12. GÜN

Bu günlüğü yazmaya başlayalı tam 12 gün oldu güzel kızım. Özlem ve merakla geçen 12 koca gün. İlk günlerde kalemi elime alır almaz ağlamaya başlıyordum. O yüzden ilk sayfalarda bazı kelimeleri okurken zorlandın muhtemelen. Gözyaşlarımın suçu… Ne garip değil mi? Gözyaşları bir silgi vazifesi de görürmüş. Öyle mi gerçekten? Gerçekten akan yaşlar istemediğin şeyleri silip götürür mü hayatından? Eğer öyleyse inan kör oluncaya kadar ağlamaya razıyım. Sen yola çıkmadan önce yaptığımız kavganın hatıralarını her ikimizin de hafızalarından silebilmek için yaparım. Bugüne kadar sorma cesareti gösteremedim. Yüz yüze olsak yine soramam biliyorum. Bu günlüğü döndüğünde sana verecek miyim? Ya da son nefesimle birlikte mi eline geçer? Onu da bilmiyorum. Zamansız bir mektup yazar gibiyim. Ama bir gün mutlaka okuyacağından eminim. O yüzden artık sormak istiyorum: Tüm bu karmaşanın ortasında Erasmus’dan dönmek için fırsatın varken evine gelmek istememenin nedeni o kavga mıydı? Seni o kadar mı kırdım? Eğer öyleyse bu dileğim geleceğimiz için olsun: Lütfen beni affet kızım!

13.GÜN

Her gün kanlı canlı karşımdasın. Artık teknoloji buna imkân verse de yani görüntülü konuşmaya, netice de sana sarılabiliyor muyum? Kokunu içime çekebiliyor muyum? Elini tutabiliyor muyum? Bak bugün dünkü gibi sakin duramayacağım. Şimdiden gözyaşlarım birikmeye başladı. Sulu gözün teki oldum çıktım. İyisin. Biliyorum. Ve buna şükrediyorum. Yüzün gülüyor. Güzel şeyler anlatıyorsun. Ama gerçekten öyle misin? Mutlu musun? Bizi üzmemek için mi öyle gülümsüyorsun. Sen her şeyi yiyemezsin mesela. Yemek seçersin. Ben bu kız oralarda ne yiyecek diye düşünürken, sen şimdi bu korkunç pandemi günlerinde karantina altında ne bulup, ne yiyorsun?

Sen de duygulusun benim gibi. Benim kızımsın işte. Durup durup ağlarsın. Sonra gelip biri sana sarılsın istersin. Şimdi içinden dalgalar yükseldiğinde gözyaşlarını tutuyor musun? Ya da yalnızlık içinde titriyor musun? 

Bu günlüğü ne zaman elime alsam Boncuk yanı başımda bitiveriyor biliyor musun? Yazı masasından kalkıncaya kadar da dizlerimden inmiyor. Bu kedilerin inanılmaz güçleri var. Sanırım o hepimizden çok özledi seni. 

21. GÜN

Dün telefondan paylaştığın yeni fotoğrafa baktım. Dışarı çıkmışsınız bir arkadaşınla. Onun da senin de yüzünde maske. Gözlerinizin içi gülüyor. Saçların biraz uzamış sanki. Açık bırakmışsın. Çok seversin onları. Baban hep kızardı hatırlıyor musun? Darlanmıyor musun o saçlarla öyle darmadağınık… diye. Ama sana çok yakışıyorlar. Süzülmüşsün sanki yavrum. Zaten incecik bir kızdın, daha da zayıflamışsın. 

Ne büyük çaresizlikmiş. Gelmek istesem de gelemiyorum ya çıldırıyorum. Ne ülkeden çıkabiliyorum ne senin kaldığın ülkeye girebiliyorum. Tüm dünyayı sardı bu lanet virüs. Kapılar kapandı. Biz sınırlardan nefret ederken daha bir ayrıldık birbirimizden. Garip bir hal aldık. Ah be yavrum sabah akşam dua ediyorum senin için. Senin için ve tüm insanlık için. Bugünler geçtikten sonra neler olacak? Zor günler yaşıyoruz. Evet öyle zor günler ki yazdıklarımı hemen okumayacağını bildiğim için rahatlıkla yazacağım buraya. Benim de içimi dökmeye ihtiyacım var. Nefes alamıyorum çünkü. Küçücük alanlarımıza sığmak zorunda kaldık. Anneannen deden bir yerde babaannen büyükbaban başka bir yerde ve hiçbirimiz gidemiyoruz yanlarına. En çok da teyzen için endişeleniyorum. Her gün hastanede çalışıyor, evine de gidemiyor, yatakhane ayarlamışlar orada kalıyor. Ailesini tehlikeye atmaktan korkuyor. Haklı. Çok haklı. Servisinde iki yakın arkadaşı virüse yakalanmış, durumları ağırmış. Birini sen de tanırsın, Cemile vardı hani, teyzenin asistanı. İnsanları uyutuyorlar, ölüm öncesi uyku diyorum buna. Onlar entüpe etmek diyor. Yarı ölü insanlarla dolu hastaneler. Korkunç zamanlar bunlar. Ve bizim oturup bitmesini beklemekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yok. 

