Bir an serin bir rüzgâr esmişçesine ürperti hisseti Zeynep. Hâlbuki Temmuz ayının ortasında son yılların en sıcak yaz günlerinden birindeydiler.

Kaç sene oldu? Zaman durdu
Deniz öyle hep aynı dünya bilinmez
Taş duvar aynı kaldı

Gözünü kısmasına sebep olacak kadar bembeyaz bir görüntü geliverdi gözünün önüne. Her yanı kaplamış olan karın beyazlığıydı bu…

Ümit öylece kaldı da
Ümit edeni söyle kim aldı?

Şarkı içinde bulunduğu taksinin radyosundan, ürpermesine sebep olan soğuksa o bembeyaz kardan geliyordu.

“Zeyneeeeep, hadi kızım kalk artık! Okula geç kalacaksın.”

Annesinin çoktan yaktığı sobanın üzerinde tüten çaydanlıktan çıkan buhar odayı daha da ısıtmıştı. Buna rağmen Zeynep yerde serili yatağından kalkıp okula gitmek istemiyordu. Çünkü dışarıda diz boyu kar vardı çoğu kış gününde olduğu gibi.

Mabel Matiz’in kaldığı yerden Sezen Aksu devam ediyordu şimdi:

Kaç devir geldi, kaç nesil geçti?
Yürek öyle sevda yollar kavuşmaz
Hasretin ne tadı kaldı
Sabır öylece kaldı da

Sabredeni söyle kim aldı?

Annesi kalkar kalkmaz sobayı yaktıktan sonra işlerini yaparken radyo dinlemeyi severdi. Zeynep her gün başka bir şarkıya uyanırdı.

“Hadi kuzum kalk, bak sana yağda yumurta da yaptım.”

Düşünürdü annesinin de yatağından çıkmak istemediği günler oluyor muydu, diye. Sabahın beşinde kalkar, ilk iş sobayı yakar ve ahıra geçerek ineği sağardı. Sonra çoğu zaman peynir, zeytin ve çaydan oluşan kahvaltıyı yer sofrasına hazırlardı. Tavukların bol yumurta verdiği günlerdeyse o gün olduğu gibi yağda yumurta yapardı. Kahvaltıdan sonra sırtına tüfeğini takar, onu bir kilometre ötedeki ortaokuluna götürürdü. Kendi başına gidemezdi böyle karlı günlerde. Dağ köyünde oldukları için arkalarındaki ormandan köye ayı indiği oluyordu.

Elini yüzünü yıkayıp soğuk sudan donan ellerini ısıtmak için sobanın başına koşuvermişti. Babasının sesi geliyordu bahçeden. Demek ki dün gece yine bir köşede sızıp kalmış, eve yeni geliyordu.

“Halimeeeee! Başım çatlıyor lan! Ağrı kesici ver!”
“Kalmadı evde”
“Ne demek kalmadı lan! Git Şükriye’lerden al o zaman!”
“Zeynep’i okula götüreyim ondan sonra, geç kalacak yoksa!”
“Kalırsa kalsın be! Başım çatlıyor diyorum duymuyor musun?”

Diğer odaya da bakmasına rağmen Zeynep tokasını bulamıyordu bir türlü…

“Anneeeeeee! Tokamı bulamıyoruuuuum!”
“Dannn dannnn!”
“Anneeee!!!”

Tüfek sesiydi bu… Sonrasını hiç hatırlamıyor. Zeynep’i korumak için her gün omzuna astığı tüfek annesini koruyamamıştı. Babası hâlâ sarhoşluğun etkisinde yanlış görüp görmediğini idrak etmeye çalışıyordu. Ufacık bir itiş kakış yüzünden insan kanlar içinde yerde yatar mıydı? Niye yerden kalkmıyordu ki şu uyuz Halime?

Kaç çiçek soldu? Hani bu sondu?
Hani bir sarı fırtına koptu zamansız
Kaç tohum filiz dondu?
Hani bir acı yel savurdu
Yürekler son defa vurdu

Son filan değildi, olmayacaktı da… Dünya döndükçe Halimeler hep olacaktı. Kendisi yatılı okula, babası hapishaneye gönderilmişti. Kendisinin yatılı macerası bitmeden çıkıvermişti babası. Bilinci tam yerinde değil diye kasıt olmadığı için çok ceza almamıştı. Sarhoşluk ne güzel şeydi değil mi?

