…. büyüklerin çok kolay yalan söylediğini fark ettiğimde içimde bir karmaşa oluşurdu. Ancak okuma – yazmayı öğrendiğimde duruldu bu karmaşa. Yazılı metinlerin de yalan olabileceğini fark etmek için büyümem gerekiyordu. Yazılı – sözlü o kadar yalan içinde hızlı büyüdüm sanırım.

Ali Tahir Atakan

… evin en sihirli aleti, salonun başköşesinde kurulu, kahve renkli, koca radyo bozulunca, dedem tamir için arkasını açtı ki heyecanla tepesine dikiliverdim ama bir de ne göreyim, hepsi tatile gitmişlerdi.

Canan Kuzuloğlu

… köprünün altına gider, ellerimle kulaklarımı sımsıkı kapar, yere çömelir, başımı dizlerimin arasına gömer, trenin gelmesini beklerdim; korkunç bir uğultu kalbimi deler, ciğerlerimi patlatırdı.

Elvan Arpacık

… büyüklerin her şeyi bildiğini sanırdım; fakat şimdi bu yaşımda ahkâm kesen büyükleri gördükçe, nasıl bu kadar cahil büyüyebildiklerine şaşakalıyorum,
 çocuksu bir hayretle!

Kamil Olgun

… bahçedeki ateşböceklerinin muhteşem dansını izlemek için gizlice uyanır, araladığım perdeden dışarı bakardım. Gecenin büyüsünü çocukluğumun uykusuz yaz gecelerinde keşfettim.

Nalan Barbarosoğlu

… en sevdiğim oyun, her seferinde erkekleri mat ettiğim, yere tebeşirle sürünen yılan şeklinde çizilmiş, baş kısmında iç içe dairelerden oluşan ve düzgün gazoz kapaklarını (gazoz kapakları özenle seçilir, eğri büğrü olanlar kullanılmazdı) sırayla üç atış hakkımızı kullanarak ilerlettiğimiz ve en önce ortadaki küçük daireye ulaşmaya çalıştığımız “YILAN” oyunuydu.

Nurdan Atay

… oruç tutmayı horoz, tavuk gibi bir hayvanı yakalamak olduğunu sanırdım.

Oya Çanga

… kaygısız rüzgârlar, dostluk kokan çiçekler, kahkahalı kuşlar, gülümseyen güneşle oynardık oyunlarımızı. Şimdi oyun arkadaşlarım neredeler?!

Yasemin Pforr

… “beyaz” gerçekten beyazdı; akla karanın böylesine ters yüz olmadığı bir devirde yaşadım, çocukluğumu.

Yeşim Narter

… kâğıttan gemiler yapar, atlardım içine; bir avuç yağmur suyu birikintisinde kâh fırtına olurdum, kâh dalgalara göğüs geren kaptan, açılırdım enginlere.

Yurdagül Şahin

… Bulgaristan göçmeni bakkalımızın, istediğim şeyi koyduğu terazinin gözü hiçbir zaman diğeriyle dengelenmez; o, göz aşağıdaysa üstüne ekler, yukarıdaysa çok az alır, eğilir, siyah, ciltli veresiye defterine iki yüz elli gram peynir yazar, gözlüğünün üstünden bana bakar, gülümseyerek “bugün azıcık yalan söylemişsin” der, ama ben doğruluğundan kuşku duymadığım bu sözü annemden gizlerdim.

Zeki Paralı