocukların ağzına margarinli ekmekleri sokuştururken sesini iyice kısıp cevap verdi, “Ne yapsın adam? Bu salgın yüzünden satışlar durmuş, daireler satılmayınca, piyasaya bir sürü borç takmış, peşlerinde adamlar dolanıyormuş, öyle dedi Hüma. Büyük başın derdi büyük oluyor tabii.”

“O baş açıkta kalırsa, gelirler alırlar evlerini, bizi de dışarı koy verirler. Oh, işin başına da kendileri geçti mi?”

“Nerden çıktı şimdi çocukların yanında.”

“Hadi oğlum, bitir ağzındakini. Eşşoğlu, oyalanma, macun ettin nimeti, hadi hadi, geç kaldık.”

Biri dört biri altı yaşında iki oğlan dördüncü kattan ikinci kata doğru bağırarak ve koşarak inip daire 2’nin kapısını yumruklamaya başladılar.

Daire 3

“Ne o nefes nefese kaldın Murat?”

“Ne bileyim Fatma, bir yorgunluk var üstümde.”

“Gel bir ateşine bakayım, olmazsa gitme işe bugün.”

“Sen delirdin herhalde. Ne ateşi ne işe gitmemesi, anında kapıya koyarlar beni. Bir de damgalı eşek gibi covidli dedirtir miyim? Yok bir şeyim benim. Kızı da al, hadi oğlum, gidelim bir an önce.”

“Hasta hâlinle kapı kapı dolaştırırlar mı Murat? Hastaysan iyileşemeyeceksin.”

“Fatma sen yalnız çalışmaktan milletin nasıl dedikodu yaptığını, insanı nasıl damgaladıklarını unuttun galiba.”

“Serbest meslek sahibiyim tabii, milletle işim olmaz.”

“Bir kere senin başında müdür yok bir şey yok. Gittiğin evde temizliğine laf edildi mi işi bırakıveriyorsun. Zaten bir evle kavga etsen diğer üç ev sana bayılıyor. Evi-işi gönlüne göre seçiyorsun, bu zamanda ne lüks ama.”

“He ya harika. Yıllık iznim yok, düzenli maaşım yok, ancak çalıştığım kadar kazanıyorum, sigortayı konu bile etmiyorum, turp gibiyim alimallah, dağlara taşlara, ama yine de yaptın gönlümü yakışıklım. Çocukları bırakırken Mehmet Abiye bir vitamin sorarız. Belki getirmiştir eczaneden. Alırsın bir şeyciğin kalmaz.”

Daire 2

Süheyla muşamba kaplı masanın başına oturmuş sürü hâlinde bir duvardan diğerine koşan çocukları izliyordu. Daire 4’ten iki haylaz, 3’ten iki canavar, 1’den bir bebe, kendilerinde var iki tane şımarık. Birbirlerini ittirerek, bebeyi çekiştirerek ve bağrışarak koşuşturuyorlardı. Tam ‘Nimet o çocuğum, basma,’ diye atılacak, ekmeğin kırıntılarını dağılmaktan kurtaracak… Yapmadı. Elindeki yakılmamış sigaraya baktı. On gündür aynı sigarayı evirip çeviriyordu. Tekrar başlamak hevesindeydi. Kendi için yapmak istediği tek şey sigara içmekti. İçindeki sıkıntıyı başka türlü nasıl atacağını bilmiyordu. İzmariti sömürürcesine içine çekmek, sonra içindeki sıkıntıyı dumanın ucuna takıp uzun uzun dışarı salmak. İlk çocuğa hamile kaldığından beri içmiyordu. Artık başlama zamanı gelmişti. Evin kapısından salona seslenen Mehmet’in sesiyle irkildi.

“Eczaneden getirdiğim bir B vitamini vardı, nereye koydun Süheyla?”

Kaç gün geçti evde bunca çocukla? Sigarayı eline aldığı anın öncesini hatırlamıyor. Sigarayı alalı işte on gün. Öncesi yıl gibi. Tamam, doğru, çocuklar geleceğimiz, onları korumak lazım. Asıl talihsizlik onlara bakan kayınvalide, kayınana, büyük teyze, valide, koca yengenin evlerinde mahpus olması. Ne kaşık kadar evlerde birlikte yaşamak mümkün ne de çocukları her gün birbirine otobüslerle bağlanan yoksul semtler arasında taşımak, bakana ulaştırmak, akşam yorgunluğunda tekrar alıp eve getirmek. Yasak.

Elindeki sigarayı bir tur daha çevirdi. Kafasındaki gürültü dinmiyor, geceleri uyku tutmuyordu. Sigarayı bir tur da ters tarafa çevirdi. Dalın ucundan bir parça kuru tütün dışarı fırladı. Hemen tütünü parmağının ucuna yapıştırıp sigaranın içine geri soktu. Her bir kırıntı çok kıymetliydi. Bir de kâğıt, elinin teriyle eriyip dağılmasın. Elini eteğine sürüp kuruladı.

Mehmet bu sefer yanında, “Bulamıyorum vitaminleri.” Salonda koşuşan çocuklar Mehmet’in ayaklarına dolandılar. “Durun bakayım çocuklar. Süheyla geç kalıyorum, hadi.”

Süheyla yerinden kalktı. Ayaklarını sürüyerek koltuğa gitti, yastıkları kaldırıp ellerini koltuğun kenarlarına soktu. Muhtemelen bir oyun sırasında koltuğun içine sıkıştırılmış ilaç koçanlarını çıkardı. Boş gözlerle kocasına uzattı.

“Bir tane de sen alsan iyi olur. Bu durumun ne kadar daha süreceği belli değil. Kendimize iyi bakmamız lazım.”

“Hadi hadi, geç kalma, ben bakarım başımın çaresine.”

Kocası çıktıktan sonra Süheyla pencereyi açtı, yarı beline kadar dışarı sarkıp günlerdir elinde tuttuğu sigarayı yaktı. Çocuklar içeride bağrışmaya devam ediyorlardı.