“İşte bir gün daha başladı.” dedi Nedime. Daha dünkü günün nasıl geçtiğini anlamadan yenisi. İnsanı hafakanlar basıyor. Yüzünü yıkadı, bir sigara yaktı. Ağzı çamur gibiydi. Çamaşırlar iyice birikti diye düşündü külünü silkerken. Son bir nefes alıp sigarasını tablaya bastırdı. Yerinden zor kalktı. Bacakları tutulmuştu. Makineye doldurdu hepsini, çalıştırdı. Çay suyu koydu. Peynir, zeytin çıkardı. İştahı yoktu. Ama bünyesi zayıf düşmesin diye bir iki lokma yemeye mecburdu. Ekmek kızarttı. Çatalın ucuyla biraz peynir, üç beş zeytin yedi. Sallama çayını yarım bıraktı.

 

Güneş yükselmeye başlamıştı. Bahçedeki iplere çamaşırları astı. Rengarenk çamaşırlar göz alıcı ışık altında sallanıyordu. Sanki bayram yeri. Çocukluğu geldi hatırına. Ne günlerdi onlar, bu günlere benzemeyen. Yukarı çıktı. Pencere kenarına oturdu. Bir sigara daha yakarken gözü ellerine gitti. Kahverengi lekeler belirmeye başlamıştı. Yüzünde, boynunda kırışıklıklar vardı. Aynaya bakmak istemedi. Korkuyor muydu yoksa gerçeklerden?  Durgunlaştı. Kaç sabahtır böyle oluyordu. İçi boşalmıştı sanki. Oraya bir şey koyup da ferahlayamıyordu. Hem ne koyabilirdi ki? Yaşı geçiyordu. Neredeyse elli olmuştu. Tanıdık bir sıkıntı yerleşti tam şurasına, dolduramadığı boşluğa. Adı belliydi. Yalnızlık. Bir zaman kararsız, dalgın oturdu.

 

Öğleye doğru birden yekindi. Kalk, dedi kendi kendine. İn aşağı, geç Tülay’a, birer sabah kahvesi için, kapatın fincanları. Birer de sigara tellendirin. Dedikodu yapın. Gülüp söyleyin. Belki azalır efkârın. Gıcırdayan merdivenleri inip yan komşunun kapı tokmağını çalarken, her gün aynı diye düşündü. Yüreğindeki ağırlık biraz hafiflesin istiyordu. 

 

Tülay yemek yapıyordu. Akşama kayını gelecekmiş. Fazla oturamadı. İçtiği kahvenin de tadını alamadı. Sigarayı yarısında söndürüp bahçeye geldi. Çamaşırları yokladı. Henüz nemliydiler. Ama bir saate kalmaz kururdu hepsi. Yukarı çıktı. Arka odada pencere kenarına oturdu. Kaysı ağacının dalları neredeyse elle tutulacak kadar büyümüştü. Birkaç tane ham, çağla kayısı kopardı. Yemyeşil. Eliyle tozunu alır gibi ovaladı. Mayhoş bir tadı vardı. Hoşuna gitti. Sanki aş eriyorum diye güldü. Bu yıl inşallah verir dedi içinden. O sırada yan komşusu Zehra Hanım balkona çıktı. Ferforje sandalyenin üzerine içinde iki muhabbet kuşu olan kafesi koydu. Sevecen, çocuksu bir sesle, hadi canlarım dedi, biraz hava alın. Gözü Nedime’ye ilişti. 

 

“Nasılsın hanım kızım.” dedi. “Afiyettesiniz inşallah.” 

 

O da hatır sordu, teşekkür etti. Zehra hanım uzun yıllar önce kocasını kaybetmişti. Çocuğu yoktu. Kimseyle pek görüşmez, sakin huzurlu bir hayat yaşardı. Uzaktan imrenirdi Nedime. Tek başına ve mutlu. Ben de tek başınayım, ama sıkıntı içindeyim. Üstelik bazen çok sinirli oluyorum. 

İyi akşamlar dileyip bahçeye indi. Hava kararmadan çamaşırları toplamalıydı. Yokladı, kurumuşlardı. Sepete doldurup içeri girdi. Çamaşırları ayırdı. Bazılarını el ütüsü yaptı. Diğerlerini yarın ütüleyecekti. Hava iyice kararmıştı. Uzun gecelerden biri daha başlıyordu.  Perdeleri çekerken gözü karşı evde oturan Nihat amcanın penceresine kaydı. Ev karanlıktı. Sokak lambasının ışığı Nihat amcanın evini aydınlatıyordu. Pencerede ayna gibi iki soluk ışık yansıması gördü. Önce bir mânâ veremedi. Işıklar hareket edince Nihat amcanın dürbünle eve baktığını anladı. Bir süre karşı eve baktı. Emin oldu. Evet, Nihat Bey kendini izliyordu.  “Vay çapkın ihtiyar” diyerek perdeyi çekti. Bir tuhaf olmuştu. Evet şüphesi kalmamıştı. İzleniyordu. Bir an durdu. Ellerini karnına götürdü, sonra yavaş yavaş yukarı göğüslerine doğru çıktı. Karnı düzdü. Göğüsleri biraz sarkmış gibi geldi. Lakin yine de sertti. Nihat beyin karısı yatalaktı. Bir bakıma o da yalnız sayılırdı. Bundan sonra, hiç olmazsa geceleri, yalnız olmayacaklardı. Işıkları yaktı. Perdeyi açtı.