Oldum olası ilaç kullanmaktan, doktora görünmekten, hele hastanelerin sağlam
insanı bile hasta eden atmosferinden uzak durmaya çalışırdı Rıza bey. İlerlemiş
yaşına rağmen sağlıklı sayılırdı. Yaşıtlarına baktıkça kendini şanslı sayardı.
Etrafta bir sürü hastalık hastası vardı ve hepsi de leblebi gibi ilaç tüketiyordu.
Rıza beye göre insan kendinin doktoru olmalıydı. Özellikle ufak tefek
rahatsızlıklarda zihinsel terapi dediği yönteme başvururdu. Mesela, önceki
yıllarda iki özel fiyakalı hastanenin doktorları boyun fıtığı nedeniyle ağız birliği
etmişlercesine ameliyat önermiş ama Rıza bey bu rahatsızlığını egzersiz ve
zihinsel odaklanmayla gidermişti.
Bir sabah kasığındaki yangıyla uyandı Rıza Bey. Kalkıp banyoya girdi, baktı.
Sol kasığında bir şişlik peyda olmuştu. Bir anlam veremedi. Vehimli bir insan
değildi ama yine de kontrol edemediği kötü duygulara gark oldu. Acaba nesi
vardı? Elinin altında balık gibi kayan bu şişlik neyin nesiydi? Karısına seslendi.
Uyku sersemliğini henüz atamamış Gülşah hanım, durumu görür görmez
telefona sarıldı, semt polikliniğinden randevu aldı. Randevuyu ertesi sabaha
verdiler. Rıza bey o günü zor geçirdi. İşeyince şişlik kayboluyordu ama yangı
devam ediyordu. Prostat olabilir miydi?.. Evet, prostattan muzdarip arkadaşları
vardı ama… Yine de…
Ertesi gün soluğu poliklinikte aldılar. Ürolojiye gireceklerdi. Sıralarını kapının
üstündeki ekranda yazılı adlara bakarak beklediler. Muayeneye girdiklerinde
Rıza bey ıkına sıkıla durumu anlattı. “Soyun” dedi doktor, soyundu. “Öksür”
dedi, öksürdü. Sonunda ‘kasık fıtığı’ olduğunu söyledi doktor. Ayrıcı kan ve
idrar tahlili yaptırmaları, genel cerrahiye gitmeleri gerekiyordu.

Durduk yerde başına iş açılmıştı Rıza beyin. Prostattan şüphelenirken karşısına
yine fıtık çıkmıştı. Kim bilir, kan ve idrarında neler çıkacaktı? Ama her şey
olacağına varırdı. Önce kanını aldılar. İdrar için eline bir tüp verdiler ve
tuvaletin koridorun sağında olduğunu söylediler. Tuvalette iki kabin vardı;
birinin kapısında ‘arızalı – girilmez’ yazıyordu, diğerinin önünde doksanlık biri
elindeki tüpe bir türlü işeyemiyordu. Rıza bey adamın arkasında, kendi
yaşlılığını seyrediyordu adeta. İçi burkuldu. Kendi yaşlarında bir kadın adama
“Baba al bu suyu iç de, çişin gelsin” diyerek su şişesi uzattı. Yaşlı adam iki
büklüm, kafasını döndürmekte güçlük çekiyordu. “Kızım gelmiyor, geri
gidiyor” diye dert yandı. Kadın “O zaman sen gel, çık aradan insanlara mani
olmayalım” diyerek babasının koluna girdiğinde Rıza beyle göz göze geldi.
Mahcup gülümsediler birbirlerine.
Rıza bey tüpteki idrarını sıkılarak laboratuvara götürdü. Görevli “Sonuçlar saat
üçten sonra doktorun önünde olur” dedi. Karısıyla kol kola, tevekkül içinde
poliklinikten ayrıldı.
Ertesi gün, kan ve idrar sonuçlarını görüşmek üzere tekrar doktorun
karşısındaydılar. Doktor, “PSA’nız yüksek, 13” dedi. Ardından prostatını
muayene etti ve elektronik reçetesini yazdı. Devamında, “Üç kutu antibiyotik,
bir kutu da yan etkileri önleyici hap verdim, kullanıp bitirdikten sonra tekrar
gelin” diyerek onları uğurladı. Rıza bey aynı gün genel cerrahiye de göründü.
Doktor fıtık için, “kesi gerekir” dedi ve yapılmadığı takdirde olası sonuçlar
hakkında bilgi verdi.
Fıtık ve prostat, Rıza beyin bedeninde bir kaosun habercisiydi. Rıza bey
kamçılanmış gibiydi. Şimdi kendini daha güçlü hissediyordu. Poliklinik
çıkışında karşıdaki eczaneden iki buçuk lira ödeyerek ilaçları alıp evlerinin
yolunu tuttular.

