Elif son zamanlarda derin bir sızı hissediyordu içinde. Sanki bir şeyler onu aşağıya
çekiyordu. Hani insanın içine bir karabasan çöker ya bazen nefes almak bile zor gelir. Bunun
gibi bir şeydi. Bir sıkıntı kemirip duruyordu içini.
Bir gün iş yerindeyken cep telefonu çaldı. Konuştuktan sonra baygınlık geçirdi. İş
arkadaşları kolonyayla ayılttılar onu. Kendine geldiğinde hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Babası inme geçirmişti.
Hemen hastanenin yolunu tuttu Elif. Yoğun bakım ünitesinin önüne geldiğinde gözü
yaşlı annesini gördü.
Sarıldılar. Elif hemen babasını sordu. Annesi bitkin:
“Hiç konuşmuyor ve sürekli uyuyup uyanıyor” dedi.
“Peki içeri girebilir miyim anne?”
“Sadece bir dakika müsaade ediyorlar kızım” dedi annesi.

Genç kadın hasta bakıcı eşliğinde babasının odasına gitti. Gözleri kapalı yaşlı adam bir
sürü alete bağlıydı. Ayak seslerini duyunca gözlerini açıverdi. Elif elini sımsıkı tuttu
babasının. Yaşlı adam da ‘ben senin güçlü babanım’ dercesine kızının elini sıktı. Elif’in
gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı.
Sonra hastabakıcı içeriye girdi. Süresinin dolduğunu belirterek genç kadını dışarıya
çıkardı. Kapının önünde ağlayan annesi sürekli dua ediyordu. Elif’in onu teselli etmekten
başka yapabileceği bir şey yoktu. Elinin kolunun bağlı olması ona dayanılmaz bir ızdırap
veriyordu.
“Anne ne olur ağlama. Biz neleri atlattık, bunu da atlatırız elbet.”

Elif annesini zorla alıp hastanenin kantinine götürdü. Sabahtan beri ağzına tek bir
lokma koymamış kadın için bir tost, bir ayran söyledi. Bekleyemedi Cemile Hanım.

“Benim onun yanına gitmem lâzım” diyerek ayağa kalktı.
“Anne dur, bir şeyler ye!”
Kadın beklemeden koşa koşa merdivenlerden yukarı çıktı. Eşinin doktoruyla görüştü
ve hasta bakıcının nezaretinde eşinin yanına gitti.
“Cevdet, beni duyuyor musun?”
Eşinin sesini duyunca Cevdet Bey’in gözlerinden yaşlar boşaldı.
Cevdet Bey ölümden korkmazdı pek. Ölüm ona göre yalan dünyadan sonsuzluğa
açılan bir kapıydı sadece. Onun korkusu sevdiklerini ardında bırakmaktı. Ne zaman Cemile
Hanım’ın yalnız kaldığını aklına getirse burnunun direği sızlardı.
Kadın, yaşlı adamın yanağına bir öpücük kondurdu ve ağlayarak dışarı çıktı.
Ardından Cevdet Bey derin ve tatlı bir uykuya daldı. Bir trene binmiş gökyüzüne
yükseliyordu rüyasında. Bembeyaz bulutların içinde bir kuş kadar hafif ve huzurluydu. Mesut
bir şekilde camdan dışarıyı seyrediyordu. Bütün yaşadığı her şey bir film şeridi gibi geçmişti
gözlerinin önünden. İyisiyle kötüsüyle pek mutlu günler geçiren adam gitme vaktinin
yaklaştığının farkındaydı.
Birkaç saniye sonra gözlerini sonsuzluğa yumdu.
Elif babasının ölüm haberini kantinde telefonla öğrenmişti. Annesine henüz haber
verilmemişti. Haberi alır almaz hemen babasının yanına gitti. Henüz soğumayan ellerini tutup
tekrar tekrar öptü. Sonra yüzünü okşadı. Şaşkındı. Tasvirini yapamayacağı şekilde gayet iyi
göründüğünü düşünüyordu babasının. Sanki uyuyor, tatlı bir rüya görür gibi gülümsüyordu.
Babasıyla vedalaşarak dışarı çıktı.
En büyük kederi yaşadığını düşünürken yoğun bakım kapısının önünde bir karmaşa
olduğunu gördü. Sedyelerle insanlar kan revan içinde içeri alınıyordu. Bu olay hastane
günlüklerine şu şekilde geçecekti:
“28 Haziran 2016
Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’nde üç terörist önce çevreye ateş açıp üzerlerinde taşıdıkları
bombaları patlattılar. Yaralılar Bakırköy Sadi Konuk Devlet Hastanesi’ne getirildi. Etraf bir savaş alanına
dönmüştü. Yatak sayısı yaralıları karşılayamadığı için birçok ağır yaralı hastanede tedavi altına alınamadı.”

Elif, sedye üzerinde altı-yedi yaşlarında bir kız çocuğu gördü. Yarı çıplak ve koma
halindeki bu çocuk yer olmadığı için yoğun bakımdan geri çevrilmişti. Başka bir hastaneye
naklediliyordu. Bir anda babasının ölüm acısı, kendi kızının yaşlarında olan bu çocuğun
acısıyla yer değiştirdi.
Aradan iki ay geçmişti. Genç kadın eski hayatına geri dönmüştü. Ta ki dolabın
içindeki o tıraş fırçasına rastlayana kadar.
İçini derin bir hüzün kapladı. Fırçayı eline alıp onu kokladı. Birden aklına babasının o
eve hiç gelemeyeceği, bir daha o fırçayı hiç kullanamayacağı geldi. Hıçkırarak ağlamaya
başladı. Onu görmek istese göremeyecek, onunla konuşmak istese konuşamayacaktı.
Ağlarken yanına içerden küçük kızı Cemre geldi. Elif gözyaşlarını sildi ve hemen
kendini toparladı. Şunu biliyordu: Artık sarılabileği bir babası yoktu. Ancak sarılması gereken
bir kızı vardı. Ve ona sarıldı.

– Mart 2019