İskeleyi alışveriş merkezine bağlayan geniş ve kalabalık cadde üzerinde tarihi yapısıyla dikkat çeken okulun arkasına doğru dolaşıp, sağdaki sokağa geldiğinizde bir rahatlık hissedersiniz. Saniyeler içerisinde çılgın bir kalabalıktan uzaklaşınca, sakin sessiz bir ortama kavuşursunuz. Yaz aylarında serinliği ile ferahlatan, soğuk günlerde ise paltolarınızın içine gömülmenize sebep olan daimi bir esintisi vardır hafif yokuş bu dar sokağın. Önüne kattığı tüm binaları tek tip sevimsiz kaba yapılara dönüştüren kentsel dönüşüm kasırgası henüz uğramamıştır buraya. Ancak iki kişinin yan yana yürüyebildiği kaldırımlardaki yuvarlak kenar taşları araçların park etmesine engel olur. Çoğunlukla üç dört katlı, bazılarının önlerinde minik bahçeleri bulunan apartmanların karşılıklı sıralandığı şirin bir sokaktır burası. Yürürken, bakımsız bahçelerin budanmamış mimozaların, erguvan ağaçlarının, dikenli güllerin kaldırıma sarkan kısımlarına dikkat etmeniz; zaman zaman eğilmeniz gerekebilir. Burada herkes birbirini tanır, hatta bazıları bu sokakta doğmuş büyümüştür. Eski televizyon dizilerinde tesadüf ettiğimiz mahalle kültürünü, büyük şehrin bu kadar merkezinde görebilmek kolay değil sanırım. 

Yaklaşık üç yüz metre uzunluğundaki bu sokakta bazı apartmanların girişinde küçücük dar ve karanlık dükkânlara rastlarsınız. Bir tanesi kapısının önünden geçerken daima yüksek sesini duyduğumuz ağdacı Nurgül’dür. Hep bir şeylere kızar, ya telefonda bağıra çağıra söylenir ya da dükkanda müşterisi varsa onlara dert yanar. Tüm mahallenin dedikodusu ondadır. Ağdaları yapıştırıp sökerken bir yandan kim kimin kocasına göz dikmiş, kim evine yaşlı adamlar alıyormuş, onları anlatır. Kendisinin hayat hikâyesini de defalarca dinlemişimdir olanca ayrıntısıyla. Diyarbakır’dan göç eden çok çocuklu fakir bir aileye mensup, erken yaşta amcaoğluyla evlendirilip eziyet çeken bir kadın. Boşanıp, sevdiği adamla ikinci evliliğini yapmış ve kendi işini kurmuş. Böyle bir hikâyesi varken, kadın olmanın tüm zorluklarını yaşamışken niye kadınlarla uğraşır durur diye sorarım kendi kendime. Ona bakacak olursak mahallede ahlâklı kadın yok, ha bir dakika. Bir kendisi var bir de ben ya da o anda kime anlatıyorsa o. 

Hemen sağ yanında yalnız yaşayan, sessiz ve efendi bir adam olan döşemeci Erdinç Bey’i kapısının önünde her zaman birkaç mahalle sakini ile beraber taburelerde otururken görürsünüz. Çay içerler, gelen geçenle selamlaşıp laflarlar. Sol yanında ise iki koltuklu küçük dükkanında yaşını başını almış Kuaför Samet genellikle ileri yaştaki müşterilerinin saçı ile uğraşırken görülür. Önünden her geçişimde içimden “bir kere de en azından saçımı tarattırayım, ne de olsa mahallemiz esnafı” diye geçiririm ama hiç gitmem. Sokağın başındaki mendebur terziye ise bazen pantolon paçası yaptırırım. 