Rıza bey arkadaşlarına hastalıklarından söz etmese de, rutin hayatının akışına
giren ilaçları kullanmaya alıştı ister – istemez. Gülşah hanımla da pek
konuşmuyorlardı ama karısı ilaçlarını düzenli alıp almadığını uzaktan kontrol
etmeyi elden bırakmadı tabii.
Bir sabah, Rıza bey yine erkenden kalktı, çayı koydu, kahvaltı sofrasını
hazırladı. Karısının uyanmasını beklerken her zamanki gibi gazetesini açtı. Daha
baş yazıyı bitirmeden Gülşah hanımın sesiyle irkildi. Yanına koştu. Başı
dönüyor, ayakta duramıyordu kadın. Tekrar yatağa yatırdı karısını. Acaba nesi
vardı? Yoksa o musibet vertigo mu nüksediyordu?.. İnşallah sadece günlük bir
yorgunluk ya da ufak bir soğuk algınlığının habercisidir bu baş dönmesi. Gün
boyu izlediler yataktan çıkmamaya özen gösteren kadının baş dönmesini. Ama
ertesi sabah da aynı şey olunca Gülşah hanımın eski doktorunu arayıp randevu
aldılar.
Kapıdan girdiklerinde gösterişli bir hasta kabul bankosuyla karşılaştılar. Özel
hastanenin özel hastaları olduğunu hissettiren bir karşılanma. Yardımcı olma
istekleri ve enerjileri oturdukları koltuktan bile anlaşılan genç personel ışıl ışıl
yüzleriyle selamladı karı kocayı. Doktorun ismini verdiler… Evet, randevuları
kayıtlıydı. İlgili sekreter vizite ücretinin peşin ödenmesi gerektiğini söyledi.
Kafasında rakamlar dolaşmaya başladı Rıza beyin. Elinde olmadan vizitenin ne
olduğunu sordu. Ücret, bir emeklinin bir çırpıda ödeyebileceği cinsten değildi,
devletten alınan katkı payını düştükten sonra bile. Bir şey diyemedi, kafa sesiyle
verip veriştiriyordu içinden. Gülşah hanım kredi kartını çıkarıp vizite ücretini
henüz ödemişti ki, işlemi yapan sekreterin yanında başka bir sekreter bitti ve
otuz iki dişini göstererek
“Bu branş için iki grup testimiz var; birisinin fiyatı üç yüz elli lira, diğeri dokuz
yüz lira. Hangisini istersiniz?” dedi. Rıza bey bütün kanının tepesinde
toplandığını hissetti.

“Affedersiniz, anlayamadım” dedi, “Yani siz paket tatil gibi paket test mi
satıyorsunuz?”
Sekreter hiç ummadığı bu soru karşısında afalladı. “Ne münasebet beyefendi,
biz sadece test paketi satıyoruz. Paket programlar müşteri için daha hesaplı
oluyor. Müşteri hangisini isterse onu alır, ucuzu da var.”
“Bakın hanım kızım, biz bir kere müşteri değiliz, önce bunu anlayınız.
Sonrasında bu testlerin hangisinin yapılıp hangisinin yapılmayacağına ne siz ne
ben karar verebiliriz. Bunu söyleyecek olan doktor olsa gerek. Baş döngüsüyle
geldik. Doktordan da randevumuz var. Ne olup olmadığını bilmeden bize test
paketi satmaya çalışıyorsunuz. Bu hangi mantığa, hangi etiğe sığar?”
“Ne yapalım beyefendi, bize söyleneni yapıyoruz.”
“Fazla uzatmayalım, biz doktor hanımı görmek istiyoruz.”
Karı koca nihayet doktorun odasına girebildiler. Orta yaşlardaki doktor onları
gülümseyerek karşıladı, şikâyetlerini dinledi, güzelce muayene etti. Vertigo
belirtileriyle ilgili bir şey göremediğini söyledi. Bu arada Rıza bey yapılacak test
paketlerinden dem vurunca, doktor yarasına dokunulmuş gibi acıyla konuşmaya
başladı. “Vallahi öyle bir şeyler yapmışlar, paket halinde insanlara sunuyorlar.
Bunun benimle hiç ilgisi yok. (Ne güzel Amerika’daydım, neden geldim ki
oralardan, onu da bilmiyorum.) Hastanede yeni yatırımlar yapılıyor, bir yığın
cihaz getirtiliyor. Nasıl baş edecekler! Bu aşamada testi gerekli görmüyorum.
Siz isterseniz nörolojiye de bir görünün, olmazsa test de yaparız” diyerek
nezaketle uğurladı hastasını.
Rıza beyin de, Gülşah hanımın da kulağına kar suyu kaçmıştı bir kez. Anlaşılan
hastaneler ticarethane olmuştu. Nöroloji için yeniden bir vizite ücreti ödemek
bütçeleri için hem yıkım, hem enayilik olacaktı. Yine kol kola hastaneden

çıktılar. Gördükleri bir kafeye oturdular. Kahve saatleri gelmişti. Kahvelerini
beklerken Rıza bey karısına müşfik bir sesle,
– Şimdi kendini nasıl hissediyorsun gülüm?
– Hayret edilecek şekilde zindeyim.
– Evet, bizim için bir tepki terapisi oldu bu.
– O ne demek?
– Şuursuzluğa karşı insan şuurunun tepki vermesi, derlenip toparlanması.
– Doğru söylüyorsun, insanı yolunacak kaz gibi görüyorlar.
– Allah düşürmesin… İnsanın hayat boyu kuruş üstüne kuruş koydukları
mütevazı birikimlerini bir gecede ellerinden alıverirler alimallah.
– İnsanın aklı almıyor ama öyle galiba.
– Görmedin mi, çalışanlara satış hedefi vermişler resmen!
– Aslında devlet hastaneleri daha donanımlı, daha güvenilir ama yetmiyor,
yetişemiyor bu nüfusa.
– Devlet hastaneleri sosyal kârlılığın peşinde, özeller ekonomik kârlılığın.
– Kaç kişi bunun altından kalkabilir?!
– Bak gülüm, bu düzende her şeyin bir bedeli, bir fiyatı vardır, hatta paranın
bile. Ama kârın ucu açıktır, kutsal ve dokunulmazdır. Kör tuttuğunu
becerir yani.
– Bırakalım şimdi bunları… Ne olacak şimdi, biz ne yapacağız?
– Biz hasta değiliz, olmayacağız da! Birbirimize zihinsel terapi yapacağız.
– Ömürsün Rıza bey!