Sabah kahvaltımı yapmış, bilgisayardan gazeteleri karıştırmıştım. Pardon, bilgisayardan gazete karıştırılmaz, okumuştum yani. Bir kahve yaptım kendime. Penceremden bahçeye bakıyor, günü planlamaya çalışıyordum. İçimden “Şu bahçede neler oluyor zaman zaman. Hepsi ayrı hikâye,” diye geçiriyordum bir yandan. Karşı evin duvarları görünmez olmuştu yine. İlkyazın ılıklığı vişne ağacının özsularını da sarmış, o özsular da bahar taşkınları gibi ağacın gövdesinden dallarına dağılmışlardı. Baskıya dayanamayan dalların patlak veren yerlerinden yapraklar boy göstermiş ve ağaç yeşillenivermişti. Yeni yetme yapraklardan karşı duvarı göremiyordum.

Bahçenin miskin kedisi iki santim kadar uzamış çimlerin üzerinde dolanıyordu. Komşuların bıraktığı kapları kontrol ediyor, en hoşuna giden yiyecekleri arıyordu olasılıkla. Bir yandan kahvemi içerken, vişne ağacının beyaza büründüğü, büründüğü zaman kışı anımsatan, bir gelinlik giymiş genç kız gibi bahçeye dolduğu zamanın uzak olmadığını düşünüyordum.

Sakin bir sabahtı. Akşam hafif çiseleyen yağmurdan sonra yerlerin biraz ıslak olduğunu görebiliyordum. Yapraklar ıslaklığın parlaklığıyla başka bir yeşile bürünmüşlerdi. Sabah güneşinin taze ışıkları üzerlerine düştükçe, cilalanmış ve kadife çekilmiş ayakkabı gibi parlıyorlardı. Daha içeride olanlar ise, kendilerine henüz güneş ışıklarının ulaşmaması nedeniyle mahmurluklarının keyfini sürüyor, tembelliğin tadını çıkarıyorlardı. Ben ağacın yaprakları arasında gezinirken, vişne ağacının alt dallarında bir hareket gözüme çarptı. “Bir saksağan herhalde, ya da kumru, tünedikleri ağaçların altına bıraktığımız arabalarımızı klozet gibi kullanan” diye geçiriyordum içimden. Daha içimden geçirdiklerim sona ermeden kara bir şey havalanmaya çalıştı, hız alamadığı için yer çekimini yenemeyen uçaklar gibi yere çakılıyordu. Kanatları debeleniyor ama yükselecek yerde alçalıyordu.

İster istemez boynumu uzattım. Bir karga yavrusuna benziyordu. Yükselme çabası hızını kestiğinden çakılmasa da, yere düştü. Yere düşer düşmez yine havalanmak için debelendi. Ayakları yerden kesildi ama havalanamadı. Kanatlarını açıp yükselmeye çalışıyor, daha körpe kasları, kanatlarının altındaki havayı yeterli güçte aşağıya doğru itemiyordu bir türlü. Çevresine bakıyordu. Gözlerini göremiyordum ama kafasını hızlı hızlı sağa sola çevirmesinden tedirgin olduğu anlaşılıyordu. Zeminde kalmaması, havalanıp ağaca konması gerektiğini biliyordu, doğası gereği. Yavru da olsa, sabah güneşinin vurduğu kömür karası tüyleri parlıyordu. Ama ne işi vardı tek başına bu bahçede? Nasıl gelmişti bu bahçeye acaba? Her şeyi bırakmış, izliyordum.

Korktuğum başıma geldi ve az önce yan bahçe duvarını aşarak gözden kaybolan kedi çıktı ortaya. Normal zamanda yürüdüğünde ses çıkmayan kedi, şimdi adımlarını daha bir sessizleştirmiş görünüyordu. Çırpınıp duran karga yavrusuna yaklaşıyordu ağır ağır. Daha doğrusu sinsice. Bazen durup bakıyor, gözlüyordu kargayı. Sonra iyice toprağa yapıştırıyordu karnını. Açıkça askerde öğrendiğimiz alçak sürünme yapıyor, durumu kontrol altına almaya çalışıyordu. Hiç acele etmiyordu. Varlığını yok etmeye çalışırcasına sürünüyordu.

