Yaşlı adam metro durağında bekliyordu. Mavi çizgi – kırmızı çizgi – sarı çizgi… Durmak için son uyarı. Ya da atlamak. Sonsuz uykuya dalmak. Sonra bir daha bu karmaşa dolu dünyaya uyanmamak…

 

O gün kızının aldığı ve ona telefonla bildirdiği randevuya göre, elinde nüfus cüzdanıyla erkenden üzerinde ORTOPEDİ yazan binanın içindeki DANIŞMA’nın önüne geldi. Bekledi. Uzun bir süre bekledi. Sıranın kendisine gelmesi için bekledi. Bir ara düşündü acaba yanlış yerde bekliyor olabilir miyim? diye.  Hiç yapmadığı şey değildi. Eğer öyleyse yeniden sıraya girecek ve orada bir bu kadar zaman daha bekleyecekti muhtemelen. Nihayet sıra kendisine geldiğinde ve görevli adam, bankonun arkasından -adamın yüzünü göremiyordu- “randevunuz var mıydı?” diye sorunca kala kaldı. Aklı yanlış yerde beklemiş olma ihtimaline takılıp kalmıştı. Adam üsteleyince, “Ha evet, bugün ayın 13’ü değil mi oğlum, kızım demişti, saat 10:40 yani 11’e 20 kalaya randevum var. Dizlerim çok ağrıyor. Hiç kıramıyorum. Kopacak sanki. Bir de kemiklerim sızlıyor ki, sorma.”  Bankonun ardındaki adam bu sızlanmaları hiç duymamış gibi “4. numaralı poliklinik” deyip eline barkodu tutuşturdu. Oh mutlu olmuştu, yanlışlık yoktu, yaşlı adam biraz ilerledi, sonra geri döndü. “Peki oğlum bu 4.nolu poliklinik nerede kalıyor?” diye sordu. Bankodaki adam bezgin, “Buradan sağa dön dümdüz ilerle koridorun sonunda banko göreceksin oradan alt kata in, karşılıklı bekleme odaları var orada bekleyeceksin.” dedi.

 

Yaslı adam zar zor tarif edilen yeri buldu. Başladı yine beklemeye. Bekle, bekle, bekle. Bekledikçe düşünceler beynine hücum ediyordu. Üç çocuğu vardı, biri kız ikisi erkek. Biri dışında diğerleri kendi düzenlerini kurmuşlardı. O, yani en küçük oğlu evdeydi. Bir iş tutturamadığı yetmediği gibi adama yapmadığı eziyet, etmediği küfür kalmıyordu. Daha dün akşam yaptıkları kavgayı hatırladıkça adamın bir yandan dizi, öte taraftan ciğeri sızlıyordu. Mendebur karısı da hep çocuklarından yana olurdu. Hal böyle olunca yaşlı adam her fırsatta kendini dışarlara atar, akşam geç vakitlere kadar eve dönmek istemezdi.

 

