“Kalemleri bırakalım arkadaşlar. Geçmiş olsun.”

Geçti de nasıl geçti? Adet sancısı yaşayan üniversite adaylarına kanaat notu kullanılmalı. Karnımın içinde bıçaklar dönüyor. Adrenalin düştükçe gerçeklikle yüzleşiyorum. Babam! Fındıktan döndü mü acaba?

Gözetmen kâğıdımı aldığı gibi fırlıyorum ter kokulu sınıftan.

Zeynom orada, elinde torbalarla. Kan kardeşim.

“Kız bu bekleme işi var ya, çok zormuş ha! Haberlerde görürdük ya hani, ayılıp bayılan veliler gibi hissettim kendimi.” Kahkahayı basıyor. Zeyno’nun kahkahaları filmlerdeki kolejli öğrencileri andırır. Öyle bir özgüven. İçi boş!

“Kızım babam bir saate kalmaz döner fındıktan” diyorum.

Minibüse atıyoruz kendimizi. Merkezden ilçemize doğru ilerliyoruz, “Güzelyatan’a Hoşgeldiniz” Çocukluğumdan beri bu ismin anlamını sorgulamamaya çalışırım. Kalem, kâğıt gibi bir isim işte bu da. Düşünme. Bıçkın dalgalar kıyıyı dövüyor. Sahil şeridine yapılan bu otobandan önce buralardan denize girerdik rahmetli annemle.

Zeyno çarşıdan döner gibi yapmak için envaiçeşit meyve almış, iki büklüm taşıyoruz.

“Suyunu çıkarmışsın.”

Zeyno kahkahası geliyor.

“Unutma babamı görürsek, ortaokuldan arkadaşımız Hülya’yla karşılaştık. İlla bırakmam dedi, eve davet etti, çay içtik. Tam kalkıyoruz derken börek yaptım illa yiyin dedi.”

“Anladık yahu” diyor.

Hızlı adımlarla bize gidiyoruz. Üç katlı bir aile apartmanı. Aile evi mi demeliyim? En altta ortak ahşap ayakkabılık, yanında beton merdivenler, her katta bir kapıya açılıyor. Üzerlerinde anahtarlar, buyur gir der gibi. Buyur gir, hiçbir mahremimiz yok bizim, nasıl istiyorsan öyle gel gir hayatımın içine, mutfağıma, tuvaletime. Bu sınırsızlık beni öldürüyor. Annemi de öldürürdü, hatta öldürdü. Allah rahmet eylesin.

Yengemi görüyoruz. “Kızlar! Siz ancak gezin çarşı, pazar maşallah. Bu bahçeleri kim toplayacak?”

“Geldik yenge. Babam geldi mi?”

“Eli kulağındadır.”

Hızlı adımlarla bizim kata çıkıyoruz. Anahtarın dönüş sesi son derece tutarlı yıllardır, evin tarhana kokusu da.

“Hadi aç televizyonu da bakalım” diyor Zeyno.

“Bir buçuk milyon öğrenci bugün ter döktü sevgili seyirciler. Velileri ise dışarıda! İşte bir anneye yaklaşıyoruz…”

Zeyno kahkahası, hiç kaçırmaz.

“Ayol benimle de röportaj yapıyorlarmış düşünsene, bizimkiler televizyonda beni görüyor, ne işin var orada diye sorguya çekiyor, kıyamet ondan sonra kopuyor!”

Bıktım buranın kıyametinden de kendisinden de!

Sorular teker teker geliyor. Elimde kâğıt kalem, puanımı çıkarmak için veri topluyorum. Zeyno her doğru yanıtımda elini yumruk yapıyor, her yanlış yanıtımda dişlerini sıkıyor. Çok istiyor bir yeri kazanmamı, hayali beni ziyaret bahanesiyle gelip, daha da geri dönmemek.

Anahtarın dönüş sesi. Babam geldi.

“Değiştir, değiştir!”

“Damla Hanım geldiniz de televizyonun başına mı geçtiniz? Maşallah torbalar saçılmış ortalıkta? Annen böyle mi yetiştirdi seni?”

“Hemen topluyorum baba, çay da koyayım.”

Mutfakta alelacele elimi yıkıyorum, Zeyno’yla işe koyuluyoruz. Balkon penceresinden babamı gözlüyorum, tütün sarıyor, derin derin çekiyor. Öfkeli dalgaları izliyor. Bu sıkışmış dünyada bu kışı nasıl çıkaracağını düşünüyor herhâlde. Belki de annemi düşünüyordur, altı yıllık hasret. Belki de benim olmadığım bir dünya hayal ediyordur. Kim bilir? Beni sevmediğini düşünürüm hep. Kötü davranmaz aslında pek, hiç el de kaldırmadı. Kötü davranmaktan öte, hiç davranmaz. Yok sayar genelde. Bir keresinde bahçede arkadaşlarıyla rakı içmişti. Yukarı geldiğinde omuzumu sıkıp “Sen benim ciğerimsin” demişti. Hayatımızda en yakın olduğumuz an!

“Damla gel iki dakika” diye sesleniyor. Balkonda tabureye ilişiyorum, her an kalkmaya hazır.

Gözlerinde bir kaygı görüyorum babamın. “Damla, üniversiteye gitmek istediğini biliyorum. Buradan ayrılmak istediğini biliyorum. Sınava girdiğini, bana söylemediğini biliyorum. Ben seni dışarılarda okutamam kızım. Seni bırakamam. Evini, yuvanı kurarsın yamacımda. Zaten durumumuz yok biliyorsun. Sana söyleyeceğim bu kadar.”

Boğazımda bir yumruk…

Babam için konuşma sona erdi. Konu bitti, noktayı koyuyor:

“Sınav sonucunu öğrenmeyeceksin!”

Öğreneceğim!