Karga yavrusu uçuş denemelerini sürdürüyordu bu arada. Birkaç karış yükseliyor, yine düşüyordu. Sonra kalkıyor, sarsık birkaç adım atıyordu. Bir taraftan da bahçe ortasından, bahçe kenarına doğru gidiyordu kendince. Kedinin yaklaştığını sezdiğine ilişkin bir belirti yoktu hareketlerinde.

Ben de nefesimi tutmuş gibiydim, bana ne oluyorsa. Gözlerimi ayırmadan izliyordum. İlginç bir güne başlama sahnesiydi bu. Vişne derken, yaprakları derken, gelişen olaya bak!

Kedi tam yavruya yaklaşmış hamle yapacakken, işine giden biri geçti oradan Bu bahçe aynı zamanda iki yolu bağlayan bir geçit gibi kullanılıyordu bilenlerce. Bahçeden geçen, her sabah bu saatlerde yüzünü gördüğüm birisiydi. Kedinin karga yavrusuna yaklaştığını görünce, onu “Piissst” diye kovaladı. Kedi dört ayaküstüne kalkıp biraz cephe gerisine çekildi. Ama işine giden bu kadar uyarıyla yetinip yürümesini sürdürdü. Ne de olsa acelesi vardı. İşi onu bekliyordu.

Bahçe yine karga yavrusuna ve kediye kaldı. Kedinin avına yaklaşma sahnesi yinelendi. Karga yavrusunun yeniden havalanma, bir ağacın dalına konma çabaları sürerken, kediyle aralarındaki uzaklık giderek azalıyordu. Kedi, karga yavrusunun kendisine bir şey yapıp yapmayacağını kestirmeye çalışıyordu sanki. Çünkü arada bir yere tamamen yatarak duruyor, yavruya bakıyordu. Son hamleden önce iyice yere yapıştı, kendini küçülttü açıkça. Nerdeyse ayaklarının dirsekleri sırtının üzerine çıkıyordu. Kulaklarının dimdik olduğunu görüyordum. Demek ki bütün duyu organları tam tekmil görevdeydiler. Boynunu iyice öne uzatmıştı. Ve koşmaya başladı, hızlanarak adeta dörtnala koştu ve karga yavrusunun üzerine atladı.

Karga yavrusu bu saldırıyı savuşturmak için son bir çabayla havalanmaya uğraştı ama kedi üzerindeydi. Yine de silkelendi ondan kurtulmak için. Kedi incecik ensesinden yakalamıştı yavruyu. Kanatlarının çırpındığını görüyordum.

O sırada hiç beklenmedik bir olay oldu ve bir karga yukarıdan aşağıya pike yaparak kediyi gagalamaya çalıştı. Kedi avını ağzından bırakmadan patileriyle bu saldırıyı savuşturdu. Belli ki anaç karga, yavruyu kurtarmak istiyordu. Kedinin de avından vazgeçmeye hiç niyeti yoktu.

Olay bahçenin yan tarafına kaydığından, camın iyice kenarına geçmiştim ben de. Benim açımdan bir doğal ayıklanmaydı önümde olup bitenler. Kedinin varlık koşulları ve yetileri bunlardı. Gerçi kedinin bunu açlıktan yapmadığını düşünüyordum. Çünkü yediği önünde, yemediği ardındaydı. Ancak onun genlerinde avlanmak vardı. Sinsiliğini ve çevikliğini kullanarak yapacaktı bunu. Üstelik bu avını en zayıf ânında yakalamıştı. Avın uçmak-uçamamak arası bir gelişkinlikte olması kedinin işini kolaylaştırıyordu. Karga yavrusunun kaçma mücadelesiyle kedinin avlama stratejisi çarpışmış, kedi üstünlük sağlamıştı.

Ana karganın pikeleri karşısında kedi, avı ağzında, hızlı biçimde benim göremediğim bir alana doğru koştu. Ana karga da ağacın dalına kondu. Artık kediyi göremiyordum ama kargayı görüyordum. Bir-iki kere daha aşağı inip sonra dala kondu. Çaresizliği yansıyordu dışarıya. Elinden bir şey gelmediği anlaşılıyordu. Neler olduğunu göremiyordum artık. Merak ediyordum. Ama bu merakı yenmek için aşağı inmek gerekiyordu. Gitsem ne yapacaktım orada? İzleyecek miydim, müdahale mi edecektim? Dedim ya bu bir doğal ayıklanma olayıydı benim için.

