Evden çıkarken yerimde duramıyordum.  Akşam yağan bahar yağmurunun toprakta bıraktığı nem, sabahın serin esintisiyle birleşip yüzümü yalayınca içim mutlulukla doldu. Bu sabah güzel şeyler yemiştim. Uzun zamandır düşlerini kurduğum, sürekli rüyama giren yiyecekler. Her zaman böyle olmazdı. Demek ki bugün güzel geçecekti. Hayat bana göre güzel şeyler yemek, sokaklarda özgürce koşup oynayabilmek bir de sevdiğimle sonsuza kadar mutlu yaşamaktı. 

Kapıyı kilitlerken Can, sahibimin adı buydu, gözlerimin içine baktı.  Boynuma tasmamı geçirmek için eğildiğinde kuyruğumu sallayarak yüzünü yalamaya çalıştım ama bu sefer   farklı bakıyordu.  Daha önce hiç böyle baktığını hatırlamıyorum. Bu bakışlar ne anlama geliyordu?  Acaba kötü bir şey mi yaptım? Gerçi kötü bir şey yaptığım zaman Can’ın nasıl baktığını bilirim. Bu, onlardan farklıydı. Mesela daha küçükken, çişimi tutamadığımda nasıl kızdığını hatırlıyorum. “Bu böyle olmaz, ne zamana kadar evime çiş yapacaksın küçük hanım” demişti. İşte o zamanlar gözlerinin içi büyürdü ya da bana öyle gelirdi. Masanın altına saklanırdım. Ağlayasım gelirdi çünkü bunu isteyerek yapmıyordum. Tutmayı ne kadar  istesem de başaramıyordum. Aradan bir süre geçince Can’ın sesi yumuşar, neredesin kızım hadi çık artık, derdi.  O sesi duyunca kızgınlığının geçtiğini anlar, ortaya çıkardım. Kendimi tutamayıp üstüne atlar, yüzünü yalamaya başlardım. Bu seferki kızgınlıktan farklı bir bakıştı. Son zamanlarda biraz farklı davranıyordu. Sürekli telefonla konuşmaya başlamıştı. Evden çıkarken de yüzünden kulaklarına doğru uzanan bir şey takıyordu. Benimle de fazla ilgilenmiyordu. Ne kadar oyun yapsam, topu getirip ona versem de benimle hiç oynamıyordu. Git başımdan diye bağırıyordu. Artık beni sevmiyor muydu?

Yürümeye başladık. Adımlarımı onun adımlarına uydurarak yürümeyi öğrenmiştim. İlk geldiğim zamanlar koşarcasına yürür, tasmamı çekiştirip Can’ı da peşimde koştururdum. O zamanlar koşmalıyım diye düşünürdüm. Bir süre sonra koşturmadan yürümeyi öğrenmiştim. Parka gelince Can tasmamı çıkarır ben de kendimden geçercesine koşup oynardım. Ara sıra parka başka arkadaşlarım da gelirdi. Onların yanında sahipleri ve boyunlarında tasmaları yoktu. Ne güzel diye düşünürdüm, özgürce oynayabiliyorlar. İlk karşılaştığımızda onlarla oynamak istemiştim. Onlarsa önce kıpırdamadan durup alçak bir sesle hırlamışlardı. Can telaşlı bir şekilde buraya gel kızım diye bağırmış ama ben dinlememiştim. Hepsine sürtünüp koklamış, yeni yetme sesimle havlamıştım onlara. Bu sesi duyunca benden bir zarar gelmeyeceğini anlamış olmalılar ki onlar da benimle oynamaya başlamışlardı. Sırayla birbirimizi kovalayıp çimenlerin üstüne yatıyorduk. Bir süre sonra Can tasmamı takar ve parktan ayrılırdık. İlk önce ayrılan hep biz olurduk. Neden diğer arkadaşlarımı kimse alıp götürmüyordu? Onlar sabahtan akşama kadar diledikleri gibi koşturup çimenlerin üstüne yatabiliyorlardı. Bunu çok kıskanırdım çünkü evde çok sıkılıyordum.    

Can beni sadece sabah ve akşam dışarı çıkarırdı. Sabah çok erken çıkardık. Eve gelince Can giyinir, çantasını alır giderdi. Son zamanlardaysa beni bir kere çıkarıyordu. Artık kendisi de çantasını alıp gitmiyordu. Evde vakit geçiriyordu. Ne güzel diye düşündüm önce. Artık birlikte daha çok vakit geçirebileceğiz, canım sıkılmayacak. Bir süre sonra hiç tahmin ettiğim gibi olmadığını anladım. Can çok stresliydi. Bilgisayardan başını kaldırmıyordu. Orada başka insanlarla görüşüyordu sürekli. Ben topla yanına gidince bana bağırıyordu. Ben de ona gözükmemek için masanın altına saklanıyordum. Acaba kötü bir şey mi yaptım diyordum sürekli. Yoksa artık büyüdüğüm için beni sevmiyor mu? Dışarıya kendine ve bana yiyecek almak için çıkıyordu sadece. Çıkarken de yüzüne yine o şeyi takıyor, ellerine de bir şey geçiriyordu. Niçin böyle şeyler takıyordu anlamıyordum. 

