Akşam diyordunuz oldu akşam! Umarım keyifler gıcırdır sevgili dinleyenler!

Açalım seyahat defterimizi okuyalım bugüne ait gezimizi. Hayal dünyamızın kapılarını sonuna kadar açmayı unutmayalım. Her akşam olduğu gibi farklı gezi güncemizi okurken, sayfa geçişlerini şarkıyla yapacağız…

 

-Her başlangıç, bir sona gebedir-

 

Dün gece yarısı Şanlıurfa’dan, Gaziantep’e doğru yol aldık. Oradan İstanbul’a geçtik. Kültür turu yapan kafilemizi, İstanbul’dan Rotterdam’a uzanan rötarlı uçak yolculuğu epey yordu. Havaalanında bizi rehberlerimiz karşıladı. Bir Türk lokantasında çorba içtik, yemek yedik. İlerleyen saatlerde küçük pansiyondaki odalarımızda dinlenmeye çekildik. Odadaki duvarlarda yatağın kenarına yazılmış notlar ve değişik grafitiler vardı. Dinlenme sonrası Rotterdam merkezinde gezdik. Gotik binalar, kübik evler ve kalem bina görülmeye değerdi. Fotoğraflar çektik. Gezdiğimiz saatte kapalı olan büyük kütüphanede her tür kitap bulunurmuş. Burada bir kitap arandığında yok demek gibi bir seçenek yokmuş.

 

Erasmus Köprüsü, kuleler, yüzen Çin lokantası geçtiğimiz yerlerdi. Bisikletliler için yapılmış uzun tünelden hızlı adımlarla geçtik. Hollanda’da ulaşım genel olarak bisikletle sağlanıyor. Bisikletler için trafik ışıkları, park yerleri ve ayrı yollar… Büyük sepetli bisikletlerde anneler çocuklarıyla geziyor. Pazarlarda lale soğanları, süt ürünleri, özellikle çeşit çeşit peynir bulunuyor.

 

Şimdi Cvmel’den Light of My Life’ı dinliyoruz

 

 

Sabahın erken saatlerinde yaptığımız kahvaltıdan sonra pansiyonun bekleme salonunda toplandık. Sırt çantalarımıza koymak için peynirli, domatesli sandviçler hazırladık. Sandviçlerin yanı sıra küçük poşetlerde elma ve su almayı da unutmadık. Kapıda bekleyen üç arabaya dağıldık. Kafilenin tamamen toplanmasını beklerken pansiyonun yanındaki küçük sokakta sıralanan evlerin önünde fotoğraf çektik. Bu evler, çatılı, müstakil minik bahçesi olan yan yana sıralanmış şirin yapılardı. Her evin penceresinden dışarıyı izleyen rengârenk çiçekler vardı.

 

Kısa bir yolculuk sonrası sakin Rotterdam’ı geride bırakıp, hareketli Amsterdam’a vardık. Geçtiğimiz yollardaki köylerde çok fazla yel değirmeni vardı. Dam Meydanı’nda dolaşmaya başladık. Burada belediye binası olarak kullanılan neo-klasik tarzdaki Amsterdam Kraliyet Sarayı, meşhur balmumu müzesinin Amsterdam şubesi olan Madame Tussauds gibi yerleri gördük. Meydanda gösteri yapan palyaçoların bir kısmı dans ediyor; bir kısmı da büyük baloncuklarla değişik şekiller yapıyordu. Van Gogh Müzesi, devlet müzesi ve Vondelpark gezdiğimiz yerlerden birkaçıydı. Anne Frank’ın ailesiyle beraber, II. Dünya Savaşı sırasında şehri işgal eden Naziler’den kaçıp saklandığı eve gidemedik. Anne Frank Evi Müzesi, başka bir zamana kaldı. Çünkü arkadaşlarımızdan ikisi hediyelik eşya almak için şehir merkezinden uzaklaşmış ve kaybolmuşlardı. Uzun süre onları bekleme ve arama çabaları derken akşam oldu. Sonunda arkadaşlarımız telefonlarını şarj edecek bir yer bulmuşlardı. İletişim kurduk ve kısa bir müddet sonra Dam Meydanı’nda onlara kavuştuk.

 

Şimdi de mikrofonda Simon & Garfunkel’dan El Condor Pasa!

 

Hep beraber bindiğimiz araçlarla Rotterdam’daki pansiyonumuza rehberlerimizle döndük. Klasik Türk yemeklerinin ardından çay faslı geldi. Dinlenmek ve erkenden uyanmak için odalarımıza çekildik. Sabah erken uyanıp kahvaltının ardından Amsterdam’a doğru yeniden yol aldık. Orada kanal turu yaptık. Kanalın çevresinde yamulan evlere, Hollandalılar dans eden evler adını vermişler. Waffle yedik, yöresel pazarda satılan, uzun süre bayatlamayan peynirlerden aldık. Amsterdam çiçek pazarındaki çiçekler harikaydı. Kraliyet Sarayı, Eski Kilise, Begijnhof, mimari açıdan görülmesi gereken yerlerin başında geliyordu.

 

Akşama doğru havaalanına geldik, buradaki rehberlerimizle vedalaştık.

 

Amsterdam’dan Münih Hava Limanı’na uçtuk. Burada bizi karşılayan rehberlerimizle Almanya’nın Ulm şehrine geldik. Ulm şehrinde bize ayrılan otel, temiz ve güzeldi. Akşam dinlenme ve sohbetle geçti. Sabah beş günlük eğitim semineri, okul incelemeleri ve ziyaretleri vardı. Ders dışında hava izin verirse, Ulm’de geziyorduk. Sürekli sağanak yağış vardı rahat gezmemizi engelliyordu. Dünyanın en yüksek kilisesi Ulmer Muenster’i, botanik bahçelerini, şehir merkezindeki alışveriş merkezlerini gezdik. Şehrin dışında kurulan lunapark festivali en eğlenceli kısımdı. Korku evi, dönme dolaplar, su yelkenlileri, şekerleme dükkânları ve tam eğlencenin merkezindeyken yakalandığımız sağanak yağmur! Ona da çözüm hazırdı. Ulm’de alışveriş merkezlerinin birinde büyük çöp poşetine benzer ince poşetten yapılmış, yer kaplamayan yağmurluklar satılıyordu. Hepimiz bu yağmurluklardan alıp sırt çantamızın gizli bölmesine saklamıştık. Sürekli puslu, kapalı bir havaya sahipti Ulm. Eğitimimiz biterken bizlere de dönüş yolu gözüktü… Farklı insanlar, farklı yerler ve farklı yaşayışlar keşfederek anı hafızamızı genişletmiştik. Dünya yaşadığımız köyün tel örgülerinde bitmiyordu bunu bir kez daha anlamıştık. Daha keşfedilecek, görülecek çok yer vardı…

 

-Her son, yeni bir başlangıca gebedir-

 

Bir gezi güncemizin daha sonuna geldik sevgili dinleyenler!

Ne demiş Kavafis:

“Dile ki yolculuğun, bilgi dolu ve macera dolu olsun…”

Aynı dilekle hoşça kalın diyorum.