– Yok be Samet abi… Yapmaz Melek!

– Nasıl yapmaz oğlum! Bak, üç gündür yok… Sırra kadem karı… Yok!

– Neriman ablaya sordun mu? Biliyordur o!

– Yemin billah etti çocuklarının üstüne. Bilmiyor.

– O zaman başka… Bilmiyordur.

– Sallama oğlum şu tesbihi yüzüme yüzüme… Zaten canım burnumda.

– Kusura kalma abi. Alışkanlık…

– Başlatma alışkanlığına…

– Bir kahve söyleyeyim mi abi, şöyle okkalı!

– Söyle, söyle…

– Hop Nevzat, Samet abime yap bir okkalı; bana da tavşan kanı gönder!

– Şey diyorum abi… Hani abla epeydir Bursa’ya gideceğim diyormuş ya…

– Ne Bursası lan?

– Ne bileyim abi… Bunlar kendi aralarında konuşurlarken demiş galiba, gidebileceğim tek yer diye. Oraya gitmiş olmasın?

– Nasıl gidecek oğlum, nereden bulur parayı, pulu? Her kuruşu alıyorum elinden kaltağın!

– Öyle deme be abi, bizim kızlarda hep bir gizli çıkın olur… Neler duyuyoruz, yalan mı!

– Dellendirme lan beni… Pılı pırtısı, inciği boncuğu olduğu gibi duruyor evde. Didik didik aradım her yeri. O bir halt edemez bensiz.

– Öyle diyorsan…

– Öyle diyorum. Ne diyecem!

– Ama abi ya, geçenlerde Vahit’in iki kızı birden vınlamadı mı hem de gözünün içine baka baka… Bolu’ya mı ne?!

– Vahit pısırık oğlum. Bak yazıyorum buraya, altı aya kalmaz Vahit mahit yok bu sokaklarda. Görürsün. Hem sen beni Vahit’le bir mi tutuyorsun yoksa lan?

– Estağfurullah abi, ne demek! Çay da çok güzelmiş. Soğutmasana Samet abicim kahveni.

– Hakkaten lan, dediğin gibi gitmiş olmasın bu Melek Bursa’ya?

– Nereden bileyim abi?!

– Yaşatır mıyım lan bana yamuk yapanı, yaşatır mıyım?

– Ne münasebet abiciğim…

– Hani bi Sevtap vardı…

– He abi vardı.

– Şimdi var mı?

– Yok abiciğim, ta Adana’da bitirdin işini, gün yüzüne çıkamaz oldu kızcağız.

– Kızcağızmış… Sen bu kafayla var ya, bir bok olmazsın, ola ola Vahit’e ikiz olursun.

– Aşk olsun abi, fena marizledin valla iki dakikada beni. Ben de bir Tayfun abi olacaksam icabında, kısmetse yani, izninle izinden yürürüm ancak kör topal da olsa.

– Dur şimdi, boş boş konuşma… Diğer kızlar duymadan bulalım şu Meleği… Tutup saçından getirelim. Tefe koyarlar valla adamı, tefe!

– Estağfurullah abiciğim… Hiç olur mu!

– Olmasın işte. Ben de onu diyorum… Bulmamız lazım bizim bu Melek karısını.

– Tamam da abi, nasıl?

– Bursa, diyormuş ha!

– Valla öyle duydum.

– Kim var lan Bursa’da bizden?..

– Kim var, kim var, kim var?..

– Cevdet’e sorsak mı?

– Sen bilirsin abiciğim.

– Ulan bir de sakız olmak var Cevdet’in ağzında. Çalıştır saksıyı.

– Çalıştırayım çalıştırma… Hah! Cemil’in yeğeni Halil, Aşkın Bar’da garson. Kulağı deliktir. Telefon sallasak?!

– Hay ağzını öpeyim senin Tayfun, koçum benim, bul Halil’in telefonunu, bir sorup soruştursun, oralarda görülmüş mü bizim Melek? Resmini de yolla afilisinden ki, anlasın kimi aradığını.

– Oldu bil abiciğim.

– Sallanma, sallanma…

– Evvelallah o iş bende.

– Göreceğiz.

– Hadi kaçtım ben.

– Akşama kalmadan bul şu kaltağı. Bul ki, göstereyim dünyanın kaç bucak olduğunu. Bursa’ya gitmek istiyormuş sıçtığımın karısı. Var mı ulan Samet’ten kaçıp gitmek?! Var mı ha!