Emekliliğine bir hafta kalmıştı. Bu emekliliği sadece Hakan değil tüm aile uzun zamandır bekliyordu. Selma başından beri istememişti bu göreve geçmesini ama Hakan’ın insanların hayatlarını kurtarma şevkine yenik düşmüş, yazılı sınavı geçince o da onay kağıdını imzalamıştı (aile onayı olmadan birime kabul etmiyorlardı). Hakan’ın işinin stres oranı tartışılmazdı tabi ama geride kalanın yaşadıklarını da yadsınamazdı. Sabah sevgiyle uğurluyorsun, akşam dönüşünü endişeyle bekliyorsun; ya da nöbet durumuna göre tam tersi. Neyse ki çocuklar bu gergin bekleyişlerin çok farkında değillerdi.

Birime ihbar geldi. Saat sabah 02.35’ti, Bağdat Caddesi, Yeşilbahar Sok.16 no’lu apartmanın önünde caddeye bırakılan şüpheli bir paket vardı. Geçen hafta da paralel sokağa benzer bir paket bırakılmış, sonrasında bu esrarengiz paketin kıyafetlerle dolu bir bavul olduğu tespit edilmişti. Ama “çöp poşeti de olsa, açılana kadar bombadır” mantığı ile hareket edildiğinden bu sefer de ekip paketi güvenli bir şekilde fünye ile patlattı, sonuç yine bir bavul kıyafetti.

Olaysız bir nöbet daha bitiyordu. Döner dönmez kahve makinasının düğmesine basıldı, üç dakika içinde odayı enfes bir koku sardı, içmeden insanın içini ısıtan huzurlu bir koku. Kahve servisi görevi birime en son katılan Sami’deydi. Hevesli titiz bir gençti, Hakan onunla bizzat ilgileniyordu. İşin püf noktalarının altını çiziyor, neredeyse her gün en az bir saatini Sami’ye ayırıyordu. “Aman da kızımız pek tatlı maşallah, kahve tepsisi de çok yakışmış eline.” dedi Haldun Amca kıkırdayarak. Sami sitemkâr bir tonla “Ya, Haldun Amca geldiğimden beri bıkmadan aynı espriyi yapıyorsun sen de yeni biri gelse de birimin hanım kızı olmaktan kurtulsam.” dedi ve sonra devam etti “Haydi gel senin kahven de hazır, sade, iki şekerli; dinlen biraz, sonra halledersin.” Haldun Amca Hakan’dan da önce birime gelmişti; temizlik, soyunma odalarının tertibi, çamaşır gibi işlere bakıyordu. 68 yaşındaydı, oğlu bir patlama sonucu şehit olmuştu, kimi kimsesi yoktu, destek olsun diye o zamanın birim amiri bu işi teklif etmişti ona. Hem oğlu gibi gördüğü bu cesur insanlarla çalışacak hem de onların baş koyduğu bu yolda oğlunu anarak gururlanacaktı.

Saat 07.15, mesainin bitmesine 45 dakika kalmıştı. Hakan “Eveeet beyler, bu sabah kahvaltınız benden.” dedi “Kafama göre farklı lezzetlerde herkese donut söyledim-tam Amerikan dizilerindeki gibi.” Tüm birim kahkahaya boğuldu, “Yahu ne adamsın Hakan, emekli olacaksın hâlâ boğazının derdindesin.” dedi Yaşar. “Vay be oğlum, koskoca Hüseyin Demirak komiserimin kardeşi ile bir gün aynı birimde çalışıp karşılıklı danıt,donat aman ne karın ağrısıysa işte ondan yiyeceğim aklıma bile gelmezdi.” diye devam etti. Hakan’ın sırtına hafifçe dokundu “Abin seninle gurur duyuyordur, ikiniz de teşkilat için çok değerlisiniz.” dedi. Hakan kafasıyla teşekkür etti, ne güzeldi şimdiden böyle güzel anılmak.

Kapıda tıkırtılar duydular, Hakan “Sakin olun beyler, temassız teslimat- malum artık 6.hissimizle hareket edeceğiz, siparişim gelmiş olabilir, evet evet hissediyorum kapıya bırakmışlar, kokuya doğru gidersek bulabiliriz.” deyince ekip yine koptu. “Ya bırak zevzekliği artık, acıktık git al şu danıtlarımızı” diye çıkıştı Yaşar. Hakan kapıyı açtı ve “İşte arkadaşlar hayatınızda görüp görebileceğiniz en lezzetli şüpheli paket, hem de ihbar almadan ayağımıza kadar gelen bir lezzet.” dedi. Max (birimin destek köpeği) uyuduğu odadan bir hışımla koştu ve tam Hakan’ın yanında mum gibi durdu. Hepsinin ödü kopmuştu, bomba tespit edince kıpırdamadan sessiz durmaları için eğitiliyorlardı. O anda Max’in bu ani hareketine anlam verememişlerdi, birden Haldun Amca’nın sesi duyuldu “Hakan, oğlum sakın yerden alma paketi.”

