Tıkanmıştım. Birdenbire, hiç beklemediğim bir anda, sanki bıçakla kesilmişti hayal gücüm. Durdum. Ne kadar zaman oldu? Bir ay. Bir aydır tek kelime yazamadım. Yazdıklarımı bile düzeltemeden öylece oturdum karşısında bilgisayarın. Başlarda gelip geçici sandım yaşadıklarımı. Her yazarın başına gelirdi. Yazar hastalığı bu demişti şair arkadaşım, yine de bana bulaştırma bakarsın bulaşıcı filan olur. (Kahkahalar hem de karşılıklı.) Başka bir yazar arkadaşım bunun bir iki günlük olduğu konusunda ahkâm kesiverdi. Yıllardır bu konuda bilimsel araştırma yapmış gibiydi sözlerindeki güven tonu. Ona inanmayı seçtim ama dört gün geçtiğinde hâlâ düzelmediğini söyledim. Seninki olağandışı bir vaka olabilir diye kestirip attı. Ne yapmalıyım? Farklı bir yerlere git. Deniz kenarı olsun. Bol bol yürüyüş yap, romanını düşünme. Onun üç kitabı vardı ve bu konuda benden ilerideydi, sözünü dinledim. Yanıma bilgisayarımı bile almadan sonbaharda sessizliğe bürünen bir tatil kasabasına gittim. Dediklerini saati saatine ilaç alırmış gibi uyguladım. Kendimi iyice yalnız hissettiğim üçüncü günün akşamında dayanamayıp evime döndüm. Yabancı bir ortam beni iyileştirmek yerine daha da karamsar yapmıştı. Ertesi sabah yaşadıklarımın bir kâbus olmasını dileyerek bilgisayarımın başına geçtim. Sanki bir el klavyeye uzanmamı engelliyordu. Parmaklarım kelimelerin üzerinde donup kalıyordu. O günün gecesinde arkadaşlarımla -hepsi edebiyat çevresinden- dışarı çıktım. Kadehler tokuşuyor, kitap isimleri geçiyor, yazarlar hakkında ileri geri konuşuluyordu. Özgürce eleştiriyorduk her şeyi. Hatta bir ara kırklı yaşlardaki kadın yazarın saç rengi konusunda bayağı derin tartışma yaşandı. Kadın yazar her kitabında boy boy fotoğraf çektirip gazetelerde yer alıyordu. Bir kitabında kısa, bir kitabında kızıl, bir kitabında uzun sarı saçlı. Sanki sözleri değil saçları gündemde olsun istiyordu. Gecenin sonuna doğru iyice içtiğim dakikalarda tıkanmamdan söz ettim. Vay efendim, gerçek bir yazar hep bunu yaşarmış, vay efendim her yazarın kâbusuymuş ama bunu atlatınca da sular seller gibi dökülürmüş kelimeler. Sen yaşadın mı? Yok, Allah Korusun, ya sen? Yok canım yanından bile geçmedim. Peki, ama sen? Azizim saymıyorum bile yazdığım kitapları. Herkes biliyor ama kimse yaşamamış. Yapacak bir şey yok kös kös daha doğrusu sarhoş sarhoş evime döndüm. Birkaç gün bilgisayara dokunmadım bile. Avare bir şekilde dolanıp durdum. Böyle geçti bir ay. Sonunda bir arkadaşım bana çılgınca, hatta komik, hatta itici gelen bir fikir attı ortaya. “Derin konularda saplanıp kaldın dostum, şöyle hafiften bir şey yaz, bir roman hani deniz kenarında okunacak türden. İçinde tarih olsun, aşk olsun, aldatma olsun, biraz da felsefe olsun. Tabii kapitalizm eleştirisini de tuz biber gibi atıver satır aralarına.” “Ben, benim gibi bir yazar, iki kitabı da az fakat belirli bir kesim tarafından okunan saygın bir yazar ancak hakaret olarak algılarım.” dedim. Hatta içimden bir daha onunla konuşmama kararı aldım. Günler geçiyor benim krizim geçmiyordu. Eğlence olsun diye Güzin Ablaya yazar gibi bir şeyler yazmaya başladım. Kelimeleri düşünmeden, kurguya kafa yormadan, bir anlamı olmadan yazıyordum işte. Yazmıyordum da (çünkü benim için yazmak bu değildi!) oynuyordum, oyalanıyordum. Eğleniyordum. Bir gece sabaha kadar belki elli sayfa yazıverdim. Sonra hepsini çöpe attım ama çöpü kapıcıya vermedim, okuyup gülerim dedim ve sonra pek de kötü olmamış yahu diye düşündüm. Mevsim kışa dönmüştü, ben altı yüz sayfa yazmıştım bile. Her ne kadar yazdığımı sadece el alıştırması gibi görsem de çıkmıştı ortaya bir şey. Bir gün bir editör arkadaşım geldi ve okumayı teklif etti. Dalga mı geçiyorsun, onlar benim değil. Başkası mı yazdı? Ben yazdım da ben değilim. Olsun, elim boş okurum dedi. Israr edemedim merak duygusu bir mide kazıntısı. Aradan üç gün geçti, dört gün geçti, beş gün geçti. Altıncı gün arkadaşım aman ne yaptın sen diye aradı beni. Sana demiştim ama diye savunmaya geçmişken ya yazdığın tam bir plaj kitabı dedi. Çoksatar bu. O ne demek dedim plaj kitabı yeni bir kategori mi? Yani yazın öyle deniz kenarında okunacak cinsten, yaz yağmuru gibi, yaz aşkı, hatta yaz sineması gibi. Olmaz öyle şey dedim. İsmime kara çaldırmam. İsmini kullanmayalım zaten, bir kadın ismi bulalım. İtirazlar, itirazlar. Sonunda milyon satan bir kitap oldu. Derken bir kitap talebi daha. Artık tıkanma sorunum kalmadı. Dördüncü kitap da çıktı ama tekrar adımı kullanarak bu yaz da geçtikten sonra başlayacağım gerçekten yazmaya…