Karga ağacın dalında hareketsiz duruyordu. Bir süre sonra görüş alanımdan o da çıktı. Ben de günüme döndüm, işime gücüme. Gün bitti, akşam bitti. Gece biraz sertçe bir rüzgâr esmişti. Bahar yağmurları zorluyordu belli ki. Uyumadan önce ağaç dallarının hışırtılarını duyuyordum. Sabah uyanınca durum netleşti. Bahçenin her tarafında simsiyah tüyler. Belli ki rüzgâr, avın yenildiği yere kadar inmiş, neredeyse oraya girmiş, kedinin kendine çektiği ziyafetten kalan tüy yığınını havalandırmış, bahçenin her tarafına dağıtmıştı.

Kedi avcılığını göstermiş, avını yemişti. Yalnız mı yemişti, paylaşmış mıydı, o belirsizdi.

Sabahın yinelenen olayları. Yine kahvaltıdan sonra bilgisayarın başına oturdum. Bahçeye bakıyorum, karga yavrusunun siyah tüylerinin saçıldığı bahçeye. Doğal ayıklanma desem de, içim burkulmuyor değildi. Eşit koşullarda olmayan bir mücadeleyi kedinin kazanmış olması pek içime sinmemişti. Karga yavrusunun yaşamda kalma mücadelesinin uzun sürememiş olması, kedinin işini kolaylaştırmıştı.

Ama birden dalda bir karga dikkatimi çekti. Dünkü ana karga olsa gerekti. Kömür madeninden çıkmışçasına simsiyah olan bu tür kargalar birbirine benzediğinden bunu ayrımsayamıyordum. Ama öyle olduğunu düşünüyordum.

Karga dalda kurşun ağırlığıyla duruyordu, bahçeye bakar gibi. Bugün evde kalacağımdan, acelem yoktu. Yine bahçe ve olay tutsak alacaktı beni anlaşılan. Karga bazen dalda hareketleniyor, sağa sola bakıyordu. Üzerinde bir gerilim olduğu hemen göze çarpıyordu. Bir süre sonra havalanınca, “Gidecek mi acaba?” diye düşündüm. Yok hayır, diğer ağacın dalına kondu.

Ama işlerim vardı. Çalışmam gerekiyordu. Bir saat uzaklaşıyordum pencereden. Verdiğim molada bakıyordum. Karga orada duruyordu. Ama kedi yoktu ortalıkta. Karganın ağaçlar arasındaki git-gelleri sürüyordu. Her baktığımda başka bir ağaçta görüyordum onu.

Öğleye doğru, bir ara karga bahçeye indi. Köpekler, kediler için bırakılan bazı kaplardan bir şeyleri gagaladı. Acıkmış, öğle molası vermişti belli ki. Ama bahçeden uzaklaşmıyordu, bekliyordu. Bir tek beyaz gözlerini seçebiliyordum, dikkatli bakınca. Onun dışında hem doğal, ama daha çok üzüntüden matem rengine bürünmüştü.

Akşama kadar kedi ortaya çıkmadı. Karga da bir yere gitmedi.

Bahçede mi geceledi, her olasılığa karşı, yoksa genelde uyuduğu bir ağaç ya da yuva var mıydı, bilemiyordum. Ama ertesi sabah kahvaltı yapmadan öncelikle bahçeye ve ağaçlara baktım. Karga oradaydı, dün bıraktığım dalda.

Bu kez kahvaltıyı çalışma masamda yapmaya başladım. Nedense? Sanki seyirlik bir durum varmış gibi… Birden gözüme ikinci bir karga çarptı, bir başka ağaçta. Bugün yalnız gelmemişti ana karga belli ki. İkisi de iki ayrı ağaçta konumlanmışlardı.

Kargaların zeki ve intikamcı kuşlar oldukları aklıma geldi. Bazen yürüdüğüm parkta, kıramadıkları cevizleri yukarıdan parke taşların üzerine bıraktıklarına, parçalanan cevizlerin içlerini yediklerine defalarca tanıklık etmiştim. Kargaların, sürülerindeki ölümlerden de ders çıkardıklarını okumuştum bir yerlerde. Sanki olacaklar içime doğmuş gibi, beklemeye başladım. İşin sonunu merak eder olmuştum.

Öğleye doğru, kedi yine bahçede göründü. Doğal yürüyordu, geçmişi unutmuş, bugüne sıfırdan başlamış gibi. Kaplara bakıyor, bir şeyler yiyordu. Ama iştahla değil, öylesine, nasıl olsa her gün buluyordu bunları. Dallara baktım, kargalar bekliyordu. Bahçede bu üçü dışında bir canlı yoktu.