25. GÜN

Sokağa çıkmayalı 26 gün oldu bugün. Artık evin içine sığamıyorum. Güneş açtı. Yataktan başka bir enerjiyle uyandım. Ama onu bastırmaya çalışıyorum. Tek mutluluğum senin bulunduğun ülkenin bizim ülkemize göre vaka sayısının daha düşük olması. En azından sen daha az risk altındasın. Belki bana söylediğinden daha çok dışarı çıkabiliyorsundur. Ama umarım çok dikkat ediyorsundur. Çünkü bu işin şakaya gelir tarafı yok. Dün bir öğretmen arkadaşımın haberini aldım. Benden gençti. Yeni atanmıştı. Adı Selim. Sen bilmiyorsun onu. Tanışmamıştın. Geleceğe nasıl da umutla bakan bir çocuktu. Yıllarca gönüllü çalışmış Doğu’da. Bize haftalardır ‘bu virüs önce yaşlıları alıyor’ dediler ama o daha gençti işte. Gitmiş. Cenaze töreni bile yapamadılar. Bir kutu içine koymuşlar,  uzaylılar gibi giyinmiş birkaç kişinin eşliğinde toprağa verilmiş. Huzur içinde uyusun. Buraya özellikle not düşüyorum onu. Unutmam elbet o güzel genç adamı ama yazıya dönüşen hiç unutulmaz ya ondan işte. Aklıma bunlar gelince dışardaki güneşin ışığı bile içimi ısıtmıyor. Ne olur yavrum dikkat et kendine. Sen, benim sana emanetimsin. Ne olur, ne olur, ne olur…

29. GÜN

Bugün yine gülen yüzünle bir fotoğraf paylaşmışsın. Menemen yapmışsın. Aferin kızıma. Demek kendi kendine bakabiliyor benim gülüm. Hatta arkadaşlarını da besliyor. Çok büyüdün değil mi miniğim? Zaten bu değişim programının amacı da büyüdüğünü kanıtlamaktı. Nasıl umutla çıkmıştın o yolculuğa. Bir yıl öncesinden deli gibi çalışmış, kredilerini tamamlamıştın. Gezecek tozacaktın dersleri düşünmeyecektin. Bu senin hayatının fırsatıydı. Vizenle tüm Avrupa’yı dolaşacaktın. Ama hayat garip işte. Kader dedikleri bu olmalı. Pat diye bütün planları alt üst edebiliyor. Bir yıl önce kimin aklından geçerdi bu pandemi? Yine de büyüdün be kızım. Orada uzun bir süre tekrarlanmayacak garip bir zaman dilimini tek başına yaşadın. Karantina da bile dostluklar kurdun. Unutulmayacak anılar paylaştın. Seninle gurur duyuyorum. 

33.GÜN

Uzuyor. Uzayacak. Hâlâ ölüm rakamları geliyor. Hâlâ pik yapmasını bekliyoruz, sonra bir rutine inmesini sonra bulaşma hızını azaltmasını. Ne kadar sürecek kimse bir şey bilmiyor. Bekliyoruz. Hep endişeliyim. Hiçbir şeye odaklanamıyorum. Sıkılıyorum. Ve böyle düşündüğüm, mızmız bir insana dönüştüğüm için kendime kızıyorum. 

Bir kadın var. Yıllardır tek başına savaşıp duruyor. Mantıksız bir kazada oğlunu kaybettiğinden beri yanıp tutuşuyor ama durmuyor. Hukuk savaşı veriyor. Senin fotoğraflarına bakarken onun sosyal medya hesabına göz atmadan duramıyorum. İnsan diyorum, bir anne bu acıyla nasıl yaşar? İçselleştirince o kadının duygularını inan dayanamıyorum, binlerce parçaya ayrılıyor yüreğim. Böyle acılar içinde yanıp kavrulan ne çok anne var çevremizde. Bizim bilmediğimiz, bildiğimiz ama duymadığımız, görmediğimiz, kör kaldığımız ne çok anne.  Sonra işte daha çok kızıyorum kendime. Evimdeyim, güvendeyim. Sen yurdundasın, sağlıklısın. Tek yapmam gereken beklemek. Sabretmek ve güçlü olmak. Yapabilirim, yapacağım!

37. GÜN 

İlk gün yazmamışım, gittiğin ilk hafta hasretin öyle güçlü vurdu ki beni albümleri çıkardım. Saatlerce tek tek fotoğraflarına baktım. İçlerinden her yaş için birini seçtim. Yatak odamda duvara astım. Ortasında bana ilk yaptığın anneler günü resmini de koydum. Öyle güzel oldular ki sanırım sen döndükten sonra da kaldırmayacağım. Her gece uykuya dalmadan önce onlara bakıp seninle konuşuyorum. Acaba duyuyor musun? Hayır! Eminim duyuyorsun. Seni çok seviyorum kızım.