Korkunç bir patlama, kulakları sağır edercesine bir ses, tüm ekip, Max bir yana dağılmıştı. Herkes duvara, yere, masaya bir yerlere hızlıca savrulmuş, kafasını, bacağını, sırtını sağa sola çarpıp tekrar yere düşmüştü. Max yerde cansız yatıyordu, Yaşar masa ile duvar arasında kalmıştı, Sami’nin başından kan geliyordu. Hakan içerdekilere birkaç saniye göz gezdirebilmişti, sonra onun da gözleri hafif hafif kapanmaya başladı. Karşıdan Haldun Amca’yı görür gibi oldu ona doğru koşuyor, bağırıyordu ama Hakan hiçbir sesi duymuyordu, duyabildiği tek şey suyun altındayken derinlerden gelen boğuk, anlaşılmaz, uğultulardı. Birkaç saniye içinde Haldun Amca’nın görüntüsü de boğuk seslerle beraber karanlığa gömüldü.

404 numaralı odanın kapısında koridorun bir başından diğer başına hızlı hızlı yürüyen Hüseyin Komiser, arkadaşları, bomba imha ekibinin amiri ve Haldun Amca Hakan’ı görememenin verdiği rahatsızlıkla homurdanmaya başlamışlardı. Odaya getirileli tam bir saat olmuştu, içeride iki doktor bir de hemşire vardı. Kimse açıklama yapmıyor ‘odaya giremezsiniz’ den başka bir laf çıkmıyordu ağızlarından. Koridoru adımlayanlar arasında ise her kafadan bir ses: -Ses bombasıymış, geçici sağırlık ve körlük normal dediler, kafasını çarpmış diyorlar, bilinci kapanmış, komaya girmiş dedi doktor.-

Kapı nihayet açıldı, sorumlu doktor “Hasta yakını siz misiniz?” diye Hüseyin Komiser’e sordu. “Evet doktor bey, eşi Selma yolda, çocukları babaannelerine bırakıp gelecek, ben abisiyim.” dedi. Doktorun “Özel konuşalım, buyurun odaya gelebilirsiniz.” demesinin hemen ardından koridorda Selma görüldü. Nefes nefese kalmıştı koşmaktan, boğazı kurumuştu. Kısık sesle “Eşiyim ben doktor bey, nedir durumu, Hakan’ı görebilir miyim?” diyebildi. Doktor ikisini de odaya aldı.

“Hakan Bey bombanın etkisiyle savrulduğunda başını çok ciddi bir şekilde çarpmış. Polis raporunda okuduğuma göre yerde yatan köpeğe takılıp düşüşü yavaşlamasaydı, aramızda olmayabilirdi. Şu an komada, ama endişelenmeyin, bunun geçici bir koma hali olduğunu düşünüyoruz. Kendine gelmesi bir haftayı bulabilir.” Hakan’ın hayatta olması ikisini de rahatlatan bir gerçek olmasına karşın, şu “koma” kelimesi canlarını epey sıkmıştı. Geçici de dese doktor, seyrettikleri onca filmdeki hastane sahneleri geldi akıllarına, Selma Hüseyin’e bakarak “Abi ya uyanmazsa ya hiç çıkamazsa komadan” dedi ve o ana kadar tutmak için zorlandığı gözyaşları yanaklarından süzülüverdi. Hüseyin her zamanki gibi soğukkanlılığıyla “Kötüyü düşünmeyeceğiz kızım, Hakan elbet uyanacak ve eski sağlığına kavuşacak. Biz de o uyanana kadar yanında olacağız, o kadar” diyerek havayı olumluya çevirmeye çalışsa da içi içini yiyordu. Bir an önce soruşturmayı yöneten arkadaşıyla konuşmak hatta mümkünse soruşturmaya dahil olmak istiyordu.  Bu hain saldırının arkasında kim vardı ve en önemlisi de saldırı birime mi yoksa Hakan’a karşı mı düzenlenmişti.

Doktor Taner Ünver Hoca “Ben izninizi istiyorum, tekrar uğrayacağım yanınıza, hastamızın yanına sizden başkası girmek isterse görevli hemşireye bildirin lütfen, bu aşamada sevdiklerinin onu ziyarete gelmesi, konuşması çok önemli.” Selma hemen araya girdi; “Taner Hocam, çok klasik bir soru olacak ama, Hakan bizi duyabilir mi?” Doktor tereddüt etmeden yanıtladı sorusunu “Selma Hanım, komadaki hastaların bizleri duyabildiğine dair bir kanıtımız yok ama bilimde mucizelere her zaman yer vardır. Sevdiklerimizden gelen ilgi hastalıkları iyileştirmese de her zaman olumlu etkiler bırakmıştır.”

Abi, Selma, rahat olun… Ben sizi duyuyorum.”