Takım elbisenin içinde kendimi cenderede hissediyorum. Elim, sürekli saçımın arkasına, uzun at kuyruğumun bıraktığı boşluğa gidiyor. Küpem gibi o da yok şimdi. Artık kabullenmeli. Kısacık saçlarım, tıraşlı yüzüm ve yeni aldığım takım elbisemle annemin tam da istediği kişiye dönüştüm. Çaresiz katlanacağız. Serseri günlerimin, başına buyruk özgür günlerimin, anneme göre asi günlerimin bitiş töreni sanki bugün. Süpürge edilmiş saçlar, sapsız baltalar, uyuşturucu, alkol bataklık tehditleri, evden çıkarken annemin hem gözünden hem de yüreğinden siliniverdi bir anda. “Seni böyle gördüm ya ölsem de gam yemem. Zavallı babacığın da görseydi keşke. Ah deli oğlum, baban hayattayken bir kerecik seni böyle adam gibi görmeyi ne çok isterdi. Onun ölümünü beklemiş gibi tövbe tövbe…” Evet, acı ama gerçek. O ölmeseydi, ben yine böyle dönüşmek zorunda kalmazdım. Şu aptal kapitalist sistem işte. Bir para musluğu kesilince, seni başka bir musluğa mahkûm ediyor. “İyi bir üniversiteden mezunsun bak, Ali Bey ısrarla çağırdı seni. Uluslararası bir şirket, erkek eleman arıyorlarmış. Seyahatler filan olacakmış. Daha ne istiyorsun?” Annem hâlâ kulağımın dibinde durmadan konuşuyor. Ne ben anlatabildim derdimi ne de o anladı beni.

 

“Lovenya firmasına görüşmeye gelmiştim.”

“Hoş geldiniz. Kimliğinizi rica edeceğim. Bir de gözünüzü şu okuyucuya koyun lütfen. Teşekkürler. Görüşmeniz otuz ikinci katta.”

Yok, yok bu yerler bana uygun değil. Kaçıp gitmeliyim de girdik bir kere. Neyse konuşurum, olmadı uyuşamadık derim. Biraz daha katlanmalıyım.

“Hayır efendim, o asansör değil. Şirketin asansörü ayrı. Biraz ileride, solda. Üzerinde Lovenya yazıyor.”

Ne biçim şirketmiş ki bu? Özel asansörü var. İlginç. Bu kravatta ne sıktı kardeşim. Millet bunu nasıl tüm gün takar anlamak mümkün değil.

“Asansörü tutar mısınız?”

 

Koca asansörü nasıl tutayım? İnsanlar panik halinde böyle konuşurmuş ilk aklına geldiği gibi. Turgut söylemişti bir gün. Yine deli bir gecemizde. Vay, bunun için değil kapı, asansör bile tutulurmuş. Vay anam vay! Ulan deli kafa hemen de ağzının suyu aktı. Baksana kızın üzerindeki kıyafete. Sana bakar mı bu?

 

“Ah çok teşekkür ederim. Biraz geç kaldım da randevuma. 32.kat. Ah basılmış zaten! Siz de iş görüşmesine mi yoksa?”

“Evet, maalesef.”

“Maalesef mi? Bu görüşmeyi ayarlayabilmek için kaç kişiyi araya soktum bir bilseniz. Bu firma benim hayallerimin firması. Kariyerimin parladığı yer olacak eminim, tabii işe girebilirsem. Ama siz zorla gelmiş gibisiniz. Bir tanıdığınız var herhalde görüşmeyi ayarlayan”

“Sayılır. Ali Bey. Babamın ilkokul arkadaşı.”

“Ali Bey mi? Ali Sırmagil mi? Aman Tanrım o buranın CEO’su. Haberiniz yok mu?”

“Ali amca mı?”

“Ne şanslısınız. Ah! Neler oluyor? Neden durdu bu asansör?”

“Yok artık. Hayret, bu koca binada da elektrik mi kesilir? Neyse jeneratör vardır muhakkak.”