Zaman geçiyor ama bekleme salonda asılı elektronik tabloda bir türlü ismini göremiyordu. Zar zor oturduğu yerden kalktı. Bu adam beni kaydetmedi mi yoksa diye söylendi, sonra poliklinik 4’ün kapısı açılınca içeride oturan iki genç doktordan birine “Oğlum beni ne zaman çağıracaksınız, randevu saatim geçti” diye sitem etti. Genç doktor “Amca adın neydi” dedi. “Necmettin Durmaz” dedi adam. “Ama seni sesleneli çok oluyor, bekledik gelmedin amca” dedi doktor. Yaşlı adam telaşla “Ama bana bekleme odasındaki tabloyu takip etmem söylendi. Orada ismim çıkmadı ki” dedi yaşlı adam. Doktor “Peki peki bekle dışarda, bu hastadan sonra seni alacağız” deyince sevindi. Ayaklarının üzerinde zor dursa da duvara yaslanarak beklemeye başladı. Beklemek sıkıntı değildi, hem yapacak işi de yoktu nasılsa. Öğlen namazına da daha vakit vardı. Ah bir de şu dizlerini titreten ağrı olmasa. Nihayet doktor adını seslendi de girdi. “Şikâyetin nedir amca?” diye sordu doktor. “Dizlerim çok ağrıyor doktor bey oğlum ama en çok da sol dizim ağrıyor. Namaz kılarken, abdest alırken çok zorlanıyorum. Bir de kemiğim sızlıyor içten içe. Ağrıdan geceleri uyuyamıyorum.” “Tamam amca önce bir film görelim” dedi doktor. “Al bu kâğıdı filmini çektir gel” Elinde kağıt, üstünde adı Necmettin Durmaz, peki röntgeni nerede çektirecek. Koridorun sonunda röntgen yazan bir oda buldu bulmasına da kapısı kapalıydı. Oradan geçen bir hastabakıcı “Röntgen için bu binadan çık, İş Bankası’nın önünden yokuştan in, sola dön aşağıya yürü radyoloji yazıyor göreceksin” dedi. Yaşlı adam tarifi unutmamak için tekrar ede ede, yolda sora sora nihayet radyoloji bölümünü buldu. 80’e yaklaşan yaşı, o kadar yıl çalışmayla takatini yitirmiş dizleri daha ne kadar taşıyabilecekti kendisini emin değildi. Bir de bu yokuşu tekrar geri çıkmak vardı. Burada da bir danışma vardı, yine danışmaya gitti elindeki kâğıdı gösterdi, nerede film çektireceğini sordu. Görevli yüzüne bile bakmadan “Al amca 1 numaralı bankoya geç” dedi. Elindeki sıra numarasına baktı 640, bankoda yanan numara ise 580. Önünde görünmeyen altmış kişi vardı. Çok kalabalık burası. Yukarıda muayene olduğu yerden de kalabalık. Nasıl sıra gelecek bana diye düşündü. Alıp ağrımı gitsem mi? Bekle bekle burada daha da hasta olacağım yoksa diye düşündü. Öylece oturdu, düşündü, kalktı, oturdu, düşündü, gelen geçeni izledi, bankodaki bir türlü artmak bilmeyen sayıya baktı. Sonra tekrar oturdu. Etrafta kendisiyle yaşıt kadın – erkek ne çok ihtiyar vardı. Hepsinin yanında da fır fır dönen evlatları. Onlar oturuyor, çocukları sıraya giriyor, sonra kollarına girip onları gidecekleri yere götürüyorlardı. Diğer ikisi evdekinden iyi mi ki, diye düşündü. Çekip gitmişler, iki ayda üç ayda bir ya uğruyor, ya da telefon ediyorlardı. Bin bir zahmetle almıştı kızı bu randevuyu, işleri çok yoğunmuş. Olsun, ben onları okutmak için neler çektim, iki işte çalıştım, yılmadım, diye düşündü. Düşündükçe baktı içi iyice darlanacak, vazgeçti. Bu iş uzadı, film çektirmekten de vazgeçsem dedi ama eve dönüp o mendebur karıya, bak gitti de bir işini hallemeden döndü, dedirtecek değildi ya. Boş verip gitse karısı açacak ağzını kocaman kahkahalar atarak yüzüne doğru “Bak ben sana halledemezsin, ağrın falan yok senin, ihtiyarlıktan onlar geçer” diyeceğini adı gibi biliyordu.

 

Oh işte nihayet 640. Sırası geldi. Ama bankodaki kadın kendisinden önceki hastayla kavga ediyor, görünüşe göre karısından bile mendebur biri, sonra yaşlı adamın eline fişi tutuşturuyor da nereye gideceğini söylemiyor. Adam yine danışmanın yolunu tuttu, şimdi nerede bekleyeceğim diye sordu, nasıl olsa terbiye oldu, alıştı artık beklemeye. “Sana güvenliğin karşısında beklemeni söylemişlerdir, geç otur, isimle çağıracaklar” diyor adam. Koskoca öğretmen emeklisi Necmettin Durmaz mı duyduğunu anlamayacak? Çok öfkeleniyor ama bir şey demiyor. Nicedir öfkesini içine gömmeye alışmış. Diğerlerinin yanına geçiyor, oturuyor, bekliyor. Nedir bu memleketin hali diye düşünüyor? Ne kalabalık, ne kaos? Nihayet bir kadın çıkıyor karşı odadan, kendi adıyla birlikte üç beş kişinin adını daha söylüyor. Hastalar ördek yavruları gibi kadının peşine düşüp röntgen odasına giriyorlar. En sonda da Necmettin Durmaz.

 

Nihayet işi bitip de muayene olduğu yerin yolunu tuttuğunda, on beş dakika da indiği yokuşu dura kalka 45 dakikada çıkıyor yaşlı adam. Röntgenden sonra kayıt yaptır demişti doktor onu hatırlıyor, danışmanın önünde buluyor kendini neyse bu defa kuyruk yok. Kayıt yaptırıp, tekrar 4 nolu polikliniğinin bekleme odasına geçti. Güneş doğmadan başlayan gün öğleni buldu. Bu arada yaşlı adam beklemeye iyiden iyiye alıştı. Artık biliyor yaşlılık demek hastane demek, hastane demek beklemek demek. Hayat demek çile demek, evlat demek yalnızlık demek.

Öğle tatiline girmeden röntgen sonucuna baktı doktor: “Amca kireçlenme, yaşa bağlı pek yapacak bir şey yok. Ama fizik tedavi alman lazım. Al bu kâğıdı bul uygun bir yer, fizik tedavini yaptır.” Ben ağrılarıma çare olsun diye bekledim bu kadar saat diye feryat ediyor, ama içinden. Üstelik bir de mendebur karı yine haklı çıkıyor işte.