Öyle sıcak ki asfalta yapışan dilimi kurtarmakta zorluk çekiyorum. Aslında bir gün önceye gitmeli yani bu sıcakların zirve yaptığı o güne. Ya da ondan önceye gidebilirim, sıcaktan üzerimdeki gömlek sırılsıklam, ben de boylu boyunca yere uzanmışken. Dahası ondan da önceye hatta tüm bunların başladığını anladığım o ilk güne…

 

Ne zamandı? Kafam sıcaktan kaynamaya başladı herhalde, anımsamakta zorluk çekiyorum. Geçen yıl mı? Olabilir, geçen yılın yaza girdiğimiz o günlerinde. Önce gazetede köşede küçük bir ilan. Demek ki Nevin’in düğününden önce olmuş, çünkü ondan sonra hiç gazete almadım. Neden alayım ki demiştim, benim için artık ilgilenecek bir şey kalmadı, alsaydım belki şimdi ben başka bir ülkede… Saçmalamayalım, olsun saçmalayalım, herkes kaynama noktasına erişmiş, kimsenin umurunda değilim, kimse de benim umurumda değil. Nevin’i düşündüm hatlarım yine karıştı. Onlar kesin kaçmışlardır. Beni her gün iş yerinde görüyor diye buz gibi oluyordu. Buz, buz, buz… Nasıl bir şeydi o? Soğuktu ama soğuk nasıldı? Onun verdiği duyguyu unuttum bile. Terimin içinde yüzüyorum neredeyse. Beynimin haşlandığını hissediyorum şu anda. Bilincimi açık tutabilmeyi denemeliyim yoksa burada böyle iki seksen, yok bir yetmiş öleceğim. Derim kuruyacak ve beni Tarzan’ın güneşte kurutulmuş modeli olarak topraktan kazıyacaklar. Cehennem de böyle bir şey mi diye merak edenlere gelsin bu sıcak. Yine uçtu gitti aklımdakiler.

 

Gazete haberi… Evet en arkada sağ köşede. Yerin altındaki hareketlenme, sıcaklık. İnanmadım, her gün yeni bir şey çıkarıyorlar dedim. Kime dedim, yine kendime galiba! Kime anlatacaktım ki? Ofiste bilgisayara gömülmüş dört göz Recai’yle kim konuşuyordu ki? Hatta günaydınlarım bile içime içime… Bir tek gülümseyen Nevin. O da başlarda, onun ilk işe başladığı zamanlarda. Kafamı bilgisayarın içine sokabilmeyi beceremediğim o günler. Neredeyse ağzımın suyunun aktığı, su mu su, su… Birazcık su olsa, kolumu kıpırdatacak halim yok, biraz sürünmeli mi yoksa? Utanmasam dört ayak üstüne geçeceğim. Coni miyim ben? Annemin kurt köpeği. Benden çok sevmiştir onu. Benden daha güzeldi, hem de daha akıllıydı. Bir keresinde havuza düşmekten kurtarmıştı beni. Kaç yaşındaydım dört mü? Ben tokat, o öpücük almıştı. Annem neden sevmemişti beni acaba? Babam, üvey babam, cici babam sonraki amca da. Yaş gelmiş ona artık fazlalığım tabii kadın da haklı. Kapı aralığında yakalandım diye kaç kere dayak yedim. Hele o son dayak, kemerli olan, sırtıma sırtıma. Annem hiç ses etmedi, ben de gık demedim. Sonra da kaç Recai, kaç! Tek sığınak bilgisayar salonları. Saatlerce otur kimse sormaz, paranı verdikçe tabii. Gece kâğıt topla. Nereden nereye? Annem yaşıyor mudur acaba? Demek üzerinden on beş yıl geçmiş. Yaşıyordur da, kiminle? Annem severdi sıcağı, hep incecik tişörtler, sutyensiz… Kim demişti bana sen sapıksın diye Nevin mi? Başka kim olabilir ki? Şu gelen o mu yoksa? Çöl sıcakları serap yapar dememişler miydi? Demişlerdi kim demişti, ne zaman demişti? Bilgisayara baksaydın ya Recai, yok bakılmaz. Sadece iş ve oyun. Bilgisayar başka amaç için kullanılmaz. Kendi yasaklarım var benim. Çünkü doktor öyle dedi. O mu demişti sen sapıksın diye? Hani o sitelere giriyorum dediğimde. Yok, o hiçbir şey demez ki, sadece dinler. Dinlesin tabii başka dinleyeni olmayanı doktor dinler.

 

Biraz daha sürünsem, her yer beton, Her yer yanıyor. Son ormanlarda yandıktan sonra mı çıktı yoksa o haber? O ne zamandı geçen yıl mı? Hatırlıyorum, doğum günüme denk gelmişti adamların ormanların kökünü kazıdık diye yaptıkları bayram. Her yer beton, her yer kupkuru. Bence artık dünyanın sonu geldi, gelsin herkes birlikte ölsün, geriye kimse kalmasın. Ne annem ne Nevin ne o amcalar ne de doktor. Bir yere sığınamazsam kavrulacağım. Şurada bir küçük gölge, yoksa bir göl mü, ya da orman?

 

Bekleyin beni geliyorum sığınmaya gölgenize…