Bu sokağı tam ortasından başka bir sokağın dik kestiği köşede ise mahallenin bakkalı Nermin’e uğramadan geçilmez. Mahallenin sevgilisi; çocukların gençlerin yaşlıların belki de başka kim bilir kimlerin sevgilisidir o. Nermin’e güzel denmez; kısa boylu ve hafif tombul, yuvarlak yüzlüdür. Onu çekici kılan başka özellikleri, kendine has bir tarzı vardır. Dış görünüşüne her zaman dikkat eder. Etek bluz giyinir ve hafif makyajlıdır. Karşısındakini önemsediğini ifade eden bir gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmaz. Hafif buğulu kara üzüme benzeyen iri gözleri zekice parlar. Ensesinde gevşekçe topladığı düz kahverengi saçlarından alnına doğru düşen perçemlerden uzun olanları kulak arkasına atar durur edalı bir hareketle gün boyunca. Çok önemli bir sır veriyormuşçasına sadece karşısındakinin duyabileceği gizemli bir ses tonu ile konuşur; dinlerken başını yana eğer öne arkaya sallayarak onayladığını ya da anladığını gösterir. Dimdik yürüyüşünden, kararlı, kendine güvenen bir kişinin yanınızdan geçtiğini anlarsınız. Yine de dişiliğinden ödün vermeyen bir yürüyüş tarzıdır bu. Eşinden ayrılalı yıllar olmuş. Akşamları bir polis arabası gelir dükkânın önüne. Nurgül, onun polis sevgilisi olduğunu söylüyor. Büyük alışverişlerimizi bol çeşidin olduğu caddedeki süper marketten yapsak da, canımız aniden kek, kurabiye isteyince evde eksik olan yumurta, şeker; sofraya oturmadan önce almayı unuttuğumuzu fark ettiğimiz yoğurt, ekmek gibi ihtiyaçlar için ona koşulur. Çoğunlukla tiryakiler sigaralarını, çocuklar gazoz, çiklet, gofret gibi okul çıkışı abur cuburları ondan alırlar. Dükkân o kadar küçüktür ki iki kişi yan yana zor durabilir. Tüm malzemeler üst üste istiflenmiştir; bisküvi, çikolata, cips en önde masanın yanında, çay şeker deterjan gibi her gün almaya ihtiyaç duyulmayanlar ise arkada tavana doğru sıralıdır. Bakkala girdiğimde hepsi üstüme yıkılacakmış gibidir. Tüm bu karışıklığın ortasında Nermin’i her zaman önünde bir kitapla görürüm. Lisede okuyan kızı ile beraber ders çalışırlar. Nermin üniversite sınavlarına hazırlanıyormuş. Söylediklerine göre köyden geldiğinde başörtülü ilkokul mezunu genç bir kızmış ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirmiş. Bazen de elinde gitar görürüm, kursa giden kızından gitar çalmasını öğreniyor. Okul çıkışı uğradığımızda çekik gözlü olduğu için Japonum benim diye takılır oğluma. O da yan yan süzer Nermin’i utangaç bakışlarla. 

Kimi zaman dükkânda karşı binada oturan otuzlarındaki müzisyen Şenol durur. Nermin’in bir işi varsa onun yerine bakıyordur ya da muhabbet için oradadır. Bazen kapının önünde sigara içer. Şenol’un müzisyen olduğunu duyduğumda bir türkü barda saz çaldığını düşünmüştüm; dış görünüşü başka bir tahayyül yaratmıyordu bende. Kumral saçlarını tepesinde kuş yuvası gibi kabartır, iri bir horoza benzer, arkadan bakınca incecik parantez bacaklarıyla hoplaya sıçraya sokaktan aşağı doğru yürür. Meğer konservatuardan mezunmuş, Büyük Kulüp’te bir müzik grubuyla çello çalıyormuş. Daha sık görüp kibar konuşmalarına, hâl hatır sormalarına rastlayınca tahsilli oluşu aklıma biraz yattı ama siyah pantolon, beyaz gömlek ve bıçkın duruşuyla onu türkü bara yakıştırmaya devam ettim. Tahminlerimin aksine Şenol ve Nermin arasında bir aşk olduğuna dair dedikodular hiç işitmedim, Nurgül’den bile. Belki yıllar içinde alışmışlardı onu dükkânda yardımsever bir genç gibi görmeye. Bense platonik kokular alıyordum buram buram. Hayat günlük akışında devam ederken, sokağımızın başındaki ilk apartman yıkıldı ve ardından Nermin Bakkal’ın bulunduğu apartmanın da müteahhide verildiğini öğrendik. Nerminsiz bir “Şam fıstığı sokağı” neye benzerdi, Nermin nereye giderdi. 

Bir yıl sonra çarşıda rastlayacaktım ona, saçlarını kısacık kestirip sarıya boyatmış, memur olmuş adliyede.