Arnavut taş döşeli caddede bisikletimi sürerken ılık bir esinti omuzlarımı okşuyor, rüzgâr saçlarımı dans ettiriyor. Tuhaf gelebilir ama ben bir Kızılgerdan kuşu bulma arayışındayım. En güzelini bulmak istiyorum. 

Bir kuşu kendime nasıl çekebilirim? O yapabilirdi. Kızıl saçları onlara gül ağacı gibi görünürdü, kuşlar başına konmaya çalışırdı.

Sürekli onu düşünüyorum. Parlak gözleri, gülüşü zihnimde geziniyor. Her yağmur yağdığında “bulutlar kusuyor” der ve çılgınca gülerdi. Nefessiz kaldığım an bir gülümsemesi ciğerlerimin yardımına koşardı. Onun bakışını yakaladığım an tüm korku ve dertlerim benden uzaklaşır gülmeye başlardım.

Güneş sanki sırtımda bir kor ateşi gibi, bu yüzden soğuk suyla doldurduğum mataramdan bir yudum almak için duruyorum. Buğulu ve sıcak bu havada kesinlikle kırda dağlarda oralarda bir yerlerde olmalı.      

Ön kapıdan çıkarken “Dışarısı çok sıcak! Güneş seni öldürecek!” diye seslenmişti annem.

“Umarım öyle olur!” diye söylenmiştim bisikletime binerken. 

Arabalarla yarışmaya başlıyorum. Kırmızı bir araba geçiyor ve birkaç saniyeliğine neredeyse sabit bir hızda ilerliyorum. 

Etrafımdaki herkes üzüntüye boğulurken nasıl güçlü olabilirim?  

Bir zamanlar altında toplandığımız ağacın yanından geçiyorum. Yumuşak bebek yüzü, kızıl saçlarıyla mükemmel bir uyum içindeydi. Onunla büyümek tıpkı bir tohumdan büyümeme yardım eden suydu.   

Küçüktük ve bir “maceraya” çıktık. Bu ağaç… kolunu kırdığı yer… İkimiz de dallarına tırmanmaya çalışmıştık ama o hakimiyetini kaybetmişti. Eve koşmuştuk, kolunu tuttuğunu görünce annesinin gözlerini dehşet doldurmuştu.   

Mahalledeki kırıkçının “bu beni aşar, hastaneye götürmeniz gerek” demesinden sonra hastaneye götürmüşlerdi. Kolu tedavi edilirken, vücudundaki morlukları fark eden doktorlar tam teşekküllü kan tahlili ve ardından bir sürü inceleme yapmışlar. Sonuç: kanser… 

Bütün gün sürse bile o kırmızı gerdanlı kuşu bulacağım. 

Hayranlıkla baktığım kızıl saçlarını hayal ediyorum. 

Kapılarından geçerken kardeşinin çöpü dışarı attığını gördüm. Gözlerinin ağlamaktan hâlâ kırmızı olduğunu fark ettim. Çok üzgün. Dudaklarında hüzün dolu bir gülümseme ve ben de ona acıyla eşlik ediyorum. 

Sürmeye devam ediyorum ve hâlâ orada olup olmadığını görmek için hızlıca geriye bakıyorum. Gözyaşlarının güneşin yardımıyla parladığını görebiliyorum.   

Bütün gün sürse bile o kırmızı gerdanlı kuşu bulacağım. Sokaklardan hızla geçiyorum. 

Aklım anılarla dolu bir denizde yüzüyor. Kendisine prenses derdi. Yanılmıyordu, sadece bir tacı yoktu.

Üzerimden sıcak hava dalgası akıyor ve saçlarımı kabartıyor. Bu havadan nefret ediyorum.   

Resim yapmayı severdi. Parmaklarının arasında tuttuğu bir yağlı boya fırçasıyla eli o kadar uyumlu hareket ederdi ki hayran olmamak mümkün değildi. Resimleri evin her yerine asardı. Ders çalışmaya onlara gittiğimde çizdiği resimleri her yerde görünce sinir olurdum. Şimdi, her bir kağıdı okşarken o beyninin içinde neler döndüğünü hayal ederek her birine bakıyorum.  

Film izlemeyi severdi. Sadece mutlu sonla biten filmler izlerdi. Nedenini sorduğumda, “Çünkü mutlu bir hayatı hayal etmek eğlenceli” dedi. Genç yaşta bile sonsuza kadar mutlu olmanın her zaman gerçek olmadığını biliyordu. Daha on yedisinde bununla nasıl başa çıkar? Kanser ona bu dersi verdi. 

Gittiği günü hatırlıyorum. 

Bulutlar o gün kusmuyorlardı ağlıyorlardı. Onsuz günler yağmurla daha da yalnızlaşır. O vefat etti! “Hayır bu asla olamaz.” diye feryat ettiğimde annesi bana sarılarak “o artık gökyüzünde uçan nar kuşumuz oldu.” diyerek hem kendisini hem de beni teselli etmeye çalışıyordu.

Parlak kırmızı dur işaretinin bulunduğu yaya geçidinde duruyorum ve mutlu insanların geçmesini bekliyorum. 

Zaman iyileştirir derler. İyileşmiyorum. Sadece zaman geçtikçe daha çok acı ve özlem birikiyor. Ya bir kez daha sarılabilirsem, bir gülümseme daha diye yanıp tutuşuyorum. 

Bütün gün akide şekeri yerdi. Kırmızı olanlar onun favorisiydi. Odasının her gizli bölmelerine saklardı. Hâlâ bir umut belki kuşlar bırakmıştır diye aradığım oluyor.

Bir keresinde annesi odaya hızlıca dalmıştı o da emdiği şekeri altına alarak üzerine oturmuş, şeker kot pantolonuna yapışmıştı. Komikti, dakikalarca gülmüştük.

Şu anda nerede olduğunu merak ediyorum. O ne yapıyor? Muhtemelen resim yapıyor ve şeker emiyordur. Umarım olduğu yerde mutludur. Umarım onu ne kadar özlediğimi biliyordur. Gitmesi herkesi çok fena etkiledi. Onun bulaşıcı gülümsemesini özledim. Gökyüzüne bakıyorum ve neredeyse bulutların arasında onun yüzünün haritasını çıkarıyorum. Beyaz bulutların içinden bile kızıl saçlarının güneş gibi parladığını hayal ediyorum.  

İşte burada. Kanatlarını özel bir ritimle çırpıyor. Ağaç yapraklarıyla oynuyor. Bisikletimi çimenlerin üzerine koyuyorum ve gizlice arkasına geçiyorum Yakından bakıldığında, kanatlarına boyanmış sihirli renkler ve gerdanı nar kırmızısı. Gözlerim bulanıklaşıyor ve bu bana onu hatırlatıyor. Usulca biraz daha yaklaşıp üstüne aniden fileyi atıp onu yakalıyorum. 

Dünya hayatımdan en güzel şeyi aldı, ben de aynısını dünyaya yaptım. Bu benim kırık kalbime bir nefes aldırma şeklim. Onu koruyamadım. Ama onu bundan sonra bir nar kuşu olarak hep yanımda tutmaya söz verdim kendime.

Bir kuşu hapsetmek beni kötü adam yapar mı bilmiyorum. Ya da kahraman. Korkunç olduğunu biliyorum ama dünyaya sormak istiyorum: “Neden onu, mutluluğumu benden aldın?” diye

Filenin altına usulca elimi sokuyorum ve kanatlarından tutuyorum. Sağ elimden sol elime usulca, aşkla koyuyorum. Kızıl gerdanından öperek kafese yerleştiriyorum.