“Ben biraz korkarım da böyle daracık bir yerde tıkılıp kalmaktan. Küçük bir kızken tek başıma yarım saat kalmıştım asansörde. Ya şimdi panik atağım başlarsa…”

“Merak etmeyin, ben varım.”

 

Hayda! Oğlum Semih ne demek şimdi bu? Amerikan filmlerinden çıkmış gibi. Kız ceketi filan fora etti bu arada. Kendine hâkim ol! Sakin ol! Başka yere bak! Başka yere bak! Rahat durun ulan. Hiç mi kız görmediniz. Bu organlar kendi başına hareket ediyor. Ben de terlemeye başladım. Şu kravatı gevşetsem. Kız yanlış anlamasın. Yok bayılacağım şimdi. Düğmelere filan bas. Başka bir şeyler yap. Asansörün zili de çalmıyor. Şu başıma gelene bak. Bizim çocuklara söylesem… Yok buna kimse inanmaz. Şu ceketi çıkarayım en azından.

 

“Çok sıcak değil mi? Pardon adınız neydi? Ben Semi”

“Ben Semih. Semi’nin sonuna bir h ekleyince işte.”

 

İyice salaklaştın oğlum. Ne biçim konuşma bunlar. Geyik espriler. Kıza bak, ayakkabıları da çıkardı. Beni ne tutuyor bilmem. Kerizlik etme, bir dakika sonra çalışır bu meret. Gel de annene dert anlat sonra.

 

“Bluzumu çıkarsam yanlış anlamazsınız değil mi? Bu sıcakta nefes alamıyorum.”

“Rica ederim. Evinizdeymiş gibi davranın”

 

Yok yok, sen kafayı yedin artık. Espri mi yapıyorsun Allah Aşkına? Evinizdeymiş gibi davranın ne demek? Kız resmen asılıyor baksana. İrade oğlum. Filmlerde olur ya tam girişirsin, kapı açılıverir. Don paça ortada kalıverirsin. Sonra, bir de Zeynep var. Kıza ayıp en azından. Geçen sefer son diye yemin ettin ya. Bir duyarsa. Canım nereden duyacak bahane arama. Yok, yok, o duyar. Kızın kokusu da başımı döndürdü. Ne iş görüşmesiymiş kardeşim. Başka şeyler düşünmeli. Kaç dakika oldu? Nasıl bir yer burası? Kapıda gözünün retinasından seni kaydediyor ama asansör dakikalarca öyle kalıyor.

 

“Senin ilgini çekmiyor muyum Semih? Yoksa sen şey misin?”

“Olur mu öyle şey canım? Yani her iki söylediğin içinde yanıtım hayır.”

“Yani çekmiyorum”

“Yok sen cümleyi olumsuz kurunca. İlgi çekmeyecek bir kız değilsin ki! Burada bu ortamda biraz garip. Belki başka bir yer ve zamanda karşılaşsaydık.”

“Şimdi burada benimle seviş desem, sevişmez misin?

 

Kız çıldırdı. Havasızlıktan herhalde. Şeytan diyor atla üstüne. Rezil olmakta var bu işin ucunda. Asansör fantezisi mi var acaba kızın? Kendimi zor tutuyorum. Of, n’apacağım şimdi? Aman ne olacaksa olsun. Battı balık!..

 

“Bravo Semih. İlk aşamayı geçtin.”

“Hay! Asansör çalıştı birden ne aşaması ne diyorsun?”

“Şu yukarıdaki kameraya bak gülümse. Senin gibi bir kıza on dakikadan fazla dayanan biri kendine hâkim olmasını bilen, güvenilir bir insandır, her şey öğrenilir ama kendine sahip olmak öğrenilmez, doğuştandır der Ali Bey. Hepsi bir oyundu senin anlayacağın. Sen şu ana kadar başvuran on ikinci kişisin. Sonunda dayanan birini bulduk. İlk aşamayı geçtin.”