Lisede okuduğu “Nietzsche Ağladığında” onu çok etkilemiş ve iyi gelmişti. Yazarının hayatını araştırdığında hangi mesleği seçeceğine dair tereddüdü kalmamıştı. Kendisine benzer hikâyelerin kahramanları, mağdur kadınları savunan avukatlardan olup intikamlarıyla ayakta kalmayı seçebilirlerdi ama o hastalarıyla beraber her gün yeniden iyileşmeyi tercih ediyordu.

Bu dünya ne sana ne de bana kalmaz
Dünya ne sana ne de bana kalmaz
Sultan Süleyman’a kalmadı
Böyle hiçbir kitap yazmaz

Hayatta her şey kandırmacaydı sanki! En başta da aşk… Sahi aşk neydi? Herkese nasip olmayan bir şans mı? On dördünde evlenen annesi hiç âşık olmuş muydu mesela? Okurken yaz tatillerinde mecburen yanına gittiği ablası günde iki posta dayak yemesine rağmen âşık mıydı kocasına? Onlar gibi nicesi daha çocuk yaşta evlenirken aşk nedir bilme fırsatları var mıydı ki? Lüks müydü aşk onlara? Hadi onları geçelim, şu an adliyeye boşanmasına destek olmak için yanına gittiği Ceyda’ya da mı şans vermemişti hayat? Yok canım, sen de! Angelina Jolie ile Brad Pitt misali bir çiftti onlar, sonları da benzemişti işte. Aslında kendisi de dâhil her kadına bir parça lükstü aşk…

“Abla, tam olarak nerde ineceksin?”

Taksicinin sesiyle geri döndü gerçekliğe…

“İlerdeki kavşaktan sola dönünce uygun bir yerde ineyim”

Arkadaşı çoktan gelmiş, dava sırasının gelmesini bekliyordu. Geçip yanına oturduğunda boşanacağı eşinin de avukatıyla beraber az ötede beklediğini fark etti. Nedense avukatının yüzü tanıdık geliyordu. Lisede üç yıl beraber aynı sınıfta okuduğu Kerem’e ne kadar çok benziyordu. Hani şu sıcacık gülüşlü Kerem’e… Tıp fakültesini kazanmak için gönül işlerine bulaşmamayı ilke edinse bile içten içe yanında olmanın huzur verdiğini fark ettiği Kerem’e…
Derken içerden çağrıldılar ve yaklaşık yirmi dakika içinde her şey bitmişti.

“Zeynep! Zeynep!”

Tanıdık gelen avukattı seslenen.

“Merhaba Zeynep, tanımadın mı beni ya aşk olsun! Ben Kerem, liseden!”
“Aaa merhaba Kerem! Aslında tanıdık geldi yüzün ama emin olamadım. Nasılsın?”
“İyiyim, sen nasılsın? Yaa ne değişik tesadüf oldu böyle, kim derdi yıllar sonra adliye koridorlarında karşılaşacağımızı. Şaşırdım seni görünce!”
“Ben de şaşırdım inan, dünya küçük.”

Koridorda birbirine bağıran bir küçük grup belirmişti. Zeynep tedirgin bakışlarını onlardan Kerem’in gözlerine döndürdü.

“İşiniz zor be Kerem!”
“Ben alıştım, “Bekâra boşaması kolay!” deyimini yaşıyorum her gün buralarda.”

Yine o eskilerden kopup gelen sımsıcak gülüşüyle söylemişti bu son cümleyi.

“Zeynep!”

Ceyda sesleniyordu gitmek için.

“Sen arkadaşını yalnız bırakma istersen ama madem bunca yıl sonra karşılaştık numaranı alayım da bir ara eskileri yâd edelim, ne dersin?”
“Çok iyi olur!”
“Tamamdır, o zaman görüşürüz en yakın zamanda.”
“Görüşürüz.”

Akşam eve vardığında kendisine günün hediyesi olarak aldığı nergis demetini özenle vazoya yerleştirdikten sonra telefonundan bir şarkı açtı ve ona eşlik ederek keyifle mutfağa yemek yapmaya geçti.

Ah o yazlık sinemalar, kapı önü akşamları
Saksıda son sardunyalar, avluda el yazmaları

Ah ne kahraman ne cesur, ne güzel çocuklardık
Her yeni günü ümitle nasıl kucaklardık
Ah kaldırımlar biliyor, bi devir muhteşemdik
Güz güneşinden hüzünlü, ilkyazdan şendik