Sıcak nefesinin camda oluşturduğu buğulu sise parmağıyla bir kuş çizdi ve kendi kendine gülümsedi .Bitmedi diye düşündü bu kuşlara ve yollara olan ölümcül düşkünlüğü. Nerede ve ne zaman başladığını bilmediği bu derviş yolunun nasıl ve niçin biteceğini de bilmiyordu. Bildiği tek şey vardı: içinde tatmin edilemez bir yol arzusu, doldurulması imkansız bir boşluk hissi ve ele geçirilemeyecek bir aidiyet hissi idi.

  1. vagonun sessizliği tren raylarının gıcırtısında kaybolurken Yılmaz da bitmeyen yollarının bilinmezliğiyle halvet oluyordu. Her geçen aracı içine çekip emen dar geçitlerden ,rüzgarın ılgıt ılgıt türküsünü çığırdığı dağların bağrından ,ikinci sınıf pavyonlara taş çıkaran ışıklı tünellerden veya her türlü nebatın dile geldiği yollardan geçerken de hep bu bilinmezliği dimağındaydı Yılmaz ‘ın.

Bir yerlerde mi okumuştu yada bilinç altında hep mi vardı bu cümle :BİR KERE YOLA ÇIKANIN BİR DAHA KAPANMAZ BAVULU.Dudaklarından harf harf ,kelime kelime sökün ederken cümle kafasını cama yasladı Yılmaz. Sanki tren artık gidemez yükünü taşıyamaz olmuştu da yılların hatırasını içinde taşıyan bir ihtiyar gibi horulduyordu.

Kendini dahil tüm sevdiklerini tüm sevenlerini(ki buna emin değildi)tüm yaşanmışlık ve yaşanmamışlıklarını geri döneceğim sözü verip dönemeyeceğine emin yorgun bir savaşçı gibi her şeyini arkasında bırakıp kendini yolların bilinmezliğine vuralı çok olmuştu. Nerede neyi aradığını ,neyi niçin bulması gerektiğini bilmeden elinde bavul, kafasında kuşlar gibi özgür bir yaşam, düşünceler kadar sonsuz, insanlık kadar anlamsız olma hissiyle duraktan durağa göç edeli çok oluyordu.

Eşini ve çocuklarını özlediği anda geri dönme isteğinin baş göstermemesi için en uzak yerlere hemen bir bilet alır beklemeden binerdi. Kendine de ailesine de çok şans vermişti ve olmadığını içindeki mutsuzluğunun etrafındakileri de mutsuz ettiğini hissediyordu. Çocuğunun okulda yaptığı resmi görünce karar vermişti. Yorgun karyolanın altından o bavul çıkacak ve bilinmezliğe giden yolda kendisine eşlik edecekti. Bir anne iki kardeş çizmişti bir dikdörtgen bir üçgenden peydahladığı evin bahçesinde “baba nerede oğlum demişti”oğluna “baba sen burdasın işte görmüyormusun”demişti küçük oğlu. Minik parmakların dokunduğu yere baktı yapraksız bir ağacın en tepesinde kargacık burgacık bir kuş resmi. O an anlamıştı istemeyerek evlendirildiği annesine yaptıklarından dolayı onu hayatlarında istemiyorlardı anlamıştı ve yıkılmıştı. Yola çıktığında da hafiflemişti artık olmadığı halde mutlu görünmek, istemediği halde gülmek zorunda kalmayacaktı. Ama şimdi de istemediği şeyleri yapıyordu. Parası bitince hamallık yapıyor ,dileniyor ,olmadı çalıyordu. Banklarda uyuyordu. Ama koltuğuna oturup kafasını cama dayayınca bütün ezikliği yorgunluğu ve mutsuzluğu kuş olup uçuyordu sanki. Ve biliyordu bu yol bir gün bitecek yollar onu yarı yolda bırakacaktı….

Yollar

Yollar

Yollar

Bir ay sonra bir otogarın bankında sonsuzluğa uyumuş bir erkek cesedi bulundu. Yanında bir bavul :köpekler tarafından darmadağın edilmiş. Ceplerinde çocukları ve eşinin bulunduğu bir fotoğraf ve küçük bir çocuğun çizdiği bir resimden başka bir şey çıkmadı.Günler sonra gazetede ki ikinci sayfa haberlerinde eşini tanıyan kadın, cesedi kimsesizler mezarlığından almak istedi.