Bir gün telefonda konuşurken bağırdığını duydum. Olmaz, nasıl böyle bir şey yaparım, uzun zamandır benimle birlikte. Onsuz yapamam diyordu. Konuşurken ağlayarak bana bakıyordu. Hemen gidip onu teselli ettim. Kuyruğumu sallayarak yüzünü yaladım. Onu neşelendirmeye çalıştım. O üzülünce ben de üzülüyordum çünkü. 

Arabanın yanına gelince durduk. Can kapıyı açtı beni arka koltuğa oturttu. Parka gitmiyorduk demek ki.  Çok şaşırmıştım. Nereye gidiyorduk peki? Yoksa yine o sivri uçlu şeyleri etime batırdıkları yere mi? Orayı hiç sevmiyorum, çok kötü bir kokusu var. O kokuyu duyunca tüylerim diken diken oluyor. O sivri şeyler de canımı yakıyordu. 

 Can arka koltuğun camını açtı, yola koyulduk. Gözüm Can’daydı. Yüzüne yine o şeyi takmıştı. Belki de bugün başka bir parka gidecektik. Bir ara telefon çaldı. Gergin bir sesle konuşuyordu. Evet şimdi yoldayız diyordu. Gergin olunca ortaya bir koku yayar, o kokuyu artık tanıyorum. Hav diye bağırdım arka koltuktan. Yok bir şey kızım, sakin ol dedi. Her zamanki güven veren ses tonu gibi değildi. Uzun bir süre gittik. Artık o biçimsiz, kutu gibi yüksek evleri görmüyorduk. Yolun kenarında parklardaki gibi o upuzun, yeşil ağaçlardan görüyorduk. 

Araba yavaşlayıp yoldan içeri kıvrıldı. Buradaki yol farklıydı,  sarsılarak ilerliyorduk. Can kapıyı açınca hemen fırladım dışarı. Birlikte yürümeye başladık. Burası gittiğimiz parkların hiçbirine benzemiyordu. Her yer yemyeşildi başını ve sonunu göremiyordum. Burada dönüp durmak zorunda kalmadan istediğim gibi koşabilirdim. Bir süre yürüdükten sonra Can eğildi ve bana uzunca baktı. Yine anlayamadığım o bakış vardı. Hemen yüzünü yalamaya başladım. Can da beni okşadı. Ellerindeki sıcaklık biraz fazlaydı sanki. 

Tasmamı çıkardı. Bugün demek ki bu harika kocaman parkta oynayacaktım. Sabah sevdiğim yiyecekler, şimdi de burası. Tasmam çıkınca yerimde duramadım, koşup zıpladım. Burayı çok sevmiştim ama nedense hiç arkadaş yoktu. Hatta ağaçlardan başka bir şey yoktu. Bir süre koşturduktan sonra Can’ın ayakları dibine uzanıyor ona oyunlar yapıyordum. Evdeyken oynadığımız top da Can’ın elindeydi. Uzun zamandır oynamamıştık. Can topu birkaç kez fırlattı ben de koşarak alıp getirdim. En son fırlattığında yine koşarak almaya gittim. Geri  döndüğümde Can yoktu. Yanlış yere mi geldim? Doğru yere geldiğimi biliyordum çünkü Can’ın kokusunu duyabiliyordum.  Kokusu buradaysa kendisi neredeydi? Ağzımda topla oraya buraya koşturdum. Koku belli bir noktada yoğunlaşıyordu. Bu, birlikte geldiğimiz taraftı. O yöne doğru gittim ama yoktu. Kaç kez koştum, kaç kez durdum. Yorulmuştum, topu bir kenara bıraktım. Acaba Can’ın başına kötü bir şey mi geldi? 

Havlamaya başladım, uzun bir süre havladım. Etrafta hiç kimse yoktu. Ne başkası ne de Can. Susamıştım, acıkmıştım. Koşmaktan patilerim de acımaya başlamıştı. Hava karardığı halde gelen giden yoktu. Can nereye gitmişti? Bensiz bir yere gitmezdi. Muhakkak başına bir şey gelmişti. Etrafı yüzlerce kez dolaştım.  Yorgunluktan arabayla durduğumuz yere uzanıp kaldım. Can’ın kokusunu artık alamıyordum. Ağlamaya başladım. Karanlıkta dışarıda hiç uyumamıştım. Dışarısı ne kadar serindi. Ağlayarak uyuyakalmışım. Rüyamda Can’ı gördüm. Yine koşuyor, oyunlar oynuyordum. Can da bana gülümsüyordu. 

Gözümü açtığımda nerede olduğumu anlayamadım. Sonra ağaçlarla dolu bu kocaman yerde olduğumu, buraya nasıl geldiğimi hatırladım.  Can hala yoktu. Beni bırakıp gitmiş olabilir miydi?