Kargalardan biri kedinin yanına indi ve onu taciz etmeye başladı. Kedi ilgisiz gibiydi. Oyun diye mi görüyordu acaba? Ama karga onun kuyruğunu gagalayınca geri döndü. O arada karga hemen havalandı, istim üzerindeydi belli ki. Kedi yavaş adımlarla yürüyordu. Belki de tehlikenin farkında değildi. Karga da peşinde, pıt pıt adımlarla onu izliyordu. Diğer karga ise dalda bekliyordu. Yerdeki karga bazen havalanıp kedinin sırtını gagalıyor, sonra bir müdahale fırsatı vermeden hemen yükseliyordu. Kedi, “Manyak mısın?” dercesine bakıyordu ona.

Bir oyun oynanıyordu. Taciz oyunu mu? İntikam oyunu mu? Şu an belli değildi. Görünen, yerdeki bir kedinin bir karga tarafından sürekli taciz edildiği, kedinin de ona kediliğini gösteremediğiydi. Kedi bu oyundan sıkılmış gibi adımlarını az da olsa hızlandırdı. Karga bu kez hem gaklayarak hem de daha hızlı hareket ederek önüne geçti. Sanki “Hiçbir yere gidemezsin” diyor ve engelliyordu gidişini. Ama artık daha yüksek sesle gaklamaya da başlamıştı. Kedi ne yapacağını şaşırmış durumda öyle duralıyor, sonra kendine ait bu bahçede yürüyüşünü yavaş adımlarla sürdürüyordu. Sanki bir tehlike algılamıyordu. Aslında oynamayı seven bir kedinin bir başka canlıyla isteksiz ilişkisi gibiydi görünen.

Ama durumun hiç de öyle olmadığı anlaşıldı. Daldaki karga büyük bir hışımla yerdeki kediye doğru pike yaptı. O hızla ve sert biçimde kedinin kafasına nişanladığı gagasını boynuna isabet ettirebildi. Anında havalandı. Kedi neye uğradığını şaşırmıştı. Sendeledi birazcık. Durumun ciddiyetini anlayarak sırtını kamburlaştırdı. Bu korkuyla biraz daha dikkat kesildi. Şimdi hareketlerinde bir tedirginlik vardı.

Bu arada yerdeki karga kediyi marke ediyor, adeta oyalıyordu. Kaçmasını engellemeye çalışıyordu. Daldaki karga bir kez daha hareketlendi, bir pike daha yaptı ve bu kez tam isabetle kedinin kafasına sert bir gaga vurdu. Bu sert darbeyle sendeleyen kedi yere devrildi. Bu kez yerdeki karga hafif yükselmelerle güç alıp kedinin gövdesine darbeler vurmaya başladı. Kedi kendini toparlayıp ayağa kalktı. Yine sırtını kamburlaştırdı. Sersemlediği ve bu nedenle düzgün yürüyemediği görülüyordu.

Kafasına sert bir darbe daha aldı. Patileriyle saldırıları püskürtmeye çalışsa da, bu kez ikili bir ateşin altına girmişti. Durumu hiç de iyi değildi. O kadar çok gaga darbesi almıştı ki, kendini bırakmış biçimde yere uzandı. Patileri hareket etmiyordu artık.

Onun hareket etmediğini gören iki karga, dala konup beklemeye başladı. Bir süre beklediler, hareketsiz. Ama gözleri kedinin üzerindeydi. Kedideki hareketsizliğin sürmesi üzerine iki karga havalanıp gaklayarak uçup gittiler.

O arada çıkan hafif rüzgâr, bahçedeki siyah tüyleri havalandırmıştı. Birkaç tanesinin kedinin hareketsiz bedeninin üzerine ve çevresine düştüğünü görüyordum.

Bir süre sonra karşı evin kapıcısı bahçeye indi. Gezinirken kediyi hareketsiz biçimde gördü. Bir iki dürttü. Başını kaldırmaya çalıştı. Hiçbir hareket yoktu. Kediyi avuçlarına aldı. Boynu sarkmış, kuyruğu hareketsiz kediyi telaşla götürdü.

Sonra öğrendim. Yakındaki veterinere götürmüş. Veterinerse kediyi kurtaramamış.